Ezel ve ebed sultanı olan Rabbi Rahimimiz, kelam sıfatından gelen Kur’an ile tesettürü emrettiği gibi, kâinat kitabının lisan-ı halleriyle de emrediyor.
Tesettür; setretmek, örtmek, gizlemek, korumak manasına gelir. Cenab-ı Hakkın hadsiz fiili isimlerinden birisi Settaru’l-Uyubdur. O, ayıpları kusurları örten ve bağışlayandır.
İnsan ise kâinatın en mükemmel bir meyvesidir. Cenab-ı Hak, her insanın mahiyetine, kemale müteveccih hadsiz istidat tohumlarını yerleştirmiştir. Kelam sıfatından gelen Kur’an’ın ve şeriat-ı Muhammediye kanunlarıyla insanı terbiye ederek, o istidat tohumlarını sümbüllendirmekle, cennete layık hale getirmek istemiştir.
O terbiyenin nasıl olacağını da, sevgili Peygamberimizin ef’al, akval ve etvarıyla tezahür ettirmiştir. İnsana verdiği cüz’-i ihtiyarinin yularını o Peygambere (asm) iman ile intisap ederek şeriat-ı Ahmediyeye bağlamasını istemiştir. Ki böylece insan kendi hür iradesiyle şeriat-ı Muhammediye kanunlarına tabi olsun ve cennete layık bir kemalat kazansın.
O kanunlardan birisi de -hepimizin bildiği- tesettüre ait ayat-ı kerime ile ferman ettiği kanunlardır. Ayat-ı celile hükmü ferman eder, o hükmü Resul-i Ekrem (asm) Efendimiz bilfiil icra ve tatbik ederek tezahür ettirir. Böylece şeriat-ı Ahmediyenin hudutları çizilmiş olur. Aşağıda bu husustaki ayetlerin adresleri verilmiştir.
Cenab-ı Hak kelam ile “Ey peygamber, hanımlarına kızlarına, müminlerin hanımlarına söyle, dışarıya çıkarken üstlerine cilbablarını alsınlar. Bu onların tanınmasını ve incitilmemelerini sağlar. Allah Gafurdur ve Rahimdir. (Ahzab, 33 / Nur, 24-31)
Aynen öylede, Kur’an kâinatı okuyor. Kâinat kitabı da Kur’an’ın her bir ahkâmını hadsiz deliller ve hüccetler ve ayat-ı tekviniyesiyle tefsir ediyor. Şöyle ki:
Cenab-ı Hak mevcudatla alakadar her bir ismiyle, sırr-ı vahidiyetle, bütün kâinatı arş-ı a’zamdan ta zerrata kadar ihata etmiş ve tecelli etmiştir. Her bir âlem ve enva-ı mahlûkat, kendisine mahsus bir cilve-i ef’ale mazhar olmuş o esmanın manasını lisan-ı haliyle tezahür ettirmektedir.
Hem o cilve-i esmadan gelen kanunlar ile Cenab-ı Hak kâinatın mahlûkatını terbiye altına almıştır. Kâinat kitabındaki bütün intizam mizan ve nizam bu kanuniyet şeklindeki faaliyet-i İlahiyenin tezahürüdür.
Mesela Kuddüs ismi, kâinatın bütün âlemlerinde zerreden ta seyyarata kadar temizlik fiili ve o fiilin neticesi olan paklık, safilik ve temizlik olarak tezahür etmiştir. Hakîm ismi, eşyadaki hikmet gaye ve maslahat olarak, Adl ismi mizan olarak, Rezzak ismi rızık olarak tezahür ettiği gibi, Settar ismi de eşyanın nebatat ve hayvanatın üzerlerinde tesettür olarak tezahür etmiştir.
Bu tesettür, Cenab-ı Hakkın tecelli eden Settar isminin cilve-i ef’alinden olduğu için, mevcudatın kemalini tekmil eder. Eğer tesettür olmazsa mahlûkat -bir noktada- kemalden mahrum kalır. Meyveler, ağaçlar ve hayvanat daha büyümeden kurur ve helak olurlar.
Kâinatın mahlûkatındaki tesettür, en küçük daire olan hücrelerden başlar. Hücrede Settar isminin cilvesini zarında görüyoruz. Hücre zarı ki hücrenin bozulmasını, dağılmasını önlüyor. Zararlı maddelerden korunmasını sağlıyor ve hücrenin kemaline hizmet ediyor. İncecik bir zar, fakat dışarıdan gelecek olan zararlara karşı kalın bir duvar vazifesini görüyor.
