Kizb yani yalan ve yalancılık, gerçeğe uygun olmayan sözün aldatmak maksadıyla söylenmesidir. Zıddı ise sıdk yani doğruluktur. Kuran-ı Kerim’de Allah Teâlâ, “Yalan sözden sakınınız!” (Hac, 22/30) buyurmaktadır.
İslamiyet’te yalan ve yalancılık kötü huyların ve günahların en büyüklerinden kabul edilir. Münafık ve kâfirlerin ortak özelliği de yalancılıktır. Yalan, dilin en büyük afetlerindendir. İnsanı yüz üstü cehenneme sürükleyen dilinden başka bir şey değildir.
“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık yoldan çıkmaya (fucûr) sürükler. Fucûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır”.(1)
Kizbin zıddı sıdk yani doğruluktur. Kizbin dindeki dehşetli yerini gösterecek olan bir husus, onun zıddı olan sıdkın dindeki ehemmiyetidir. “Sözün öze ve kendisinden haber verilen şeye mutabakatı” diye tarif edilen sıdk, ıstılahî olarak kişinin inancında, amelinde, niyetinde, söz, fiil ve davranışlarında samimi ve dürüst olmasına, hile ve aldatma bulunmamasına denir. Aynı zamanda kişinin davranışlarında şaibe, inancında şüphe, amellerinde kusur ve eksiklik olmaması şeklinde de tanımlanmıştır.
Sıdk kavramı Kur’an’da; kizb (yalan) (12/26-27) ve nifak (ikiyüzlülük) (9/43) kavramlarıyla zıd; iman ve sâlih ameller (5/119), doğruluk (6/115), hak, gerçek (51/5), kavramlarıyla eş anlamda kullanılmıştır.(2)
Münafıklar hakkında Bakara Suresi 10’da geçen şu ayet-i kerime, yalanın dehşetini ve şiddetli çirkinliğini göstermektedir. “Ve (imanları hakkında) yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için (pek) elemli bir azap vardır.” Burada münafıkların pek çok cinayetleri içerisinde, pek elemli bir azaba düşmelerinin sebebi yalan söylemeleri olarak beyan edilmiştir. Bediüzzaman Hazretleri bu ayetin tefsirinde yalanı şu şekilde tarif etmektedir:
“Kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifakın birinci alâmetidir. Kizb, kudret-i İlâhiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrip eden, kizbdir. Âlem-i İslam’ı zehirlendiren, ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvâlini fesada veren, kizbdir. Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan, kizbdir. Müseylime-i Kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsvây eden, kizbdir.”(3)
Şimdi her biri birer büyük hakikati ifade eden bu kavramları biraz açacağız.
Yalan küfrün esasıdır
Sıdk yani doğruluk imanın omurgası olduğu gibi, yalan da küfrün temel esasıdır. Kur’ân-ı Kerim’de de “Yalanı, ancak Allah’ın ayetlerine iman etmeyenler iftira eder. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.” buyrularak inanmayanlar yalancı olarak vasıflandırılmıştır. (Nahl, 105) Fahreddin-i Râzi şöyle ifade eder; “İmanın bir tasdikten ibaret olması sıdktaki faziletin yüceliğini gösterdiği gibi, küfrün bir tekzipten yani yalanlamadan ibaret olması, kizbin dehşetli kötülüğünü anlatmaya yeterlidir.”(4)
Üstad Bediüzzamanın ifadesiyle; “küfür, bütün çeşitleriyle kizbdir, yalancılıktır; îman sıdktır, doğruluktur.”(5)
Efendimiz (asm), iman ile yalanın bir arada bulunamayacağını açık bir şekilde şöyle ifade etmiştir. Safvan İbni Süleym (ra) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü! Mümin korkak olur mu?” dedik. ‘Evet’ buyurdular. ‘Peki, cimri olur mu?’ dedik, yine ‘evet’ buyurdular. Biz yine ‘peki, yalancı olur mu?’ diye sorduk. Bu defa: ‘Hayır’ buyurdular.”(6) Görüldüğü gibi Efendimiz (asm), mümin hakkında “yalan” ve “ihanet” karşısında şiddetle tepki göstermiş, asla kabul etmemiştir. Ve “Bir müminde her haslet bulunabilir. Ancak hıyanet ve yalan bulunamaz.”(7) buyurmuştur.
