Miraç Risalesi’nde miraç’ın ulvi veçhelerini açıklarken, Bediüzzaman Hazretleri İslam dinini inkâr edenleri muhatap almadan izaha giriştiğini söyler ve sebebini de açıklar. Fakat “dinleyici makamında” dediği bu tür kimselerden gelebilecek suallere karşı arada durup cevaplar da verir. Bu durum ulvi, temiz hakikatlerin zirvesinde feyiz içindeyken, arada aşağı inip üstünü başını kirletmeye benzemektedir. Yani o güzel ilahi hakikatlerle zevk ile meşgul olurken, şüphe ve inkârın ima ettiği manen boğucu ağırlıklarla meşgul olmak, o ulvi zevke bir ara vermek gerçekten bir feragattir. O mübarek şefkatli üstadın, o inkârcının inkârıyla kalmasına ve dolayısıyla ebedi hayatını mahvına gönlü razı gelmeyerek, o gibilere de bir yol, bir nur vermek ister. Madem muhterem üstâd ehemmiyet verip “üst baş kirletici” suallere vakit ayırıp cevap veriyor, biz de o cevapları bugünkü fiziğin ulaştığı neticeler tahtında irdeliyeceğiz. Fizik gibi insanlığın kesbine dayanan ilimler elbette sınırlı ihatasıyla, İslam dininin ortaya koyduğu harikulade hadiseleri açıklamayabilir. Fakat miraç için durum farklıdır.
Yazımızda, Mirâç Risalesinde geçen ilgili sual ve cevapları fizikçi gözü ile şerh etmeye çalışacağız. Sonra izafiyet teorisinin sonuçlarıyla sual ve cevapların tevfiki üzerinde duracağız. İzafiyet teorisinin keşfettiği, deneylerle de doğrulanan, zaman ve mekânın fıtratı hakkındaki neticeler mirâç konusunda oldukça göz açıcıdır. Daha sonra bu teorinin “spekülâtif” (güçlü iddia) diyebileceğimiz sonuçlarını sunacağız, bunlar imkân-ı zâti babında olup ciddi fizikçilerce ele alınmıştır. Bu neticeler matematiksel olarak gösterilmiştir, fakat deneyle henüz doğrulanmamıştır; yine de miracı çok daha kuvvetle teyit etmektedir.
Not edilmesi gereken bir nokta da şudur: Üstadın cevaplamaya çalıştığı mevzu-bahis sualler, son yetmiş sene boyunca fizikteki gelişmelerle, özünde eski fiziğin alanında kalıp anlamsız hale gelmiştir. Bugün her mühendis veya fen okuyan kişi muhakkak fizik dersinin bir yerinde bu konuların öğretildiğini görmüş olması gerekir, yani zaman ve mekânın izafi olduğunu muhakkak duymuştur.
- Mirâc Risalesi’nde geçen ilgili sualler ve ibreli saat misâli
“Hem hatıra gelir ki: Ey mülhid! Sen dersin: ‘Bin müşkülât ile tayyare vasıtasıyla ancak bir-iki kilometre yukarıya çıkılabilir. Nasıl, bir insan cismiyle binler sene mesafeyi birkaç dakika zarfında kat eder, gider, gelir?’” Mirac Risalesindeki bu soruya bakıldığında mekân ve zaman aynı kategoride ele alındığı görülüyor. Mesafe binlerce sene olarak verilmiş, sene ise zaman birimidir. Üstâd cevaben: dünya gibi ağır cismin cazibe kuvveti altında yüz binlerce senelik yolu bir senede aldırdığına göre, Allah isterse istediği kuluna istediği mesafeyi istediği zaman diliminde kat ettirir diye özetlenecek bir neticeye varıyor. Buradaki cazibe, anahtar bir unsur olarak izafiyet teorisinde değişik bir rolle ileride karşımıza çıkacaktır. Üstâd bazı rakamlar (yine mesafeyi zaman birimiyle) veriyor. Dünyanın senevî hızı ortalama 30 km/sn, bir senede aldığı yol ise 940 milyon kilometredir, buna yirmi beş bin senelik mesafe diyor. Zamanı uzay gibi düşünülerek dünya ve ayın uzay zaman grafiğinde gösterimi (dikey eksen zaman).