Settar ismi tohumlar, çekirdekler, yumurtalar, nutfelerin dışında ve kabuğunda tecelli ediyor. Çekirdeğin toprağa atılıncaya kadar tefessüh etmesini çürüyüp dağılmasını önlüyor, engelliyor. Onu koruyor, gücünün yetmeyeceği zararlıları ondan uzak tutuyor. İçindeki, görünmeyen manevi ağacı ve hayvanı muhafaza ediyor. Müsait bir zemine atıldığında açılıyor ve içindeki gizli olan istidatlar neşvünema buluyor, koca bir ağaç veya tavus kuşu oluyor.
Sonra meyvelerin dışında nazenin süslü bir libas olarak tezahür ediyor. Dışarıdan gelecek zararlardan korumak suretiyle, onun büyümesini ve kemalini tamamlamasına sebep oluyor. Hem o meyveye bakanların gözlerine hoş geliyor.
Hem bütün hayvanatın vücutlarında, çeşit çeşit süslü birer elbise olarak, onların kemalatını itmam ediyor. Eğer o süslü libaslar olmasaydı, kışın soğuğundan veya başka zararlardan kendilerini nasıl kuruyabilirlerdi?
Hem bütün nebatat ve ağaçların sert kabukları dahi onların sağlam libaslarıdır. O libaslar, aynen diğerleri gibi, güzelliklerine güzellik katmakla daha bilmediğimiz çok hikmetler onlara giydirilmiştir.
Sonra koca arzın bütün yüzünde tecelli eden Settar ismi, incecik latif ipekten ve atlastan daha yumuşak bir libas olarak tezahür edip asuman olarak gözlere görünüyor. Dünyamızı sanki yetmiş hülle giymiş bir huriye çeviriyor. Yedi katlı latif elbise giymiş olan dünyamızın, süsünü ve cazibesini artırıyor. Adeta dünyamızın kemalatını tamamlıyor. Hem o latif olan libas, güneşten gelen ziyaya bir reşha oluyor, ta dünyamızı ışıklandırıyor, hayatlandırıyor.
Hem hariçten ve fezadan gelecek bütün zararlı maddelere bir ateş oluyor; yakıyor, eritiyor onları. İşte inkârcı kâfirlerin gözlerine, genç bir hanım kızın tesettürü de, böyle ateş olup yakıyor onları.
Sonra o şeriat-ı Muhammediyeye hür iradesiyle bilerek iman ve intisap eden genç kızın başında ve vücudunda bir perde olarak tezahür ediyor, dalgalanıyor. O hanım iç dünyasında, bütün kâinatı kendine kardeş görür. Kendi kalbine iman ve intisaptan gelen bir mana ile der. “Ya Rabbi! Settar isminin cilvesiyle bütün mahlûkata çeşit çeşit elbiseler giydirdin. Bana ise hususi fermanla emir ettiğin tesettürü bilerek giyiyorum ve emrine bütün kalbimle iman ve itaat ediyorum.”
Bu zahir perde altında o genç kızın akıl, kalp ve ruh dünyasında, iman-ı billah, marifetullah, muhabbetullah kapılarını açıyor. Adeta âlem-i şahadete kapanan o kapı, âlem-i gayba açılan bir pencere oluyor.
Kendisini, toprak içinde böceklerin nazarını celb etmek ve kendisini onlara yem olmaktan kurtaran bir çekirdek gibi, dünyadaki kötü nazarlardan ve çirkin iştihaların tesirinden kurtarıp, ahirette ebedi saadet çiçekleri açtıracak bir kemalatı ruhuna kazandırıyor.
Demek ki zahirde ehemmiyetsiz gibi görünen tesettür libası, hanımların maddi ve manevi kemalatnı tamamlıyor. Eğer tesettürünü çıkarsa kısa, fani dünyada kendisini böceklere yem ediyor, ahirette cehennem azabı gibi bir karşılık ile azap çekiyor.
Evet, böyle Settar ismi zerrat âleminden başlayıp koca dünyamızı ve kâinatı sarıyor sarmalıyor. Sanki Kur’an’ın tesettür fermanını kâinat lisan-ı hal diliyle her an tebliğ ediyor. Hem Kur’an’ın hükmünün hakkaniyetini kâinatın hadsiz ayat-ı tekviniyesiyle ispat ediyor. Hem tesettürsüzlüğün tefessüh ettiren çirkin neticelerini her daim bakanların gözlerine gösteriyor.
Demek her bir esma-i ilahiye, bütün kâinatın kemalatına sebep ve yol olduğu gibi, insanın kemalatına da sebep olup, sahibini cennet sahiline ve menziline çıkaran bir zenbil ve asansör oluyor.
Allah bizleri diğer esma-i ilahiyeler gibi, Settar asansörüne tutunup cennet menzillerine ulaşanlardan eylesin. Âmin.
Alıntıdır
Bir yanıt yazın