Gelişi ile müşerref ve mesrur olacağımız Ramazan ayı, adeta on bir ayın sultanı hükmünde olan; en kıymetli, en faziletli, en çok sevap kazandıran ve âhirete manevî mahsuller yetiştirmek için en bereketli bir zamandır.O kadar münbit bir zemindir ki her bir iyilik ve haseneye ya da her bir Kur’ân harfine sair vakitlerde on sevap yazılırken Ramazan’ın gündüz ve gecelerinde en az bire bin sevap verilmekte, hususen Kadir Gecesi olan yirmi yedinci gecesinde bire otuz bine kadar çıkmaktadır.
Kadir Gecesinin bin aydan yani 83 seneden daha hayırlı olduğunu bize Kur’ân bildirmektedir.(1) Ramazan ayını diğer aylardan bu derece üstün ve faziletli kılan, Rabbimizin ezelî kelâmı olan Kur’ân-ı Azim-üşşan’ın o ayda nazil olmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm bize Ramazan ayını tarif ederken, “Ramazan ayı ki Kur’ân o ayda nazil olmuştur”(2) buyurmaktadır.
Tefsirlerin beyanına göre; Kur’ân-ı Muciz’ül Beyan, Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi olan Kadir Gecesinde, dünya semasındaki Beyt-ül İzzet’e Cebrail (as) tarafından, toptan indirilerek Sefere adındaki meleklere yazdırılmıştır. Daha sonra oradan, peyderpey, ihtiyaca göre indirilmiştir. Birinci, toptan indirilişe inzal; sonraki âyet âyet inişlere de tenzil adı verilmektedir. Ayrıca Kur’ân âyetlerinin en çok nazil olduğu ay da Ramazan ayı olmuş ve her Ramazanda, Peygamber Efendimiz (sav) o zamana kadar nâzil olan âyetleri Cebrail (asm)’a arz ederek okumuş ve son Ramazan’da da tamamını iki defa arz etmiştir.Cenab-ı Hakk’ın Kelâm sıfatının en büyük tecellisi olan ve ism-i a’zamdan ve her ismin en azami mertebesinin tecellisi olarak gelen ve Âlemlerin Rabbi ismiyle konuştuğu yüce Kur’ân’ın, kâinatın ve âhiret âlemlerinin mukaddes bir haritası olmak, Rabbimizi bize tanıtan en büyük ve emsalsiz bir mârifetullah kitabı olmak, kainatın bütün gizli sırlarını açmak, eşref-i mahlukat olan insana iki cihan saadetinin yollarını göstermek ve İslâm dininin esaslarını beyan etmek gibi çok yüce ve çok seçkin sıfatları vardır.
Elbette böyle bir kelâmın nüzul zamanı olan Ramazan ayı da onunla şereflenmiş, diğer aylardan üstün bir mevki kazanarak Cenâb-ı Hak o ayı manevî bir bayram ilan etmiş, insanlara orucu emretmiş ve o ayda yapılan hayırlara bin kat sevap vermiştir. Mesela Ramazan boyunca bir Kur’ân hatimi okuyan kişi bin hatim yapmış gibi sevap kazanır. Acaba ömrü boyunca bin defa Kur’ân hatmetmeye kaç insan muvafık olabilir? Bu elbette, Kur’ân okumayı bilen hiçbir müslümanın kaçırmaması gereken en büyük ve en azametli bir kazançtır.
RAMAZAN AYI VE ORUÇ
Ramazan ayının Kur’ân ayı olması yanında çok önemli bir hususiyeti de insan nefsinin en mühim bir terbiye vasıtası olan orucun bu ayda farz kılınmış olmasıdır. Yani Ramazan, hem Kur’ân, hem oruç ayıdır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, orucun diğer aylarda değil de Ramazanda farz kılınmasının hikmetini şu mealde izah eder: Kur’ân’ın en mühim nüzul zamanı olan Ramazan’da, Kur’ânı yeni nâzil oluyormuş gibi dinlemeye hazır bir hale gelmek için yemek içmek gibi hayvanî iştahlardan sıyrılıp bir nevi melekleşerek o ayı en güzel bir şekilde ve en iyi bir ruh hali ile yaşamak ve böylelikle Kur’ân’dan en güzel bir şekilde istifade etmek için oruç emredilmiştir. Hadis-i Şerifte beyan edilen; Kur’ân’ı, ya Cenab-ı Hak’tan dinler gibi veya Cebrail (asm)’dan veya Hazreti Peygamber (sav)’den dinler gibi en kudsi duygular içerisinde dinlemeyi temin etmektir.
Kur’ân-ı Kerim’de, “Oruç sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.”(3) buyurulmaktadır. Namaz gibi bütün ümmetlere farz kılınan oruç ibadetinin elbette çok büyük hikmet ve faydaları ve faziletleri vardır. Pek çok hadis-i şeriflerle bunlara işaret edilmiştir. İmam-ı Gazali Hazretleri (ra) İhya isimli eserinde, Peygamber Efendimiz (sav)’in “Oruç sabrın yarısıdır.” Ve “Sabır imanın yarısıdır.” hadis-i şeriflerinden yola çıkarak “Oruç imanın dörtte biridir.”(4) demekle orucun pek büyük ehemmiyetine işaret eder. Meşhur bir hadis-i şerifte “İman kırk küsur şubedir.” buyurulduğunu hatırlarsak orucun dinimizdeki pek mühim mevkiini görürüz.