Bu sualin son kısmını unutmuyor, tekrar soruyor: “Yine hatıra gelir ki: Dersin: ‘Birkaç dakikada binler sene mesafeyi kat etmek aklen muhaldir?’” Verilen cevap, Allah’ın eşya içinde hareketli kıldığı şeylerin farklı süratlerini delil göstermektedir, yani aynı zaman diliminde farklı sürati olanlar farklı mesafeler alabilir. Mesela sesin hızı havada 300 m/sn, ışığın hızı ise boşlukta 300000 km/sn dir ve bir saniye içinde ses 300 m kat ederken ışık 300000 km kat eder.. Ruh ve hayal hızlarını henüz fizik ne tanımlayabilmiş ne de ölçmüştür. Miracın ruh süratinde olduğunu öğreniyoruz. “Rüyada kısa müddet içinde görülen şeyi uyanık âlemde yaşamak için çok uzun zaman gerektiği ortada” diyerek konuya son noktayı koyuyor. Üstadın 1905’te Einstein’ın yazdığı izafiyet teorisinden haberi var mıydı bilmiyorum. Bu teorinin sonucu aynen şu: zaman yavaşlayabilir, mekân da kısalabilir, bast-ı zaman tayy-i mekân gibi. Üstadın kendi formüle edişiyle: “Demek oluyor ki: Bir zaman-ı vahit, iki şahsa nispeten, birisine bir gün, birisine de bir sene hükmüne geçer.” Evet, buna benzer şeyler bu ölçüde olmasa da deneylerle teyit edilmiştir.
Üstad iki şahsa göre zamanın farklı olacağını ibreli saat misaliyle göstermek istemektedir. Verilen misalde normal klâsik-saat ibrelerinin çalışma sisteminden farklı bir şey söylüyor. Hayal etmemizi istediği on tane saat ibresi var, her birinin uzunluğu diğerine göre altmış defa daha uzun ve saatin ibreleri gibi hepsi de aynı merkeze bağlanmış kabul ediyor (aynı zaman diliminde hareketi için). Teknik olarak 60’lık logaritma ölçeği ortaya atıyor. Bu tarife uymayan fakat çok kolu olan bir saat resmi yandadır. Teknik olarak eşmerkezli farklı kolları olan saat yapmak zor olmalı ki küçük kolları farklı merkezde yapılmış. Fakat merkezler uyum içinde senkronize olmalı.
Mevzuyu anlamak için bir izah yapalım: İki metrelik koşu parkurunda dairesel dönen yarışmacıları ele alalım. Koşucuların diyelim ki ilk bir saniye içinde otuz derece dönmesiyle olan duruma bakalım. En uzaktaki yani iki metrenin ucundaki koşucunun çizdiği yay ile orta noktasındakinin çizdiği yay uzunlukları farklıdır, uçtaki ortanınkinin iki katıdır, çünkü döndükleri merkeze olan uzaklıkları yani yarıçapları oranı ikidir. Koşucular bir zamanı vahitte (1 saniyede mesela) aynı açıyı taramasına rağmen (açısal hızları aynı), aynı açıya karşı gelen farklı miktarda yay uzunlukları vardır. Her koşucunun (ok uzunluğu süratin büyüklünü temsil ediyor; en dış dairede en uzun ok var) çizdiği daire farklıdır. Bir saniye için sürat değerleri en dıştakinden içe doğru: 2,1, 1,58, 1,05, 0,52, ve 0 m/sn dir.
