GIYBET ETME! GIYABINDA DUA ET!
Bediüzzaman Hazretleri, “Ahir zamanda bir şahsın hataları ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair rivayetler vardır”[1] diyerek tehlikeli bir hususa dikkatimizi çekiyor. Günümüzde özellikle iletişim araçlarının artması, dini ve ahlaki hassasiyetin azalması, birçok günahın gaflet ve ülfet belası ile sıradanlaşması, bu dehşetli neticeyi vermektedir.
Bu derece dehşet verecek hatalardan biri de gıybettir. Gıybet; amellerimizi, ateşin odunu yediği gibi yiyip bitirir. Akrabaların arasını bozup sıla-i rahime zarar verir. Bazen bir katletme kadar kötü zararlar vererek büyük günahlara ve tehlikeli fitnelere kapı açar. Müslümanların ittihat, ittifak ve uhuvvetlerini bozar. Müslümanları manevi bir hastalık olan su-i zanna sevk eder.
Ayet-i kerimede Hak Teâlâ (cc); “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının! Şüphesiz ki zannın bazısı günahtır (birbirinizin kusurunu inceden inceye) araştırmayın; bazınız bazınızı gıybet etmesin! Sizden bir kimse ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! O halde Allahtan sakının! Şüphe yok ki Allah (tövbeleri çok kabul eden) Tevvab ,(çok merhamet eden) Rahimdir”[2] buyurmaktadır.
Gıybet; alçakların silahı olduğu için kullananı alçaltan, değerini düşüren bulaşıcı bir illettir. Bu hususta Peygamber Efendimiz (sav):
“Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gücü yeterken kardeşine yardım etmezse, Allah onu dünya ve ahirette zelil kılar”[3] buyurmuştur.
Bu bulaşıcı illetin; saydığımız ve sayamadığımız kötü neticeleri olmakla beraber Hz. Peygamberin (asm) daha birçok hadisinde şiddetle men edilmiştir.
Gıybet Nedir?
Gıybet odur ki gıybet edilen adam hazır olsaydı ve işitseydi, kerahet edip (çirkin görüp) darılacaktı. Eğer doğru dese zaten gıybettir. Eğer yalan dese hem gıybet hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır.
Hangi Hallerde Gıybet Caiz Olur?
Bediüzzaman Hazretleri hangi hallerde gıybet edilebileceğini şöyle izah eder:
“Gıybet mahsus birkaç maddede caiz olabilir:
Birisi: Şekvâ suretinde bir vazifedar adama der, ta yardım edip o münkeri, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.
Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesai etmek ister, seninle meşveret eder. Sen de, sırf maslahat için, garazsız olarak, meşveretin hakkını edâ etmek için desen: ‘Onunla teşrik-i mesai etme. Çünkü zarar göreceksin.’
Birisi de: Maksadı tahkir ve teşhir değil, belki maksadı tarif ve tanıttırmak için dese: ‘O topal ve serseri adam filân yere gitti.’
Birisi de: ‘O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yani fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor, zulmüyle telezzüz ediyor, sıkılmayarak aşikâre bir surette işliyor.’
İşte bu mahsus maddelerde, garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir. Yoksa gıybet nasıl ateş odunu yer, bitirir; gıybet dahi a’mâl-i salihayı yer, bitirir.
Eğer gıybet etti ve yahut isteyerek dinledi; o vakit
اَللّٰهُمَّ اغْفِرْلَنَا وَلِمَنِ اغْتَبْنَاه
demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rast gelse, ‘Beni helâl et’ demeli.”[4]
Gıybet Eden Başka Günahlar da İşleyip Nefsine Zulmeder
‘Rabbim doğrusu ben, hakkında bilgi sahibi olmadığım bir şeyi senden istemekten sana sığınırım.’[5]
Hem gıybet çoğu zaman suizan, kınama ve büyük konuşma ile yapılır.