RAMAZAN ORUCUNUN HİKMETLERİ
İslâmiyetin en büyük şeairlerinden yani alâmetlerinden biri olan Ramazan orucunun pek çok hikmetlerinden dokuzunu Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Ramazan Risalesinde izah eder. Makam münasebetiyle orada zikredilen dokuz hikmeti kısaca özetleyerek buraya alıyoruz.
1- Rabbimizi ve o’nun kulu olduğumuzu hatırlatması: Gaflet sebebiyle hadsiz nimetlerle rızıklandırıldığını ve Rabbi tarafından terbiye olunduğunu unutan insan, iftar sofrasında beklerken ezan ile gelen “Buyurunuz!” ilahi emriyle o nimetlerin kimin olduğunu ve kendisini nimetlerle terbiye eden Rabbini ve O’nun kulu olduğunu o halin ikazıyla hatırlar.
2- Nimetlere şükretmeyi öğretmesi: İnsanda şükür ve minnetdarlık duygularını ortaya çıkaran üç şeydir. Birincisi nimetin kıymetini; ikincisi o nimete olan ihtiyacını bilmek; üçüncüsü o nimetlerin başkası tarafından verildiğini görmektir. Orucun verdiği açlık ile kuru bir ekmeğin dahi ne kadar kıymetli olduğunu ve ona ne kadar muhtaç olduğunu ve yemesinin yasaklanıp izne tabi olması ile de o nimetler kendisinin değil Allah’tan birer ihsan olduğunu hissederek hakiki şükrün anahtarını elde eder.
3- Fakir ve aç insanlara karşı şefkat ve yardımı öğretmesi: Açlık ve fakirlik bilmeyen insanlar, açlığın ne demek olduğunu tatmazlarsa fakirlere gereği gibi şefkat ve yardım edemezler. Ramazan ayında en zengin insanların bile tatmak zorunda kaldıkları açlık, fakirlerin acınacak acı hallerini bizzat anlamalarını sağlar. Bu da zengin tabakanın fakirlerin imdadına daha bir şefkatle koşmalarını temin eder.
4- Nefsin serbestlik duygularını kırması: Nefis daima Allah’ın yardımına ve ihsanına yani O’na bağlı bir kul olmaya muhtaç olduğu halde bağımsız ve hür olmayı ister ve O’nun kulu olduğunu hatırlamak istemez. Oruç vasıtasıyla anlar ki kendisi hiçbir şeyin hiçbir nimetin hatta kendinin dahi maliki değildir. Bilakis Allah’ın mülküdür ve kuludur. Allah izin vermezse ne yiyebilir, ne içebilir. En sıradan bir işi bile müsaadesiz yapamaz, elini suya uzatamaz.
5- İnsana güzel ahlâklar kazandırması: Gafletle aczini ve fakrını unutan, hata ve kusurlarını görmek istemeyen her an ölüp dağılıverecek bir vücudu olduğunu fark edemeyen insan, Rabbini de âhiretini de gereği gibi düşünemez ve bu sebeble kötü ahlâklar içerisine yuvarlanır. Fakat açlık vasıtasıyla âcizliğini ve fakirliğini fark ederek bütün bu gafletlerden sıyrılan insan, Rabbini hatırlar ve âhiretini düşünür ve onu kazanabilmek için kötü ahlâklardan kaçar ve güzel ahlâkları elde eder.
6- İnsanı Kur’ân’dan azamî istifâdeye hazırlaması: Ramazan, Kur’ân ayı olduğu için ve Kur’ân’ın en mühim nüzul zamanı olduğundan, oruç vasıtasıyla o aya en uygun melek gibi bir vaziyet alarak Kur’ân’dan en fazla istifade etmenin kapılarını açar.
7- Çok büyük uhrevi kârlar kazandırması: Ramazan Kur’ân ayı olduğundan adeta ilâhî bir bayram hükmünde olması sebebiyle, rahmet-i ilâhiye tarafından her bir iyilik ve haseneye pek çok sevaplar verilir. Amellerin sevapları ondan bine; Kadir Gecesinde otuz bine kadar çıkar. Böyle büyük âhiret ticaretlerinin yapıldığı bir ayda, insan için en güzel vaziyet, oruçla nefsani zevklerden uzaklaşarak bir cihette melekleşip uhrevi bir adam halini almaktır. Orucun kazandırdığı ulvî, kudsî duygularla en büyük ve ebedî kazançlar bu ayda elde edilebilir.
8- İnsan sağlığına hizmet etmesi: Nefsani arzulara tabi olarak rast gele yiyip içmek ve midesini gâyet düzensiz ve sık aralıklarla çalıştırmak tıbben pek çok hastalıkların sebebidir. Bir ay boyunca tutulan bir perhiz hükmünde olan oruçla midesini dinlendiren insan, beden sağlığı için mühim bir tedavi dönemine girmiş olur. Oruçla nefsini kontrol etmeye ve onun hevâî arzularını dinlememeye alışan bir kimse, başka zamanlarda da midesini sıhhate daha elverişli şekillerde kullanmaya muvaffak olur. Abur cuburdan ve vakitli vakitsiz yemekten kurtulur.