Şimdi Arz’ın yörünge yarıçapı kadar bir kol alsak, bu kol mesela bir saniye döndüğünde, 30 km yay çizmiştir ve 0,000014 derece dönmüştür. Bu kolun ilk metresi neredeyse yerinde duruyor gibidir. Kolun 5000000 km’si aynı açı için sadece 1 km yol almıştır (yay çizmiştir). Kolun 5 bin km’si ise bir metrelik yay çizmiştir. Aynı bir saniye içinde kolun muhtelif yerleri farklı yaylar çizerek farklı mesafeler kat etmişlerdir, hatta merkeze yakın yerler nerdeyse hareket etmemişlerdir. Üstad kısaca hızı farklı olanların aynı sürede farklı mesafeler alacağını tek sistem ibreli saat üzerinde gösteriyor. Belki de on kollu saatle yandaki resme işaret etti, zira bunlar on kollu saat hem de hiç fena saat değildirler. Güneş etrafındaki turları yakından uzağa doğru yuvarlanmış değerleri: 1/4, 1/2, 1 (hangisi tahmin ediniz?), 2, 12, 30, 84 ve 165 yıl.
Mevzuyu fehmetmeye vesile olabilecek iki misal vereceğim. Güneş tutulması hadisesinde, ay güneşin önüne gelerek güneşi kapatmaktadır. Nasıl oluyor da ay güneşe göre küçücükken güneşi kapatıyor? Evet, kapatabiliyor, çünkü ay ve güneşin merkezleri aynı hizaya gelince, bir müşahidin gözünde aynı açıyı fakat farklı yay uzunluklarını (yani ayın ve güneşin çaplarına karşılık gelen) taradıklarından kapatma zuhur edebilmektedir, şekilde olduğu gibi. Diğer bir misal ise uzaya gönderilen füzeler kuzey yarım kürede olabildiğince güney bölgelerden gönderilmektedir. Çünkü dünyanın kendi mihverinde dönmesinden dolayı arz üstündeki cisimlerin bir hızı vardır. Bu hız kutuplara doğru azalır ve ekvatorda en yüksek değerini alır. Çünkü ekvatorda dünyanın mihverinden en fazla uzakta olunduğundan, kazanılan hızda en yüksektir. Kısaca bir kimse ekvatorda 40075 km bir günde giderken hızı 40075/gün iken, daha kuzeye doğru gidildikçe; 10000 km/gün, 500 km/gün, 10 km/gün hızında olacak şekilde değişiklik arz ederler. Dolayısıyla füze güneye yakın fırlatıldığında, olabilecek en yüksek hızı yani kinetik enerjisi vardır. Böylece fırlatma esnasında daha az yakıtla fırlatma gerçekleşebilir.
Üstad daha sonra şöyle bağlıyor: “İşte zaman, (çünkü) harekâtın bir rengi, bir levni yahut bir şeridi hükmünde olduğundan, harekâtta cari olan bir hüküm, zamanda dahi caridir.” Yani “Zaman da harekât gibi değişir, farklılık arz edebilir” diyor. Bugünkü fizik bu hükmü teyit ediyor, fakat fennin bu sonuca ulaşması çok farklı bir mecradan geliyor. Bir hatırlatma yapar isek: verilen ibreli saat misalinin zamanın mutlak olmayıp farklılık arz edebileceğini akla yatkın hale getirmek için verildiği aşikârdır yoksa fiziksel bir gerçekliğinin olup olmamasının bir önemi yoktur.
