Cüz’î irade: Maddi bir vücuda sahip olmayıp, hava yolları ve meridyenler gibi farazî ve itibarî olarak kabul edilen, insandaki meyelan veya o meyelandaki tasarruftur. İnsan, maddi vücudu olamayan cüz’î iradeye sahip olmakla bir şey yaratmış olmadığından, o irade ve isteği Cenab-ı Hakk insana vermiştir.
İmam Maturidî’ye göre cüz’î iradenin asıl temeli ise, bir şeyleri arzu edip sürekli olarak meyil etmek manasındaki insandaki meyelandır. İmam Maturidî o meyle maddi bir vücud vermediği için, o meyelanı insana vermiştir.
Mesela, ağacın ilmî bir vücuda sahip olarak bir çekirdeğin içinde var olduğu itibar edilir. Maddi bir vücuda sahip olmadığı için, kudretin onu var etmesi gerekmez. İlmi ve itibari olarak da yok olduğu kabul edilmez. Zira o çekirdeği ektiğimizde ortaya çıkan maddi ağaç, onda ilmî ve itibarî bir ağacın var olduğunu isbat eder. Öyle de irademizin bir neticesi olan yaptığımız bütün işler, itibari ve ilmi olarak onları tercih eden bir iradenin bizde var olduğunu gösterir.
İmam Eş’arî ise, insandaki meyle maddi varlık nazarıyla baktığı için, kula vermemiştir. Çünki maddeten var olan bir şeyin yaratmasını kula vermek şirk olur. Ancak meyildeki tasarrufu kula vermiştir. Tasarruf ise maddi olmayıp itibari olduğundan irade-i İlahiye ile birlikte bütün şartların oluşması denilen illet-i tammeyi gerektirmiyor. Ancak bir işin tercih edilir duruma gelmesini gerektiren bir ortamın oluşması, cüzî iradenin vücut bulması için yeterlidir. Vücuda geldikten sonra da onu isterse işler istemezse işlemez.
Mesela, bir malı çalabilecek ortamı bulan bir adam için o anda malı çalma meyli gelir. O meylini işleyip malı çalmak veya çalmaktan vazgeçmek tasarrufu o insana verildiğinden, o anda şeriat ona der ki: “Bu meylettiğin şey, şer ve günahtır yapma!” İnsan bu işi yapmazsa kurtulur. Yaparsa mesul olur.
Fakat maddi bir işin gerçekleşmesi için illet-i tamme lazımdır. Yani o işlerin oluşması için gereken bütün şartların gerçekleşmesi ve irade-i İlahiyenin de istemesi gerekir. Bir merminin patlaması, ancak barutun olması gibi bütün şartların oluşması ile gerçekleşebilir. Bu şartlar meydana geldikten sonra o işten vazgeçme iradesi kalmaz. Mermi ister istemez patlar. Eğer insan yaptıklarını yaratabilecek durumda olsa idi illet-i taamme olurdu. İnsan, cüzî iradesi ile yapmak istediğini o anda yapmak mecburiyetinde olurdu. Ondan dönüş olmazdı. O vakit ihtiyar kalkardı. Tetiğin çekilmesi ile merminin patlamaktan başka bir seçeneğinin kalmaması gibi.
Demek maddi işlerde, illet-i tamme denilen maddi sebeb gerektiği için, o sebeb gerçekleştikten sonra sonuç gerçekleşir. Maddi olmayan itibari işlerde ise, illet-i tammeye ihtiyaç yoktur. Vücuda geldikten sonra da insan ondan vazgeçebilir. Yapmak mecburiyetinde değildir. Bir adamın yanlışından dolayı tokat atmak veya ona hakaret etmek meyli oluşur. Ama meyil sahibi bu kişi, bunu ister gerçekleştirir, ister gerçekleştirmez.
Cüz’î iradenin vazifesi, insanı sorumlu hale getirmek olduğu gibi, insanın yapacağı işlerde de Allah’ın kudreti ile o işlerin arasındaki irtibatı sağlamaktır. Mesela sekiz katlı ve yedi bodrumlu bir binayı düşünelim. Binanın girişinde danışma yeri ve asansör bulunuyor. O asansör insanları yukarı katlara çıkardığı gibi, bodruma inmek isteyenleri de indirir. Bodrumdan yukarı çıkmak isteyenleri de çıkarır. Daha doğrusu, o binayı teşrif edenlere istek ve arzuları doğrultusunda hizmet eder.