9- Nefsin firavunluğunu kırması: Nefis adeta firavun gibi Rabbini tanımak istemez. Kendini müstakil bir Rab gibi görür. Açlıktan başka hiçbir ceza nefisteki bu firavunluk hissini kıramaz. Nefsin firavunluk damarını kıracak ve rablik davasından vaz geçirecek tek ilacın açlık olduğunu beyan eden bir hadis-i şerifte Resul-ü Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: “Cenab-ı Hak nefse demiş ki: “Ben neyim, sen nesin?” Nefis demiş: “Ben benim, sen sensin!” Azab vermiş, Cehennem’e atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, ente ente.” Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış. Yine sormuş: “Men ene vema ente?” Nefis demiş: “Ente Rabbî’r Rahîm ve ene abduke’l âciz” Yani: “Sen benim Rabb-i Rahîm’imsin, ben senin âciz bir abdinim.” (5)
(1)Kadir Sûresi, 3
(2)Bakara, 185
(3)Bakara, 183
(4)İhya cilt1, 660
(5)Osmanlıca Mektubat, 248
- İbâdetlerin bir illeti, yani âyet, hadis, icmâ gibi bir delili, bir de hikmeti vardır. Bir ibâdeti yaparken illetini bilmek lâzım; fakat hikmetini bilmek lâzım değildir. Çünkü ibâdetlerin hikmetleri açık olarak bildirilmemiştir. Bilinen yüzlerce hikmetten başka daha tespit edilemeyen pek çok hikmet vardır. Fakat tespit edilen hikmetlerini de bilmekte zarar değil pek çok fayda vardır. Bu, hayranlık duyup, o ibâdeti seve seve yapmaya, yakîne sebep olur. İslâmiyeti bilmeyenlere, hikmetini, faydasını anlatmak, dini sevdirmeğe vesile olur. Mü’min, ibâdetlerini Cenâb-ı Hak emrettiği için yerine getirmelidir. İbâdetlerde esas olan budur.Orucun, dünyadaki faydalarından biri insanlara açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunu öğretmektir. Tok, hiç bir zaman açın halinden anlamaz ve ona merhamet etmez. Oruç, bundan başka, nefse hâkim olmayı sağlar. Oruç tutma zamanı Arabî aya göre tayin edildiğinden, her sene önceki seneye göre on gün evvel başlar. Bu sebebden bazen yaza, bazen kışa isabet eder. Böylece en kısa ve en uzun günlerde de oruç tutmuş olur.Allahü Teâlâ’nın emrini yerine getirmek için gündüzleri bir ay oruç tutan bir Müslüman, Allahü Teâlâ’nın emirlerini yapmak itiyadını da kazanır. Böylelikle, Allahü Teâlâ’nın başka emirlerini yapmaya da alışkanlık peyda eder.
“ORUÇ TUTUNUZ, SIHHAT BULUNUZ”
Oruç, bir sene boyunca durmadan çalışan sindirim sisteminin istirahate sevk edilmesi ve insan vücudunun bir tasfiyeye tabi tutulmasıdır. Böylece, sindirim sistemi dinlendirilmiş olur. İnsanlarda en çok görülen rahatsızlık, sindirim bozukluğudur. Şişmanlık, kalp ve damar hastalıklarına, şeker hastalığına ve tansiyon yüksekliğine sebep olmaktadır. Oruç, bütün bu hastalıklara karşı koruyuculuk vazifesi yaptığı gibi, bir de tedavi vasıtasıdır. Bugün birçok hastalıktan kurtulmak için, perhiz lazım olduğunu herkes biliyor.
Oruç ile insanın güçlü bir irade kuvveti kazanacağı şüphesizdir. Bu sebep ile alkol, uyuşturucu gibi, kötü alışkanlıklardan oruç vesilesi ile kurtulanlar çok görülmektedir.
Oruç, vücuttaki karbonhidrat, protein ve bilhassa yağ depolarının harekete geçirilmesini sağlar. Oruç sayesinde madde süzmekten kurtulan böbrekler, tamire girerek, dinlenme ve yenilenme imkânı bulurlar.
Oruç normal sıhhatli olan insanlar için çok faydalı bir perhiz teşkil eder. Az yemek ve itidal ile yaşamak sonucu oruç tutanlar genellikle Ramazanda bir kaç kilo zayıflarlar. Bu suretle 11 ay zarfında vücutta depo edilen zararlı yağlar erimiş olur. Bu ise asrımızda herkese tavsiye edilen en mühim sağlık kuralıdır. Çünkü şişmanlık şeker hastalığına pek yakındır. Ayrıca damar sertliği, kalp hastalığı, tansiyon yüksekliği ve buna bağlı pek çok hastalığa müsait bir zemin hazırlar. Demek oluyor ki oruç, bütün bu dertlerden insanı koruyucu bir etki yapar.
Bu gerçeği, sadece Müslüman bilim adamlarımız değil, konuyu inceleyen yabancı bilim adamları da dile getirmektedir: 1940 Nobel Tıp ödülünü kazanan ünlü bilim adamı, Dr. Alexis Carrel “L’Hamme, Cet İnconnu” adlı eserinde: “Oruç sırasında organizmalarda depo edilmiş besin maddelerinin harcandığını, sonradan bunların yerine yenilerinin geldiğini, böylece bütün vücutta bir yenilenme olduğunu ve orucun sağlık bakımından çok yararlı olduğunu.” bildirmektedir.
ORUÇ TUTMANIN TOPLUM AÇISINDAN ÖNEMİ
İbâdetlerin faydaları sadece fertlerle sınırlı değildir. Bazı ibâdetler toplum düzen ve ahengini önemli ölçüde etkiler. Mesela oruçta bu özellik çok bariz ve belirgin bir şekilde gözlemlenir. Cemaatle kılınan namazların sosyal ilişkiler açısından ne kadar önemli etkisi olduğunu kim inkâr edebilir?