- İzafiyet teorisinde zaman ve mekân
Einstein 1905 yılında yayınladığı üç önemli makalesinden birinde özel izafiyetle ilgili neticeleri sundu. Bu teori, özünde fizik kanunlarının değişmezliği ilkesini esas alıyordu. “Her şey izafidir” demekten çok “değişmezlik” üzerine kurulu bir teori idi! Yani fizik kanunları birbirine göre sabit hızla hareket eden sistemlerde değişmez kalmalıydı? Meselâ, yerde duran bir adam ile sabit hızla giden bir adam için bir elmanın düşmesini açıklarken harekete dair yazılan kanunlar (kısaca formüller) aynı mıdır? Newton’un hareket kanunları için durum böyle iken, elektromanyetik kanunlar için böyle değildir. Eğer bunların da değişmezliğini ilke edinirseniz ışık hızını farklı referanslara göre sabit tutmanız gerekmektedir. Ayrıca ışık hızı maddi cisimler için nihai hız olmalıydı. Bir cisim düşünün, ışık hızının yarısıyla bize yaklaşsın, eğer bu cisim farlarını açıp bir ışık gönderirse, biz bunu 1,5 ışık hızında geliyor görmeyiz, sadece 1 ışık hızı ölçeriz. Bunu böyle kabul etmenin bir bedeli vardı, yani hız = mekan/zaman ise ve ışık hızı sabit kalıyorsa, hem zaman hem de mesafe mutlak olmayacaktır, hareketli olan kişilere göre değişim arz etmesi icap edecektir. Yandaki şekilde ışık hızının 0,99 katıyla giden uzay aracındaki saat yerdekine göre ibrenin daha az açıldığını gösteriliyor.
Üstadın ibreli saatiyle anlatmak istediği noktaya çok farklı bir yolla ulaşıldı, yani “Demek oluyor ki: Bir zaman-ı vâhid, iki şahsa nispeten, birisine bir gün, birisine de bir sene hükmüne geçer.” Teknik detaya girmeden bulunan netice şudur: diyelim ki iki arkadaştan biri uzay aracıyla seyahate çıktı, yerdeki adam, araçta hareket eden adamın zamanının yavaşladığını ölçer. Bu ölçümü hesap edebilirsiniz. Yerdeki adam 10 yılı geçse, hareketli araçtaki adamın mesela 7 yılı geçmiştir (resimde seyahat dönüşünde ikizine göre epeyce yaşlanmış bir durum gösteriliyor). Benzer şekilde mesafe dahi süratle seyahat eden biri açısından kısalmalıydı (şekilde topun v ile gösterilen hızı ışık hızı c’ye yaklaştıkça hareket yönündeki çapı kısalmaktadır). Bu nazari istihalelerin tecrübî karşılığı var mıydı? Evet, zaman içinde çok numuneleri keşif edildi. Mesela 70’li yıllarda atomik saatin yapımından sonra, yani saniyenin milyarda birini ölçen cihazlar yapılınca, bunlardan üç tanesi alındı, biri yerde kaldı, diğeri uçaklara bindirilerek biri dünyanın dönüşüne paralel diğeri zıt yönde uçuruldu, döndüklerinde saatler arasında izafiyet teorisinin hesabına uygun yavaşlama ölçüldü. Bugün GPS sistemi uyduyla yeryüzünde yer tespiti işlemini yaparken bu zaman yavaşlama miktarını göz önüne almazsa, hassas yer tespiti yapamamaktadır.
Science (fen) mecmuası 2006 verilen raporda, 2000 ışık yılı uzakta iki manyetik yıldızın (puslar) bir birlerine 7 mm günde yaklaştığını rapor etmiştir; ölçünün hassasiyeti çok acayip ışık yılı mesafesine göre 7 mm zerre gibi mesafedir. Ölçülen periyodu ise 0,059029997929613 saniye, müthiş bir hassasiyette elde edilen test sonucudur (saniyede yaklaşık 20 kere dönüyor), ve izafiyet teorisi böyle hassasiyeti olan tecrübelerle desteklenmiştir.