Nitekim Asr-ı Saadette küfrün simgesi haline gelen Müseyleme-i Kezzab’ın en büyük nişanı yalan olduğu gibi, imanın zirvesi olan Efendimiz (asm)’ın en büyük ünvanı da doğruluk olmuştur. Bu iki simge şahsiyet, doğruluk ile yalanın arasını doğu ile batı kadar birbirinden uzak olduğunu hayatlarıyla ilan etmişlerdi.
Yalan, münafıklığın birinci alametidir
Dil ile iman ettiğini söylediği halde, kalbi söylediğini tasdik etmeyen ve inanmayan kimseye “münafık” denir. Münafık, sözü özüne uymayan, olduğundan farklı görünen, asla mümin olmayan gizli kâfirdir. “İnsanlardan öyleleri de vardır ki, kendileri inanan kimseler olmadıkları hâlde, ‘Allah’a ve âhiret gününe iman ettik’ derler.” (Bakara, 8)
Efendimiz (asm) konuyla ilgili “Yalan, nifak kapılarından bir kapıdır” buyurmuştur.(8)
Abdullah İbni Amr İbni’l-Âs (ra)’dan rivayet edildiğine göre Nebî Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi tam münafık olur. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar o kişide münafıklıktan bir sıfat bulunmuş olur:
- Kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona ihanet eder.
- Konuştuğunda yalan söyler.
- Söz verince sözünden döner.
- Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.”(9)
Yalan Allah’ın kudretine iftiradır
Yalan konuşmak, Allah’ın kudretine bir çeşit iftirayı kendi içinde barındırır. Çünkü yalan söyleyen bir kişi, Allah’ın, kudreti ile varlık sahasına çıkarmadığı bir şeyin var olduğunu veya gerçekleştiğini söyleyerek, kudrete karşı bir iftirada bulunmuş oluyor.
Mesela, cennet ve cehennemi yaratmak Allah’ın kudretine bir zerre kadar kolay iken, kâfirler küfrü ile “yaratmaz veya yaratamaz” dedikleri için, hakikati hali yalanlamış oluyorlar. Allah Teâlâ’nın hak bir peygamber gönderdiğini ve hak bir kitap indirdiğini yalanlayarak Allah’ın kudretine iftira etmişlerdir. Bu ise yalanın en büyüğü, en çirkinidir.
Yalan Rabbani hikmetlere zıttır
Büyük bir âlem olan şu kâinatın tedbir ve idaresinde Cenab-ı Hakkın adetullah tabir edilen kanunları vardır. Aynı şekilde, küçük bir âlem olan insanın manevi hayatında dahi şeriat-ı Ahmediye tabir edilen kanunları vardır. Fıtrat kanunları olarak tabir edilen adetullah kanunlarında asla bir eğrilik, bir çatlak, bir noksanlık ve abesiyet yoktur. Yaratılan her şeyde faydaların ve güzelliklerin gözetilmesi, nihayetsiz bir hikmetin işlediğini gösterir.
Adetullah kanunlarında bir eğrilik, noksanlık olmadığı gibi, şeriat-ı Ahmediye tabir edilen Efendimiz (asm)’ın getirdiği kanunlar dahi bize hep iyiliği ve doğruluğu tavsiye etmektedir. İnsanlar arasındaki ilişkiler sevgi, saygı ve güvene dayanır. Doğruluk ve doğru söylemek toplumu kaynaştırırken, yalan ve yalancılık ise insanlar arasındaki saygı ve güveni, dostluk ve arkadaşlığı ortadan kaldırır. Hakların kaybolmasına, adaletin yerini zulmün almasına sebep olur. Haklının yerine haksız geçer. Maslahatlar, hikmetler zayi olur. Yalan sebebiyle birçok ocaklar söner, servetler mahvolup gider. İnsanlar arasındaki karşılıklı güven, sevgi ve saygı duyguları yerlerini kuşku, kin ve düşmanlığa bırakır.
Yalan güzel ahlakı tahrip eder
İslamiyet’in çirkin gördüğü ve asla kabul etmediği yalan sıfatı, güzel ahlakı tahrip eden çirkin bir haslettir. Yalan bütün güzellikleri ve iyilikleri eritip yutan kara bir delik gibidir. Nasıl ki doğruluk, iyiliklerin kaynağı ve cennet yolunun vesilesi ise, yalan da kötülüklerin kaynağı ve cehennem yolunun vesilesidir.
Âlimler, yalanın bir mümine yakıştırılmayacak kadar aşağı, rezil olan çirkinliğini, onun bütün kötülükleri peşinden getirmesiyle izah eder ve “yalanın terkiyle fevahiş (açık kötülükler) de terk edilir” derler.