Zekâtta bunlara ilaveten sosyoekonomik dengeleri olumlu yönde etkileyen çok hikmetli özellikler vardır. Ramazan ayının manevi atmosferi içinde farz olan zekâtın dışındaki her türlü sadaka ve maddi yardımlaşmanın da zenginleştirdiği bir ihsan ortamında nice bunalmış insanların sıkıntı ve problemlerine çözüm ve rahatlık sağlandığı herkesin bildiği bir gerçektir.
Ramazan ayı boyunca insan, aslında ferdi ve sosyal olgunluğa erişmek için çok ciddi ve zor bir imtihandan geçer. Nefsinin zaaf ve tutkularıyla oldukça çetin bir mücadele içine girer.
Oruç, kişi iradesini iyiye ve güzele yönlendirme noktasında insana çok ciddi destek ve katkılar sağlar. İnsan; çirkinlikler ve olumsuzluklar bir yana, günlük hayatın normal seyri içinde kendisi için helal ve meşru olan pek çok iş ve davranışları bile, geçici bir zaman için bile olsa kısıtlama veya tamamen terk edebilme kararlılığını gösterir.
Faydalı ve güzel işleri yapmakta çok farklı bir şevk ve heyecan duymaya başlayan insan, yavaş yavaş kötülüklerden nefret etmeye başlar. Önemli olan Ramazandan sonra da aynı alışkanlıkları sürdürmek ve bunları kalıcı hale getirmeye çalışmaktır.Zaten Ramazan sonunda büyük sevinç ve mutluluk sahnesi oluşturan Bayramın ifade ettiği hikmetli mana, nefse karşı yürütülen akılcı ve kararlı mücadelenin zaferle sonuçlanmış olmasıyla çok yakından ilgilidir.
Ramazan-ı Şerifte tutulan oruç, şayet halis bir niyetle tamamlanırsa ona verilecek manevi ecir ve sevaba insanlarca bir ölçü ve sınır konulmasına imkân yoktur. Çünkü Cenab-ı Hak “Oruç sırf benim için eda edilen bir ibâdettir, onun mükâfatını da ancak ben takdir ederim” buyurmuştur.
ORUÇ KÖTÜLÜKLERDEN KORUR
Kur’ân-ı Kerimde, orucun farz kılındığını bildiren ayetin sonundaki “…ta ki korunasınız” buyrulmaktadır. Allah teâlâ, her derde bir deva, her hastalığa bir ilaç verdiği gibi kötülüklere karşı da korunma yollarını göstermiştir. İşte orucun bir özelliği, bir hikmeti de bizi kötülüklerden koruyan bir ibâdet oluşudur.
Nitekim Peygamberimiz de “Oruç bir kalkandır, o halde oruçlu kötü söz söylemesin. Kendisi ile çekişip kavga etmek isteyen kimseye iki defa, “ben oruçluyum” desin.” buyurmuştur.
Kalkan, savaşlarda kişiyi düşmanın kılıcından koruyan bir vasıta idi. Kalkan, sahibini düşmandan koruduğu gibi oruç da aynı şekilde kişiyi kötülüklerden ve günah işlemekten korur. Oruçlu, kötülüğü başlatan kişi olmayacağı gibi, kendisine fena söz söyleyen ve kavga etmek isteyenlerin bu davranışlarına karşılık: “Ben oruçluyum, ben oruçluyum” diyerek nefsine hâkim olacak ve kendisini kavganın içine çekmek isteyenlere uymayacaktır. Böylece oruç, bir kalkan gibi kişiyi kötülüklerden korumuş olacaktır.
Oruç, kişiyi sadece kötülüklerden korumakla kalmayacak, onu cehennem ateşinden de koruyacaktır. Çünkü insanı cehenneme sürükleyen kötülüklerdir, bunlardan uzaklaşan cehennemden de uzaklaşmış demektir.
Her kötülüğün başı, Cenab-ı Hakkı unutmak ve sorumluluk duygusunu kaybetmektir. Hâlbuki oruç, bize daima Allah’ı hatırlatır, sorumluluk duygusunu geliştirir. Bir ay boyunca devam eden bu manevî eğitim sonucu Allah korkusu kalplere iyice yerleşir, bunun olumlu tesiri ile de insan davranışlarını kontrol altına alarak her türlü kötülükten uzaklaşmış olur.
HASTALIKLARIN BAŞI ÇOK YEMEK
Allahü Teâlâ, insanı ve bütün varlıkları âciz, muhtaç olarak yaratmıştır. Bedenin çeşitli şeylere ihtiyacı vardır. Hastalandığı zaman, tedavi olmaya muhtaçtır. Hastalıkların çeşitli sebepleri mevcuttur. Bunların ekserîsi ise, çok yemekten ileri gelmektedir. Az yiyenin vücûdu sıhhatli olur.
Orucun insan sağlığına te’sîri, sayılamayacak kadar çoktur. Bunların içinden en önemlileri olarak karaciğer ve damarlar üzerindeki etkileri olarak bildirilmiştir.
Karaciğer, vücûdun, muazzam kompüterlerle çalışan kimya laboratuarı gibidir. Karaciğer, bir taraftan sindirim için çok büyük mes’ele olan yağları sindirir, eritir, diğer taraftan da besinleri depo eder, ihtiyaca göre onları çözer. Ayrıca karaciğer, vücûda giren mikroplara karşı, faydalı zehirler üretir. Kemik iliğinde kan yapan hücreler için, temel maddeler hazırlar.
Vitamin ve hormonlar ile kandaki iyot dengesinin bütün faaliyetinden karaciğer sorumludur. Bunun için karaciğer hücreleri, yirmi dört saat durmadan çalışmak mecburiyetindedir. Çok yemek ve içmek, karaciğer hücreleri için çok zararlıdır. Aşırı derecede çalışan karaciğer hücreleri, Ramazan-ı şerîfte, oruç tutmak suretiyle dinlenmektedir. Böylece karaciğer, bir sene müddetle daha kuvvetli çalışma imkânı bulmaktadır.