Konuyu daha detaylı öğrenmek iste(me)yenler bu paragrafı oku(ma)yabilirler. Zaman ve mekânı aynı kategoride ele alır isek, bu zaman ve mekânın değişimi karşımıza çıkar. Diyelim iki kişiye yön belirtmeden sadece 10 metre yürü dense, bunlardan biri sırf kuzeye doğru 10 m, diğeri ise kuzey doğu istikametinde 30 derecelik açıyla gitmiş olsa, kuzey doğu yönüne giden adamın doğu istikametine düşen kısmı 5 metredir, çünkü bir kısım yolu (yaklaşık 8,7 metre) kuzey istikametinde almıştır. Şekle bakınız. Orta mektep çocukları bugün bunları biliyor, “Bunda ne var” derseniz gayet haklısınız. Fakat zaman mekân gibiyse mesela kuzey ekseni yerine zamanı ikame edebiliriz, doğu mekân olarak kalsın, şimdi alışık olmadığımız bir durum zuhur edecektir. Yukarı grafikte ufak değişiklikle mesele anlaşılacaktır, inşallah. İki kişi düşünelim kule görevlisi ve pilot 10 yıl sürecek bir seyahat projesinde rol alsınlar. Şekildeki 10 metre yerine 10 ışık yılı, 5 metre yerine 5 ışık yılı ve 8,7 ışık yılı diyelim (zaman mekân gibi baktık üstat da şu kadar “saatlik yol” diyordu). Bunu tamamen zaman istikametinde harcayan kule görevlisi kuzey (zaman ekseni kabul edilen yön) doğrultusunda 10 ışık yılı gider (dairenin yarıçapı kadar). Uçakla giden pilot ise 10 ışık yılının tamamını kuzeyde harcamayıp ancak 8,7 ışık yılı kadarını harcar, doğu (mekân) istikametinde 5 ışık yılını kadar gider. Işık yılı miktarını zamana tahvil edersek, kule görevlisi 10 yıl yaşlanmış iken, pilot 8,7 yıl yaşlanacaktır çünkü pilot bir kısmını mekâna doğu yönüne aktarmıştır (5 yılını). Hulasaten uzay zaman mesafesinde hem pilot hem de kule görevlisi 10 ışık yılı almışlardır (dairenin yarıçapı kadar, biri tam kuzeye diğeri ise 30 derece kuzeye doğu’ya ‘gitmiştir’).
Bu mesafeler için zaman farkı miraç hadisesinin acayip mesafeleri düşünüldüğünde çok büyük kalacaktır. Fakat bu çalışmalar şunu göstermiştir ki zaman hareketli kişiler arasında aynı değildir fark edebilir; yani üstadın ibreli saat misaliyle varmak istediği netice prensip itibarıyla vardır, yani “Bir zaman-ı vâhid, iki şahsa nispeten, birisine bir gün, birisine de bir sene hükmüne geçer”.
Fennin mevzuyu nasıl anladığına dair bir fikir oluşturmak için iki misal vereceğiz. Çok sayıda baskı yapan bir fizik kitabında şöyle anlatılmaktadır: “Özel izafiyet teorisinden önce insanlar için yıldızlara ulaşmak imkânsız görünürdü. Fakat mekân izafi idi—yani hareket edene göre değişir. Işık hızına yakın süratle hareket eden için, mekân kısalır zaman ise genişler böylece müstakbel astronotlar için yıldızlara ve ötesine seyahat imkânı çıkmıştır. Biz daha kitabın ilk sayfasını açan bir çocuk gibi, yeni başlangıçlar yapmanın arifesindeyiz. Newton’un fiziği bizi aya kadar götürebildi, Einstein’in fiziği bize yıldızları işaret etmektedir. Biz oldukça heyecan verici bir zamanda yaşıyoruz (P. Hewitt, Conceptual Physics kavram’a dayalı Fizik).” Burada ‘yıldızlara ulaşım imkânsızdır’ düşüncesi için Müslümanları istisna tutmamız lazım, çünkü miraç hadisesi yıldızlarında ötesi acayip bir yolculuk! Bir başka misalde, Prof. Davies’in “Zaman: Einstein’ın yarım kalmış inkılâbı” kitabından (zamanla ilgili söylenenlere dikkat ediniz): “Nötronların ömürleri yaklaşık 15 dakikadır ve bu zaman içinde fazla seyahat edemezler. İşte burada zaman-dürülmesi (timewarp) devreye girer. İşte, eğer nötron çok hızlı giderse, bize göre ömrü acayip şekilde uzar. Meselâ, nötronun milyon trilyon elektron-volt enerjisi varsa (Cern’de protonları bu enerjiye çıkarmaya çalışıyorlar) ve milyarlık zaman-dürülmesi miktarı kesp eder, yani 15 dakikalık nötron ömrü 35 bin yıla tahvil olur. Bunun anlamı şu: böyle bir nötronun ömrü bitmeden önce 35 bin ışık yılı fezada yol alır, bu da CygnusX-3’ten (X-Işını kaynağı bir yıldız topluluğu) dünyaya ulaşmaları için yeterlidir. Bu çok müthiş bir zaman-dürülmesidir. Eğer bu nötron gibi hızla giderseniz, dünyanın zamanı ile milyar yıl yaşarsınız.”