Su-i zan: Maddi ve manevi toplum hayatını zedeleyen manevi bir hastalık olan su-i zan hakkında Peygamberimiz; “Su-i zan etmeyin. Suizan, yanlış karar vermeye sebep olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayın, kusurlarını görmeyin, münakaşa, haset ve düşmanlık etmeyin, birbirinizi kardeş gibi sevin, çekiştirmeyin. Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, yardım eder. Onu, kendinden aşağı görmez”[6] buyurmuştur.
Kınama: Gıybet ederken aynı zamanda gıybet ettiğimiz mümin kardeşimizi kınarız. Mümin kardeşini kınama hakkında ise hadisi şerifte; ‘Kim bir mümin kardeşini kınarsa, o kötülüğü (kınadığı şeyi) yapmadan ölmez”[7] buyrulmuştur.
Büyük konuşma: Gıybet ederken çoğu zaman nefsimizi ortaya atıp ‘ben olsam şöyle yapardım’, ‘ben kesinlikle yapmam’ gibi büyük laflar ederiz. Hâlbuki büyük konuşma hakkında Sevgili Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şerifinde: “Bela insanın diline bağlıdır. Bir kimse bir şeyi (asla, kesinlikle, katiyen) ‘yapmam’ dedi mi, şeytan her işini bırakıp onu yaptırana kadar uğraşır.” buyurmuştur.
Gıybetin; Günahların Çığ Gibi Artarak Büyümesine Sebep Olduğunun; Hususen Müminlerin Birbirine Gıyaben Yaptıkları Duaların Kabulüne Mani Olduğunun Farkında mıyız?
Bu hususta iki hadis-i şerifi birlikte tahlil edelim. Bu hadislerin hükümlerini sentezleyip birleştirerek gıybetin ne kadar muzır olduğunu anlamaya çalışalım.
Peygamber Efendimiz (sav) bir gün Ashabına; “Allah’a günahsız dillerle dua ediniz” diye buyurmuştur. Sahabeler: “Ey Allah’ın Resulü! Günah işlememiş bir dil kimde var?” diye sorduklarında ise “Birbirinize gıyaben dua ediniz, zira mümin kardeşinin dili senin için günahsızdır.” diye cevaplamıştır.
Müslümanların bir birine günahsız dillerle yaptığı duaların kabule daha yakın olduğu vurgulanmaktadır.
Yine Sevgili Peygamberimiz (sav) bir başka hadis-i şerifinde mana olarak; “Sebep olan yapan gibidir” buyurmuştur. Kim hayır veya şer bir çığır açarsa o açtığı yoldan insanlar gittikçe sevap ya da günahlarına çığır açan kişinin de ortak olacağını ifade etmiştir.
Yukarıda hususen dikkat çektiğimiz bu iki hadisin hükümlerini birleştirerek anlamaya çalıştığımızda, gıybetin birimize olan dualarımıza nasıl menfi tesir ettiğini görmüş oluruz. Bu noktayı bir örnekle anlamaya çalışalım.
Veli’nin dili, Ali İçin günahsız olduğundan; yani Ali, Velinin dili ile günah işlemediğinden Veli’nin Ali hakkında yaptığı dua kabule daha yakındır. Ancak Ali, Ahmet’i Veli’ye gıybet etse, Veli’yi Ahmet hakkında su-i zan ile gıybete sevk etse, Veli de Ahmet’i Ali’nin tesiri ile gıybet etse “Sebep olan yapan gibidir.” sırrınca Veli’nin günahı Ali’ye de yazıldığı gibi Veli’nin dili de Ali için artık günahsız bir dil olmaz. Bu sebep ile Veli’nin Ali hakkında yaptığı dua da günahsız bir dille yapılmış bir dua sayılmaz. Günahsız dille yapılan dualar gibi tesirli olmaz.