Bugün yapılan tıbbî araştırmalarda, gençliğinden i’tibâren oruç tutan kimselerin karaciğer bozukluğu ile ilgili rahatsızlık çekmediği tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalarda, zayıf, güçsüz kimselerin oruç tuttukları zaman, daha kanlı canlı hâle geldikleri görülmüştür.
Orucun, karaciğer üzerindeki bu etkisinin yanı sıra damarlar üzerindeki etkisi de insanı hayretler içinde bırakmaktadır. Damarların en büyük düşmanı, kandaki aşırı besin maddeleri ve bilhassa bu maddelerin yakılamıyan artıklarıdır. Bu artıklar, ihtiyarlığın, yıpranmanın sebebi olarak gösterilmektedir.
Oruçlu iken, hücre arası su azaldığından, küçük tansiyon azalarak damarların üzerindeki baskı kalkar. Bunun için oruç tutanların damarları ve küçük tansiyonları daima sağlıklı olmaktadır.
ORUCUN SOSYAL FAYDALARI
Orucun fert bakımından pek çok faydaları yanında toplumun huzuruna da sağladığı çok önemli faydaları vardır.
Oruç, insanın şefkat ve merhamet duygularını geliştirerek bunun topluma sevgi ve yardım şeklinde yansımasını sağlar.Hayatında açlık nedir bilmeyen bir insan yoksulların çektiği açlık ve sıkıntıyı gereği gibi anlayabilir mi? “Bir eli yağda, bir eli balda” olan varlıklı bir kimse yoksulların çektiği ızdırabı yüreğinde duyabilir mi? Elbette ki, gereği gibi duyamaz.
Fakat oruç tutan kimse açlığın ne demek olduğunu bizzat tatmış olduğundan yokluk içinde kıvranan fakirlerin, kimsesizlerin çektikleri sıkıntıları içinde duyarak şefkat ve acıma duyguları gelişir. Bunun sonucu olarak da fakirlere yardım elini uzatarak sıkıntılarını giderir, toplumun huzur ve mutluluğuna katkıda bulunur.
Bizim için en güzel örnek olan sevgili Peygamberimiz insanların en cömerdi idi.
Ramazan ayında cömertliği doruk noktasına ulaşır, elinde ne varsa yoksullara dağıtırdı.
Peygamberimizin mubarek hanımı Hz. Aişe diyor ki: “Allahü teâlânın Rasûlü üç gün peşpeşe karnını doyurmamıştır. İsteseydi doyururdu. Lâkin o, yoksulları doyurup kendisi aç kalmayı tercih ederdi.”
ORUÇ AHLÂKIMIZI GÜZELLEŞTİRİR
Oruç, imsaktan akşama kadar bir süre basit bir aç kalma olayı değildir. Oruç, köklü bir irade terbiyesi, insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen, çirkin davranışlardan uzaklaştıran ve iyi huylar kazandıran bir ibâdettir.
Nitekim Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: “Her kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa Allah onun yemesini, içmesini bırakmasına değer vermez.”
Bu hadis-i şerifte, oruç tuttuğu halde kötü huyları terketmeyenlerin oruçlarının kâmil oruç olmayacağını bildirilmiştir.
Peygamber efendimiz diğer bir hadis-i şerifinde de: “Çok oruç tutanlar var ki onlara tuttukları oruçlardan sadece açlık ve susuzluk kalır. Çok gece ibâdet edenler vardır ki onlara da bundan kalan sadece uykusuzluktur.” buyurmuştur.
Bu kimseler, helâl olan şeylerden uzaklaştıkları halde, uzaklaşmaları gereken diğer haramlardan uzaklaşmadıkları için oruç borcundan kurtulmakla beraber oruç ibâdetinden bekledikleri karşılığı tam bulamayacaklardır.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, orucun bir hikmeti de, insanı kötülüklerden uzaklaştırarak olgunlaştırmak, ahlâk ve fazilet sahibi olmasını sağlamaktır.HASTALIKLARIN TEDAVİSİNDE ORUÇ
Dr. Dewey, Dr. Guelpa, Dr. Frumusan, Dr. Pauchet gibi oruçla ilgili araştırmalarda uzmanlaşmış tabibler de, hastalarını tedavi etmek için kısa ve uzun süreli oruç kürleri uygulamışlardır. Bunlardan Dr. Dewey hastalarına ve sağlıklı kişilere günde iki öğün yemek yemelerini; cerrahi Profesörü Dr. Pauchet, ameliyatı daha tehlikesiz kılmak ve yaraların çabuk kapanmasını kolaylaştırmak için hastalarına ameliyat öncesi ve sonrasında oruç tavsiye ediyordu.
Geffroy orucu fizikî ve ruhî bakımdan ikiye ayırarak her iki açıdan bazı tavsiyelerde bulunmaktadır. Fizikî bakımdan daha çok meyve sebze rejimi, banyo, açık hava gibi faktörlerin oruçla tedavideki önemine dikkati çekmektedir.