Einstein daha sonra genel izafiyet teorisini ortaya attı. Bu teorinin sonuçlarından biri Big Bang hadisesini öngörmesi, bir diğeri de cazibenin yoğun olduğu durumda zamanın yavaşlayacağıydı. Yani dünya yüzeyindeki adamla uydudaki adamın saati farklıdır. Çünkü dünya üzerindeki adama yerin cazibesi fazla etki ettiğinden saati uydudakine göre küçücükte olsa daha yavaştır. Bu yukarıda bahsettiğimiz mevzudan bağımsız olarak zamanın yavaşlayacağını gösteren başka bir mekanizmadır. Kısaca, cazibenin zamanı kısaltma gibi bir etkisi Risalelerde şöyledir: “Şems’in cazibesi denilen bir kanun-u Rabbânî ile Mevlevî gibi etrafında pek ağır olan cism-i arzı gezdiren bir hikmet, cazibe-i rahmet-i Rahman ile ve incizab-ı muhabbet-i Şems-i Ezel ile bir cism-i insanı berk gibi Arş-ı Rahman’a çıkaramaz mı?”
Bütün bu gelişmeler, yani zamanın kişilerin hareketine ve maruz kaldıkları cazibeye göre yavaşlaması fiziki bir hakikat olarak çok iyi bilinmektedir. Zamanın yavaşlaması bast-ı zaman olarak yorumlamak mümkündür, yani biri için uzun zamanda yapılması gereken iş diğeri için birkaç dakika olabilir. Üstâdın tabiriyle birine bir gün, diğerine bir sene olabilir. Bu durumda izafiyet teorisine göre hız hesabı yapıldığında bir gün gibi yaşayan adamın hızı ışık hızının 0,9999962469… katı olmalıdır. Bu nerdeyse ışık hızının kendisidir. Zamanın kendisi de harekâtta cari olan değişim kanununa tabi olduğu açık bir şekilde ortadadır. Fakat bu değişim miktarı, Mirâc gibi harikulâde bir olayı izah etmekten kemiyet itibariyle uzaktır (keyfiyet olarak destekler). Bu noktada fizikçilerin Einstein’ın izafiyet teorisinden yola çıkarak buldukları var, bunlarda miracın olabilirliğini daha üst seviyede göstermektedir.
- Bazı riyazi spekülatif çalışmalar ve zamanda seyahat
Carl Sagan (1934 –1996) astronomi ilminde iştihar etmiş ve halka yönelik fenne dair pek çok televizyon programı yapmış ve bilim kurgu romanları yazmıştı. Sonradan filmi de çekilen “Contact” isimli romanında, roman kahramanının birkaç yıl içinde galaksiler/yıldızlar arası mesafelerde seyahat etmesi kurgulanır. Özel izafiyet teorisinin öngördüğü zaman kısalması düşünülse bile bunun için milyonlarca yıla ihtiyaç vardı. Nihayetinde, Amerika’nın önde gelen üniversitelerinden California Institute of Technology (CALTEC)’den arkadaşı Prof. Kip Thorn’u arayarak: genel izafiyet teorisiyle çok uzun mesafeleri kısacık zamanda alma imkânı var mı” diye sorar. Burada birazcık nefes alıp şöyle hayal edebiliriz, “Sevgili Kip, ben işittim ki Müslümanların lideri Muhammed (asm) kısa sürede bizim astronomların bulduğu mesafelerin de fevkinde yerleri gezdi gördü, bu senin muttali olduğun fence mümkün olabilir mi?” Böyle bir soruya eşdeğer bir suali yöneltmiş Carl Sagan. Kip Thorn biraz uğraştıktan sonra fizik kanunlarının, yani izafiyet ve kuantumla beraber böyle bir durumun olacağını gösterdi. Fakat bu kâğıt üstünde matematik bir çalışma idi fakat en itibarlı fizik dergilerinde bu sonuçlar yayınlandı.
