“Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı temiz şeyleri (kendinize) haram kılmayın ve haddi aşmayın! Şübhesiz ki Allah, haddi aşanları sevmez.” (Mâide Sûresi, 87. Ayet)
“Bu din güçlüdür, onda rıfk ve yumuşaklıkla ilerleyin.” Hadîs-i Şerîf, İbn-i Hanbel, III, 199
“Her şeyin ifrat ve tefriti iyi değildir. İstikâmet ise hadd-i vasattır ki: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat ânı ihtiyar etmiş.” Bedîüzzaman Saîd Nursî Hz.
İfrât, aşırı gitmek, ölçüyü aşmak demektir. Tefrît ise, gereğinden daha aşağıda olma durumu manasına gelmektedir. Peygamber Efendimiz (asm), her hareketinde ifrât ve tefrîtten kaçınmış; hadd-i vasatı yani itidal ve orta yolu tercih etmiştir. Ümmetine de yine hadd-i vasatı tavsiye etmiştir. Hadd-i vasat, her amelinde ve hareketinde aşırılıktan ve hiç yapmamaktan kaçınmaktır.
Bu konuda ahiret için daha fazla nasıl ibadet edebiliriz diye istişare etmek için bir araya gelen sahâbelerin misali, iyi bir örnek teşkil etmektedir. İçlerinde Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Abdullah bin Mesud ve Abdullah bin Amr bin As’ın (ra. ecmain) bulunduğu on sahabe, Osman bin Maz’ûn’un (ra) evinde toplanırlar ve bazı kararlar alırlar. Ardından Hz. Ali, Abdullah bin Amr bin As ve Osman bin Maz’ûn (ra. ecmain), ne gibi nafile ibadetler yaptığını öğrenebilmek için Peygamber Efendimizin (asm) evine giderler. Fakat Peygamber Efendimizi (asm) evinde bulamazlar ve suâllerini ezvâc-ı tâhirâta sorarlar.
Aldıkları cevaplar karşısında, Resûlüllah’ın (asm) nafile ibadetlerini az buldular ve: “Peygamberin yanında biz kimiz ki!.. Onun geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmıştır.” dediler. Peygamber Efendimiz (asm) Rabbine şükreden bir kul olabilmek için bazı geceler ayakları şişinceye kadar namaz kılmaktaydı. Fakat onlar daha fazlasını yapmak istediler ve içlerinden biri: “Ben, yaşadığım müddetçe geceleri hep namaz kılacağım” dedi. Diğeri: “Ömrüm boyunca hep oruç tutacağım, asla oruçsuz günüm olmayacak” dedi. Bir diğeri de: “Kadınlardan uzak kalacağım ve hiç evlenmeyeceğim.” dedi. Bu kararlardan sonra Osman bin Maz’ûn (ra), geceleri namaz kılıp, gündüzleri de oruçla geçirmeye başladı. Bu arada eşini de ihmal ediyordu.
Bunun üzerine Resûlüllah (asm), Osman bin Maz’ûn’u (ra) yanına çağırmış ve: “Yoksa benim sünnetimden (hayat tarzımdan) yüz mü çevirdin?” diye sormuştur. Yine Resûlüllah (asm), bu kararları alanlara, kendilerini dünyadan tamamen uzaklaştırmayı düşünenlere ve o sahâbelerin özelinde bütün ümmetine şöyle buyurmuşlardır: “Şöyle şöyle diyenler sizler misiniz? Allah’a yemin ederim ki, Allah’tan en çok korkanınız ve ona karşı gelmekten en çok sakınanınız benim. Böyle olduğu hâlde ben bazen oruç tutuyor, bazen de tutmuyorum. (Gecenin bir kısmında) namaz kılıyor, (bir kısmında ise) uyuyorum ve kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren, benden değildir. (Buhârî, Nikâh, 1)”
***
Peygamber Efendimiz (asm), hem dünyevî hem de uhrevî konularda her zaman hadd-i vasatı, itidali ve ölçülü olmayı tavsiye etmiştir. Sünnet-i Seniyye’nin bütün düsturlarında bu kâideyi açıkça görebiliyoruz. Peygamber Efendimiz (asm); “Allah’ın en sevmediği kimse, husumette aşırı gidenlerdir. (Buhârî, Mezâlim, 15)” buyurarak, düşmanlıkta dahî ileri gidilmemesini istemişlerdir. Yine Resûlüllah (asm): “Bir şeyi (aşırı) sevmen, (seni) kör ve sağır eder. (Ebû Davud, Edeb, 115-116)” buyurarak, sevgi ve muhabbette de ölçülü olunması gerektiğini ifade etmişlerdir. Yemek yerken midenin üçte birinin yemekle ve üçte birinin suyla doldurulmasını, üçte birinin ise boş bırakılmasını tavsiye ederek, yine hadd-i vasatı ve itidali ön plana çıkarmışlardır.
Sünnet-i Seniyye’ye ittibâın gereği olarak hadd-i vasat üzere geçirilen bir hayatta, hem dünyevî hem de uhrevî birçok problem önceden halledilebilir. Çıkabilecek birçok sorun, daha başlamadan biter. Çok ibadet yapacağım diye yola çıkıp, ardından yapacağı ibadeti gözünde büyütüp tamamen terk etmek vartasına düşmekten kurtulur, hadd-i vasatı ihtiyar eden. Ya da hayatını itidal üzere kurguladığı için, zaten vücuda bir ağırlığı da olmayan, farz, vâcib ve sünnet olan ibadetlerde herhangi bir tembellik yapmaz.
Alıntıdır
Bir yanıt yazın