Bediüzzaman Hazretleri bu konuyu şöyle ifade eder: “Ahlak-ı âliye ve yüksek huyları hakikate yapıştıran ve o ahlakı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdktır. Eğer sıdk kalkıp araya kizb girerse rüzgârlara oyuncak olan yapraklar gibi, o adam da insanlara oyuncak olur.”(10)
İslam âlemini zehirleyen yalandır
İslam âlemini parçalayan en temel problemlerden birisi de Müslümanların, Allah’a ve Resulüne sadakatlerini kaybetmeleridir. Doğruluğun kaybolmasıyla, Müslümanlar arasındaki emniyetin ve birlikteliğin bozulmasıdır. Doğruluk, bütün İslami değerlerin üzerine oturduğu ana zemin, güç aldığı ana eksen durumundadır. Teşbih caizse bir binanın temeli, bir makinenin motoru hükmündedir. Sıdk, İslam dininin, insanlığın ve toplum hayatının olmazsa olmazıdır.
“Âlem-i İslam’ın nizamı, sıdktır” diyen Bediüzzaman Hazretlerine göre doğruluk, Allah’ın rızasını kazanmak ve uhrevî saadetimiz için olduğu gibi dünyamızın kurtuluşu, İslam dünyasının sahil-i selamete çıkabilmesi için de en gerekli ve zaruri bir değerdir. Bu konuyla alakalı kendisine sorulan sorulara şöyle cevap verir:
“Sual: Her şeyden önce bize lazım olan nedir?
Cevap: Doğruluk!
Sual: Daha?
Cevap: Yalan söylememek!
Sual: Sonra?
Cevap: Sıdk, ihlas sadakat, sebat, tesanüt.
Sual: Yalnız (Sıdk mı?)
Cevap: Evet!
Sual: Neden?
Cevap: Küfrün mahiyeti yalandır, imanın mahiyeti sıdktır. Şu burhan kâfi değil midir ki, hayatımızın bekası iman ve sıdkın ve tesanütün devamıyladır?”(11)
Yine meşhur Hutbe-i Şamiye’sinde Müslümanların geri kalmasındaki altı büyük hastalıktan birisini sıdkın, doğruluğun toplum hayatında ölmesi olarak teşhis eder. Deva olarak da şunları söyler: “Sıdk, İslâmiyet’in üssü’l-esasıdır ve ulvî seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyleyse, hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla manevi hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz.”(12)
Sosyal hayatı fesada veren yalandır
İslam; insanların birbirlerine karşı sevgi ve güven duyguları beslediği, yardımlaşan, dayanışan bir toplum düzeni kurmak ister. Bu toplum düzeninin temeli de doğruluk ve dürüstlüktür. Doğruluk ve dürüstlük adaletin tesisine, maslahatların da teminine vesiledir. Yalan, hile ve aldatma ise toplum düzenini parçalayan bir dinamittir. Yalan, hakların kaybolmasına, adaletin yerini zulmün almasına sebep olduğundan, İslam’ın nazarında büyük günahların en büyüklerindendir.
Sıdk, gerek ferdî ve gerekse içtimaî hayatın huzur ve selameti, maddi ve manevî terakkileri için mühim bir esastır. Medeni hayatın pek çok müesseseleri hayatiyetini “sadakatten” ve bunun neticesi olan güven ortamından alır. Bu sebepten olacak ki Hz. Peygamber (asm), en büyük günahları bile mümin için mümkün görürken, toplum hayatını zehirleyen yalan ve hıyanete şiddetle tepki göstermiş, bunların imanla bağdaşmayacağını belirtmiştir.