Ne bulmuştu Prof. Thorn? Adına “wormhole” (solucan/kurtçuk deliği) diyebileceğimiz uzay da bir noktadan başka noktaya zamansız tünelleme hadisesini keşfetti. Kısaca yaşadığımız uzayı iki boyutlu, düz tutulan bir kâğıt gibi düşünelim (harita mesela). Bu kâğıdın uçlarda iki noktayı işaretleyelim, diyelim ki biri İstanbul diğeri Kudüs olsun. Bu noktalardan birinden diğerine düz kâğıt üzerinde mevcut yollardan biriyle gidilebilir. Prof. Thorn’un bulduğu yol, bu kâğıdı bükerek iki şehri alt alta birkaç cm uzaklığa getirmek mümkündü, yani uzayı elastik bir çarşaf gibi büküp iki noktayı buluşturmanın mümkün olduğunu gösterdi. Bu iki nokta alt alta gelince kurtçuk deliği/tüneli ile nerdeyse zamansız İstanbul’dan Kudüs’e çıkma gerçekleşmiş olacaktı. Tabi böyle bir bükülme için muhteşem bir cazibenin olması gerekiyordu. Böyle bir cazibe olması için sebep var mı? Aynı Risalede bu cazibenin neden olması gerektiği de veriliyor. Konunun uzmanı Prof. P. Davies şöyle özetlemektedir: “Kurtçuk deliği fikri oldukça spekülatif ve marjinaldir, fakat kuantum fizikle beraber yerçekimin ‘tabiatın’dan anlıyoruz ki prensip olarak böyle bir durum olabilir. Fakat pratik olarak bu çok pahalı bir tekliftir. Bunu yapmak için bir kara deliği (acayip bir cazibe merkezi!) yakalayıp ve içini uyarlayarak bir kurtçuk deliği yapılabilir. Bu bir kozmik ölçekte mühendislik demektir… Özetle eğer prensip olarak kurtçuk deliği varsa bu zamandaki tünelleme paradoksunun mümkün olduğunu gösterir.”
Bütün bu olanlar ne kadar hayret verici değil mi? Üstâdın miraç gibi seyahatin mümkün olacağını ibreli saat benzeri misaller vererek açıklamaya çalıştığı şeyi, fen, fizik kanunlarından istihraç ederek mümkündür diyor. Böyle bir imkânat gerçekleşir mi? Aynı Risalede veciz şekilde açıklanmaktadır, mesela: “cazibe-i rahmet-i Rahman ile ve incizab-ı muhabbet-i Şems-i Ezel ile bir cism-i insanı berk gibi Arş-ı Rahman’a çıkaramaz mı?” Ayrıca Onbeşinci Mektup’da varılan neticeye ne kadar benziyor: “Nasıl ki dün geceki Leyle-i Kadr’e ulaşmak için iki yol var: Biri: Bir sene gezip dolaşıp, ta o geceye gelmektir. Bu kurbiyeti kazanmak için bir sene mesafeyi tayyetmek lâzım gelir. Şu ise, ehl-i sülûkün mesleğidir ki, ehl-i tarîkatın çoğu bununla gider. İkincisi: Zamanla mukayyet olan cism-i maddî gılafından sıyrılıp, tecerrütle ruhen yükselip, dün geceki Leyle-i Kadr’i öbür gün Leyle-i Îd ile beraber bugünkü gibi hazır görmektir. Çünkü ruh zamanla mukayyed değil. Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit, o hazır zaman genişlenir. Başkalarına nispeten mazi ve müstakbel olan vakitler, ona nispeten hazır hükmündedir.”