İşte gıybet hem günahlarımızın çığ gibi artarak çoğalmasına hem de bizim yüzümüzden gıybet edenlerin dillerinin bizim hakkımızda günahsız bir dil olmaktan çıkmasına sebep olan dehşetli ve sinsi bir günahtır. Bazen dertleşme bazen masum bir şikâyet bazen hasbihal kılığında dilimize misafir olur. Müminlerin birbirlerine olan dualarının kabul olmamasını netice verir. Adeta, umumi bir musibet ve bulaşıcı bir hastalık gibi toplumu manevi olarak etkiler.
Gıybetten ve gıybet ortamlarından, dedi-kodu ve fis-kos konuşmalardan, yılandan ve akrepten kaçar gibi kaçmalıyız. Manevi bir doktor gibi gıybet edenleri ikaz ve ihtar etmeliyiz. Her zaman “Gıybet etme gıyabında dua et” bizim bir düsturumuz olmalıdır.
Gıybetin Toplumsal Zararları
İçinde yardımlaşma bulunan cemiyet, sükûneti tahrik için yaratılmış bir alettir, vasıtadır.
İçinde haset buluna bir cemaat ise, hareketi teskin için yaratılmış bir alettir, vasıtadır’[8]
Bediüzzaman Hazretleri, Müminler arasında nifak ve bölünme, kin ve düşmanlığı netice veren ana sebeplerin tarafgirlik, inat ve haset (kıskançlık, çekememezlik) olduğunu ifade eder. Ve bu hasletlerin toplum hayatı için zehir olduğunu beyan eder. İşte gıybet ehl-i adavet ve haset ve inadın en çok kullandıkları alçak bir silahtır. Toplumu gıybet ile kin ve düşmanlığa sevk ederler.
Buna yaşanmış bir örnek olarak Hz. Osman devrinde Ebu Zer el-Gıfari’nin sözlerinin münafıklar tarafından her tarafta yayılarak İslam toplumunda hoşnutsuzluk ve fitnenin uyandırılmasını gösterebiliriz. İşte Hz. Osman devrinden günümüze kadar İslam tarihi incelendiğinde, fitnenin en çok gıybet ile uyanıp yayıldığını görebiliriz. Bu bile gıybetin gizli ve tehlikeli dehşetli bir düşman olduğunu anlamaya kâfidir sanırım.
Bir Mümin Kardeşimizin Kusurunu Görünce Ne Yapmalı?
“İhtiyar amcanı dinler misin oğlum nevruz
Ne büyük söyle, ne çok söyle yiğit işte gerek
Lafı bol karnı geniş soyları taklit etme
Sözü sağlam özü sağlam adam ol, ırkına çek”
(Mehmet Akif Ersoy )
Bizler “Kendi kusurlarıyla uğraşıp insanların ayıplarıyla uğraşmaya fırsat bulamayan kişiye ne mutlu!”[9] hadis-i şerifini rehber edinmeli kendi kusurlarımızı görüp tövbe edip halimizi düzeltmeye çalışmalıyız. Bir Müslümanın dinine zarar veren bir kusurunu gördüğümüzde lütuf ile ıslahına çalışmalıyız ve bunun bir manevi musibet ve bela olduğunu bilip (zira asıl musibet dine gelen musibettir) Peygamberimiz (sav)’in,
“Kim bir belaya uğrayanı görünce şu duayı okursa: ‘Seni imtihan ettiği şeyde bana afiyet veren ve birçok yarattığından beni üstün kılan Allah’a hamdolsun!’ Artık yaşadığı müddetçe bu bela ne olursa olsun ona maruz kalmaktan muaf kılınır.”[10] duası ile karşılık vermeliyiz.
[1] Kastamonu Lahikası
[2] Hucurat, 12
[3] Camiü’s-Sağir, hn: 8489
[4] Mektubat, 121
[5] Hud, 47
[6] Buhari, Müslim
[7] Tirmizi, Kıyamet: 53, hn: 2507
[8] Mektubat, 502
[9] Beyhaki, Şuabü’l-İman, hn: 10563
[10] Kütüb-i Sitte, No:1869
Alıntıdır
Bir yanıt yazın