Yalan insanı kemalattan geri bırakır
Yalan, insanı her türlü kemalattan geri bırakır. İnsanı kemalata götüren yol sıdk olduğu gibi, kemalattan geri bırakan da kizbdir. İbnu Abbas’tan gelen rivayete göre, Efendimiz (asm)’a “kemâl”den sorulunca, “Doğru konuşmak ve doğrulukla iş yapmak” diye cevap verir.(13)
Yine Efendimiz (asm) konuyla ilgili şöyle buyurur: “Kişi, yalan söyleyince kalbinde siyah bir leke peyda olur. Yalana niyete ve yalan söylemeye devam ettikçe büyüyen bu leke, gün gelir kalbi tamamen kaplar ve simsiyah eder. Böylece kul, Allah nezdinde yalancılar arasına yazılır!”(14)
Efendimiz (asm)’ı sahip olduğu yüce makama çıkaran, davasını insanlara benimseten vasıta, öncelikle onun sıdkıdır. Bediüzzaman Hazretleri bu konuyu Peygamber Efendimizin hayatından bahsettiği risalesinde şöyle ifade eder:
“Bu zatın tam 40 yaşının başında iken yaptığı o inkılab-ı azîmi, âleme kabul ve tasdik ettiren ve âlemi celp ve cezp ettiren o Zâtın (asm), evvel ve âhir (yani peygamberlik öncesi ve sonrası) herkesçe malum olan, sıdk ve emaneti idi. Demek o Zatın (asm) sıdk ve emaneti, nübüvvet davasına en büyük bir delil olmuştur.”(15)
Sahabe efendilerimizden olan Ka’b Bin Mâlik şöyle buyuruyor: “Allah Teâlâ Hazretlerinin beni mazhar kıldığı İslam hidayetinden sonra, bana en büyük lütfu sıdkımdır, yalan söylememiş olmamdır. Şayet sıdktan ayrılsaydım helak olurdum. Nitekim yalan söyleyenler hep helak oldular.”(16)
İnsanı yücelten doğruluk, alçaltan ise yalandır
Hz. Peygamber Aleyhissalatu Vesselam’ı ilk doğrulayan Hazret-i Ebu Bekir (ra)’ın vasfı sıddıktır. Ve Resulullah (asm)’ın en zayıf bir zamanında verdiği destekle İslam’ın tesisine katkısı diğer Sahabe Efendilerimizden daha fazladır. Bu sebeple de alimler, Resulullah (asm)’dan sonra ümmetin en faziletlisi Hz. Ebubekir (ra) olduğuna ittifak etmişlerdir.
Asr-ı Saadette yalan bütün çirkinliğiyle, doğruluk bütün güzelliği ile ortaya çıkmış ve tesiri maddeten hissedilmişti. Yalan ile doğruluğun aralarındaki mesafe, yer ile gök arası, doğu ile batı gibi birbirinden ayrılmıştı. Yalanın insanı ne kadar alçalttığı Müseyleme-i Kezzab’da görülmüş, doğruluğun insanı ne kadar yüksek mertebelere çıkardığı Muhammedü’l-Emin (asm)’da şahit olunmuştu. Böylece hakka âşık ve sıdka müştak olan Sahabe Efendilerimiz, yalandan öldürücü bir zehir gibi kaçarak doğrulukla hayatlarını geçirmişler, insanlığa rehber ve muallim olmuşlardı.
Sonuç
Yalan bütün kötülüklerin başı olduğu gibi, doğruluk dahi bütün güzelliklerin esasıdır. İman, altı erkânıyla birlikte, bir tasdikten yani doğrulamaktan ibarettir. Küfür ise, bütün bu esasları yalanlamaktır. Hülasa, yalanın sayılan bütün bu kötülüklerinden kurtuluş yolu, sıdktır / doğruluktur. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin sıdka dair şu veciz ifadeleriyle konumuzu tamamlıyoruz.
“İslamiyet’in esası, sıdktır. İmanın hassası, sıdktır. Bütün kemâlata îsal edici, sıdktır. Ahlak-ı âliyenin hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri, sıdktır. Âlem-i İslam’ın nizamı, sıdktır. Nev-i beşeri, Ka’be-i kemâlata îsal eden (ulaştıran), sıdktır. Ashab-ı Kirâmı bütün insanlara tefevvuk ettiren (üstün kılan), sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalatu Vesselam’ı merâtib-i beşerîyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır.”(17)
Alıntıdır
Kaynaklar
- Buhâri, Müslim, Tirmizi
- Dini kavramlar sözlüğü – sıdk
- İşârâtü’l-İ’câz, 85 (Osmanlıca Nüsha)
- Râzi, Tefsir, 26 – 280
- Mektubat-2, 143 (Osmanlıca Nüsha)
- Muvatta Kelâm 19, (2, 990)
- İbni Ebi Şeybe
- Râmûz el-Ehâdis, no: 1443
- Buhari, Müslim, Tirmizi
- İşaratül icaz 157
- Mektubat-2, 143
- Mehtubat-2, 183
- İhya 4, 694
- Muvatta, Kelam, 18
- İşârâtü’l-İ’câz, 157 (Osmanlıca Nüsha)
- Teysirü’l-Vüsûl-1, 167-168
- İşârâtü’l-İ’câz, 86 (Osmanlıca Nüsha)
Bir yanıt yazın