- Hülâsa ve netice
Mirâç’ın hakikâti zamanın ve mekânın esrarının bilinmesine ne kadar bağlı olduğu şüphe götürmez gerçektir. Başta mevzu bahis sualde zımni olarak kâinatta bir biçimde akan herkesi bağlayan zaman kabulü vardı. Esasında bu mutlak zaman fikri eski fizikçilerin, bilhassa Newton’un kabulü idi. Einstein’ın izafiyet teorisiyle zaman ve mekân aynı kategoride ele alındı ve bunların kendisi mutlak değil hareketli hareketsiz kişilere göre değişebilirlerdi. İzafiyet teorisi deneylerle desteklenen iki farklı mekanizmayla zamanın yavaşlayacağını gösterdi. Bütün bunlara rağmen fizikçiler zamanın esrarını tam çözemediklerini itiraf ediyorlar. Hülâsaten sorulan, “Nasıl, bir insan cismiyle binler sene mesafeyi birkaç dakika zarfında kat eder, gider, gelir” sualine bugünkü fizik mümkün diyor, yaptığı tecrübelerle bunu gösteriyor. Ve baktığınızda Miraç’taki uruç, fenlerin ihatasının ötesinde bir şey olduğunu görüyorsunuz. Bunun dahi mümkün olacağını yani fizik kanunlarının buna da müsait olacağını ciddi fizikçiler arasında tartışılmaktadır.
Şüpheciler (septikler) veya kritikler itiraz edebilir ama şu hâli de zevk etmeden duramayacağız. Biraz da Sikke-i Tasdiki Gaybi’deki tevafukların izahından cesaretle diyoruz ki: Cenabı Hak Habib’inin (asm) miracının vuzuha kavuşması için hangi sebeplerle kimleri istihdam ediyor, hayret ve ibretle bakıyoruz. Dünyanın en zeki adamları en ciddi kurumlarda çalışanlardan bazılarını Allah öyle istihdam ediyor ki çalışmalarının neticeleri Mirac’ı izah ediyor. Yine tevafuk, Amerika’nın halk televizyonunda (PBS) Nova diye programda, 1999 yılında, zamanda seyahat diye bir program yayınlanmış. Burada Prof. Carl Sagan, Prof. Kip Thorn gibi birçok mütefennin ile konuşulmuş. Bir yerde zaman da seyahati anlatırken, eski milletlerde olan efsanelerden (Miraç için haşa!) bahisle bu mevzunun eski milletlerce hikâye edildiklerinden bahsederler. Buradan kısa bir alıntıyla bu derin mevzuya hitam veriyorum. Tabi bu batılı (ve batıl fikirli, yine de bazı ilmi hakikatleri anlamış) bir adamın miraç hadisesini hulâsa edişidir, fakat bu defa kabul edilebilir biraz da hoş şekilde anlatıyor (gerçek rivayet böyle mi, bilmiyorum).
“Eski çağlarda zamanda oluşan bozulmalar hakkında gerçekten çok ortak menkıbeler var. Zamanda seyahat (bast-ı zamana) şiirsel bir misal olarak eski çağlarda bulunan bir rahibe ait. Bu rahip sihirli bir kuşun bir dakikalık ötüşü esnasında kendinden geçer. Kuş ötmeyi kestikten sonra, rahip bakar ki birkaç yüzyıl geçmiştir. Bir başka misal ise Müslümanların kahramanı Muhammed (asm) bir kısrakla cennete götürülmesidir. Uzun bir seyahat sonrası peygamber dünyaya döndüğünde geçen zaman: Uruçtan önce bir atın tekmeyle devirdiği su testisinin suyu yere dökülmeden peygamber geri dönmüştür.” ‘Time Travel’ PBS Yayın: Ekim 12, 1999.
Bu tarihten 1400 yıl önce ne zaman ne uzay hakkında fikir bile yürütülmezken bu kavramları düşündüren bir hadise ancak hakikat olmalı değil midir?
Alıntıdır
Bir yanıt yazın