Geffroy, “Ruhî-mânevî bakımdan nasıl oruç tutmalı?” sorusuna kısaca şöyle cevap vermektedir: “Her devirde oruç mükemmel bir ruhî/manevî eğitim ve de mâsivadan kurtulma vasıtası olarak kullanılmıştır. İnsanın, Yaradanına kavuşabilmesi O’nun emir ve yasaklarını çiğneyerek mümkün olamaz. Allahü Teâlâ’nın bizi ruh ve bedenden yarattığını, bir ruhumuz, bir bedenimiz olduğunu asla unutmamak gerekir. Beden ve ruh ölünceye kadar birbirinden ayrılmayacak bir şekilde yaratılmıştır. Dolayısıyla maddî âlemden zamansız ve gereksiz bir biçimde kopmak ve bedeninin ihtiyaçlarını hiçe saymak akıl kârı bir iş değildir. Nefse tam hâkimiyet ve kemâle ulaşabilmek için insan, bütün bir ömre, hem de günden güne giderek arınan bir ömre ihtiyacı olduğunu unutmamalıdır. Ayrıca insan az veya çok büyük ölçüde nihai başarıya götüren faktörlerin tamamını dikkate almak zorundadır.”
Bazıları aç kalmanın zararlı olduğu söylüyorlar. Aç kalmakla oruç tutmayı karıştırmamalıdır. Bunlar çok farklı şeylerdir. Aç kalmak zararlı olabilir, fakat oruç tutmak faydalıdır. Çünkü insan aç kalınca devamlı yiyecek beklentisi içinde olduğu için mideye devamlı salgı gelmektedir. Bu da zararlı olmaktadır. Fakat oruç tutan kimsede yemek beklentisi yoktur. Beyin biliyor ki iftara kadar yemek gelmeyecek. Bunun için beyinin emriyle salgı akmamaktadır. Salgı akmayınca da mide zarar görmemektedir.
RAMAZAN
Yâ Rab şu muazzam Ramazan hürmetine,
Kaldır aradan vahdete hâil ne ise;
Yâ Rab şu asırlarca süren tefrikadan
Artık ezilip düşmesin ümmet ye’se.
Mademki verdin bize bir ruh-u nevîn…
Ya Rab, daha bir nefha-i te’yid insin!
MEHMED AKİF ERSOY
Bismillâhirrahmânirrahîm
l. Biz onu (Kur’ân’ı) Kadir gecesinde indirdik.
2. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin?
3. Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır.
4. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar.
5. O gece, esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar.
ABDULKADİR GEYLÂNÎ HAZRETLERİ BUYURUYOR:
Kadir gecesinin gizli tutulmasındaki hikmet
Biri şöyle sorabilir:
-Allah-ü Teâlâ neden kullarına Kadir gecesini kesin bir şekilde yakînen bildirmedi? Nitekim Cuma gecesini onlara bildirdi.
Bu soruya şöyle cevap verilebilir:
-Tâ ki, o gece yaptıkları amele güvenmeyeler.
O geceyi bulup hayır işlediler mi derler ki:
-Biz bin aydan hayırlı geceyi ihya ettik. Allah bizi bağışlasdı Onun katında, bizim için dereceler ve cennetler meydan geldi.
Dolayısıyla hiç amel işlemezler, o gece yaptıklarına güvenirler. Kendilerinde ümit ağır basar (ucba düşerler) helâk olurlar.
Bunun gibi kullara ömürleri de bildirilmemiştir. Tâ ki ömrü uzun olan şöyle bir şey demeye geçmesin:
-Şehvet isteklerimi yerine getiririm. Dünya lezzetlerine ve nimetlerine dalarım. Ömrümün bitmesine yakın da, tevbe eder, Rabbimin ibâdeti ile meşgul olurum. Böylelikle tevbekâr yararlı bir kimse olarak ölürüm.
Anlatılan manadan ötürü, Allah-u Teâlâ kullarına ecellerini gizledi. Tâ ki sonuna kadar korkulu ve çekingen olalar. Ölümden korkup iyi amel işleyeler. Tevbeye ve yararlı amellere çok devam edeler. Kendilerine ölüm geldiği zaman hayır üzere bulunalar.
Bu arada, dünyanın lezzetleri ve istek duydukları şeyleri de; kendilerine gelir. İyi niyetleri ve helâlinden alıp yedikleri için, Allah’ın rahmeti ile âhiret azabından kurtulurlar.
Denilmiştir ki:
Allah-u Teâlâ dört şeyi, dört şeyde gizledi. Şöyle ki:
1-Allah-u Teâlâ rızasını taatlarda gizledi
2-Allah-u Teâlâ, gazabını masiyetlerde gizledi
3-Orta namazı, bütün namazlar arasında gizledi.
4-Kadir Gecesini Ramazan ayı içinde gizledi.
Zekâtlarımızı verelim!
Allah-u Teâlâ her insanın yaşayacak kadar olan rızkını taahhüt etmekle beraber, zaruri olmayan ihtiyaçları temin noktasında insanları farklı zenginlikte yaratmış. Kimini fakirlikle imtihan eder, kimini de zenginlikle. Fakat zenginin tabi olduğu imtihan ile fakirin tabi olduğu imtihan ayrı ayrı olduğu için bir adaletsizlik söz konusu değildir. Hatta fakir insanların çoğunlukla dindar olması ve zenginlerin de çoğu zaman gaflet ve sefahate dalmaları dolayısıyla, fakirler âhiret cihetinde daha avantajlı da sayılabilir.
İnsanlar zenginiyle fakiriyle aynı toplumda kardeşçe yaşamaları ve huzurlu olmaları gâyet tabiidir. Fakat, böyle bir toplumun huzurunu bozan en dehşetli bir hastalık, “ben tok olayım da başkası acından ölse bana ne?!” düşüncesidir. Bu, felsefe üzerine bina edilmiş batı medeniyetinin insanlığa sunduğu zehirli bir meyvesidir. Adı, ferdiyetçiliktir. Tarihte vuku bulmuş büyük ihtilaller, genellikle zengin-fakir veya alt tabaka-üst tabaka çatışması şeklinde olup, hepsinin temelinde de bu illet vardır. İhtilaller, devrimler, karşı devrimler, savaşlar, vs… Yani zulüm getirmiş, kan akıtmış, insanlığın yüzde doksanına dünyayı zindan edip, ancak yüzde on’luk mutlu(!) bir azınlık tabakası oluşturmuştur. İslâmiyet ise bu dehşetli illeti “zekât” emri ile tedavieder. Yani zenginin malı içinde, fakire bir hak tanır. Zengine fakiri düşünmeyi, ona yardım etmeyi emreder.
MÜLK ALLAH’INDIR!
Mülk Allah’ındır, Ondan başka hakiki mülk sahibi yoktur. İnsan sadece Allah’ın verdiği nimetlerin, mal ve mülkün emanetçisidir, hakiki sahibi değil. Ve Allah çokça mal-mülk verdiği bir zengine, zekâtı emretmekle, “kulum, mülk senin değil benimdir, öyleyse sana emanet olarak verdiğim malın kırkta (bazı mallarda on’da) birini fakir kullarıma ver!” der âdetâ.
Çünkü kırk malın kırkını da veren O’dur. Otuz dokuzunu zenginin kendisi için; birini de fakire vermek üzere ona vermiştir. Mesele şuna benzer. Bir baba sokağa çıkan iki çocuğundan büyük olanın eline bin lira verirken, yüz lirasını küçük kardeşine vermesini söyler. Sokağa çıktıktan sonra da büyük kardeş -sanki kendi alınteriyle kazanmış gibi- hepsini kendi parası olarak görüp, kardeşine yüz lira vermeyerek apaçık haksızlık eder. Eve dönünce babası, büyüğünü cezalandırır, küçüğüne de daha fazla harçlık vererek sevindirir.
Bilindiği üzere Kur’ân-ı Kerîm’de namazın farz kılındığı hemen her âyette zekât da farz kılınmıştır. Mümin, sadece Rabbine secde ederek Allah’ın birliğini ilan ederken, zekâtla da mülkün sahibi yalnız ve yalnız Allah olduğunu ilan eder. Zekât namazın manasını ikmal eder. Yoksa “Allah birdir” deyip, mülkünü insanlara paylaştırırcasına her zengini (kendisi dâhil) mülk sahibi kabul etmek, iman ile bağdaşmaz.
Bundan dolayıdır ki, fakirin hakkı olan zekâtı vermemek hak ihlali olduğu gibi, zekât verirken minnet altına almak da doğru değildir. Nasıl ki Allah, ağacı insanlara meyve vermeye sepep yapmış, hayvanı süt vermeye vasıta yapmıştır. Bunun gibi, zengini de fakirlere nimet vermekte bir sebep yapmıştır. Veren Allah’tır, zengin ise aracıdır, sebeptir. Allah, fakire nimet vermek için zengini arada sebep yaparak, fakiri zengine dost yapar, aralarında kardeşlik bağları tesis eder.
ZEKÂT SOSYAL BARIŞI SAĞLAR
Fakir ile zenginin arasındaki dengesizliğin devamı, zekât müessesesinin işletilmemesi sebebiyle olduğu gibi, bu dengesizliğin daha da korkunç hale gelmesinin sebebi de faiz belasıdır. “Ben tok olayım, başkası acından ölse bana ne” düşünces(izliğ)ine, “sen çalış ben yiyeyim” safsatası da eklenince, o toplumda umumi huzur yerini karışıklığa bırakır.
Zekâtın hayale bile gelmediği, faizsiz iktisat sisteminin akıl bile edilemediği toplumlarda her zaman, yüzde onluk, mutlu bir azınlık bulunur. Fakir çoğunluğun hakkı zekâtın terk edilmesiyle ihlal edilirken, onun alın teri ile kazandığı elindeki azıcık mal da faiz marifetiyle günden güne zenginin eline geçer. Zengin her gün biraz daha zenginleşirken, fakir daha da fakirleşir. Böyle bir sistem halkınının huzurunun sağlayamayacağı için, ömrü kısa olur, hatta fakirlerin tahammül ettiği yere kadar gider, sonra tıkanıp kalır.
İşte, milletinin saadet ve huzurunu gaye edinen siyasiler, iktisatçılar ve sosyologlar, zekâtın yaygınlaşmasına, faizin de önünün alınmasına çalışmalıdır. Yoksa hamiyyetperverlik adına kendilerini aldatmış olurlar.
LEYLE-İ KADİR: Bin Aydan Hayırlı Gece
YIL İÇİNDEKİ MANEVÎ PAZARLAR
hükmündeki kandiller içerisinde Kadir Gecesi’nin müstesna bir yeri vardır. Kadir gecesi tüm gecelerin sultanıdır. Kadir gecesini gecelerin sultanı yapan ve bu geceyi bin aydan hayırlı yapan en mühim sebep, onda Rabbimizin ezelî kelamı olan Kur’ân’ın indirilmesidir. İnmesiyle beşeri karanlıktan, manasızlıktan, ümidsizlikten kurtaran ve nura, kurtuluşa, saadete kavuşturan Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın indiği gece elbet bin aydan hayırlı olacaktır. Rabbimiz Gecelerin Sultanı olan Kadir Gecesi’nin ehemmiyetini bizlere şöyle haber vermektedir:
“Biz Kur’ân’ı Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu bilir misin? Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır. Melekler ve Cebrail o gecede herbir iş için Rablerinin izniyle yeryüzüne iner. Tanyeri ağarıncaya kadar o gecede selamet vardır.”
NİÇİN “BİN AYDAN HAYIRLI” KILINDI?
Merhum Elmalılı Hamdi Kadir Gecesi’nin niçin “bin aydan hayırlı” diye vasıflandırıldığını şu şekilde izah eder: “O gece amel, ibâdet ve mücahede ile erilecek olan hayır ve sevap, onsuz bin ay amel ile kazanılacak olan hayır ve sevaptan daha çok, daha fazla hayırlıdır. Bir sınır ve miktar ile tayin ve tahdit edilmeyecek kadar çok hayırlıdır. Artık ne kadar daha çok hayırlı olduğunu Allah bilir. Bu sırf Allah Teâlâ’nın Muhammed ve ümmetine bir lütfu ve ihsanıdır. Bu tafdil (üstün görme) için en az olarak bin adedin ölçü olarak gösterilmesi tahsis için değil, çoğaltmak içindir. Böyle iken bin seneden veya bin asırdan denilmeyip de “bin ay” deyip özellikle ay ile ifade olunmasının sebebine gelince, bu hususta birkaç rivâyet vardır: 1-İbnü Münzir’in ve İbnu Ebî Hâtim’in ve “Sünen”de Beyhaki’nin Mücahid’den rivâyet ettikleri vechile; Hz.Peygamber (s.a.v.) İsrailoğulları’ndan bir erin Allah yolunda bin ay silah giyinmiş olduğunu anlatmıştı. Müslümanlar buna şaştılar ve amelleri kendilerine pek küçük göründü. Allah Teâlâ da bu sûreyi inzal buyurdu. 2-İbnü Ebî Hâtim’in Ali b. Urve’den rivâyetine göre: Resulullah (s.a.v.) bir gün İsrailoğulları’ndan dört kişinin seksen sene Allah’a ibâdet edip, göz açıp kapayacak kadar bir zaman günah işlemediklerini anlatmış, Eyyûb’ü, Zekeriyya’yı, Hazkil b. Acuz’u, Yuşa b. Nun’u zikretmişti. Ashab-ı Kiram buna hayret ettiler. Bunun üzerine Cebrail gelip “Ey Muhammed, ümmetin o birkaç kişinin seksen sene ibâdetinden hayrete düştüler. Allah Teâlâ sana ondan daha hayırlısını indirmiştir diye “Kadir” suresini okudu da , “İşte bu senin ümmetinin hayran kalışından daha hayırlıdır.” dedi. Resulullah da sevindi.” (Biz burada iki rivâyeti iktibas etmekle iktifa ettik diğer rivâyetler için Merhum Elmalılı’nın tefsirine bakılabilir.)
Merhum Elmalılı’nın izahından şu nükteleri çıkarmak mümkün: Birincisi; demek ki Kadir Gecesi’nin kıymetini tam olarak takdir etmek mümkün değil. Bu gece yapılacak ibâdetlerin ecrini ancak Allah (c.c.) bilir. Zira “bin aydan hayırlı” ifadesi tahsis için değil. İkincisi; Rabbimiz bize bir gecede seksen senelik bir ömürde kazanılacak bir ibâdet sevabını bir gecede kazanma fırsatını Habîbi’nin (a.s.m.) hürmetine vermiş.
BU GECEYİ İHYA EDELİM
“Dünya ve âhirette rehberimiz olan yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’i, Hak Teâlâ Hazretleri Levh-i Mahfuz’dan dünya semasına Kadir Gecesi’nde indirmiştir. Bu ilk iniş bir bütün olarak, topyekün inmedir. Ondan sonra Hazret-i Cibrîl (aleyhisselam) Allah’ın izni ve emri ile 23 yılda peyderpey, ihtiyaca göre Resulullah’a (a.s.m.) vahy yoluyla getirecektir. Bu âyetteki “inme”den Resûlüllah (a.s.m.)’a Hira mağarasında vaki olan inme de anlaşılmıştır. Bu durumda ilk vahiy olan Alak suresinin baştaki beş âyeti Ramazan ayında, o gece gelerek vahyin başlangıcını teşkil etmiştir.”
Duhan Suresi Kadir Gecesi’nin kudsiyetine kasemle (yeminle) başlar:
“Hâ-mîm, (Helal ile haram ve sair hükümleri) açıkça bildiren bu kitaba yemin olsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Biz (O’nunla kafirlerin uğrayacakları azabı) haber vericileriz. Her hikmetli iş, nezdimizden çıkan bir emir ile, o gecede ayrılır…”
Tüm insanlığı kıyamete kadar nurlandıracak ve hem dünya hem de âhiret saadetlerine vesile olacak yegâne rahber olan Kur’ân’ın indirildiği gece elbette ki müstesna bir gün olmalı. İnsanlığın en büyük bayramı gibi kutlanmalı. Dualar edilmeli bu gece O Kitabın nurunun üzerimizden eksik olmaması için. Şükürler edilmeli bu geceyi ihsan eden İkramı Bol Olan Zata şanı yüce olan Kur’ân’ı bu gece ihsan ettiği için.
Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak Kadir Gecesi’ni ibâdetle geçirirse geçmiş günahları bağışlanır” buyurmuştur.
Cenâb-ı Hak Gecelerin Sultanını yakalamayı ve ihya etmeyi nasib etsin. Amin.
-Alıntıdır
Bir yanıt yazın