Bina sahibi, misafirlerine olan şefkat ve merhametiyle görevliler tayin etmiş. O görevliler binaya girenlere, nasıl hareket edeceklerini, o binayı nasıl kullanmaları gerektiğini ve bina sahibinin misafirlerden neler beklediğini anlatmaktadır. Görevliler, asansörün nasıl kullanılması gerektiğini ve asansörün sağ tarafında bulunan düğmelerin yukarı katlara çıkardığını, o katların ise cennet hayatı gibi bir mutluluk vesilesi olduğunu söylemektedir. Zaten bina sahibi de muhterem misafirlerinin mutluluğa kavuşmasını istediği için bu binayı yapmıştır.
Her ne kadar asansör sistemi, mühendisin projesi ile yapılmış ve elektrik gücü ile çalışsa da, bu çalışmanın gerçekleşmesi için basit bir şart olan düğmeye basmak gerekmektedir.
Asansörün solundaki düğmeler ise, bodrum katlarına inmek içindir. Görevliler, bodrum katlarının cehennem gibi sıkıntılı olduğunu ve bina sahibinin o katlara kimsenin inmesini istemediğini, illa inmek isteyen olursa asansörün onları indireceğini ve çekecekleri sıkıntılardan inmek isteyenlerin sorumlu olduğunu belirtmektedir.
Binaya giren misafirlerden yukarı katın düğmesine basıp çıkanların karşılaştıkları güzellikler ve nimetler, bina sahibinin onlara bir ikramı ve ihsanıdır. Fakat kendi iradeleriyle bodrum katlarının düğmelerine basıp oraya inenlerin çektikleri sıkıntı ve ızdırapların mesuliyeti ise, iradelerini kötüye kullanmalarından dolayı kendilerine aittir; hiçbir cihetle bina sahibini suçlamaya hakları yoktur.
Öyle de, bu âlem, ilahî bir binadır. Yukarıya çıkan cennetin sekiz tabakası vardır. Bodrum olarak aşağıya inen cehennemin ise yedi tabakası vardır. Dünya ise bu binaya giriş dairesidir. Görevliler ise, bütün peygamberler ve âlimlerdir. Dünyaya gelen herkese bu âlem binasını anlatırlar. Binayı yapıp bu hale getiren sahibi olan Allah’ı, bütün eserleriyle tarif edip tanıtırlar. Bina sahibinin ne yaptıklarından razı olduğunu ve yasakları neler olduğunu dünyaya gelenlere bildirirler.
Asansör ise, kaderin projesi ile hazırlanmış ve kudret-i İlahiye ile çalışan bir sistemdir. Sağdaki düğmeler ise iman, ibadet ve hasenat düğmeleridir. Allah bu düğmelere basarak cennete ve a’lâ-yı illiyyine çıkmamızı istemektedir. O mutluluğu kazanmamız için de bu dünya imtihanına bizi göndermiştir. Biz Allah’ın bu isteğini kabul edersek, Allah hoşnud olarak bize oraları ihsan eder. Soldaki düğmeler ise, küfür, dalalet, hak ve hukuk tanımamak gibi her türlü kötülüklerdir. Allah, bizim bu düğmelere basıp cehenneme gitmemizi istemiyor. İmtihan gereği olarak illa gitmek isteyene de engel olmuyor. Oraya gitmenin mesuliyetini de üzerine almayıp, giden kişiye bırakıyor.
Dikkat edilirse, düğmeye basmak basit bir iştir. Fakat iki kablonun buluşmasına ve sistemin çalışmasına bir sebeptir. Öyle de iman ve ibadeti hayır ve hasenatı istemek, basit bir sebeptir. Fakat yapacağımız işler ile kudret-i İlahiyenin arasında bir irtibatı sağlar. Kudret ile çalışan kader sistemini faaliyete geçirir.
Dünya hikmet yeri olduğundan Cenab-ı Hakk her şeyi sebeplere bağlamıştır. Nasıl ki düğmeye basmadan asansör çalışmaz. Öyle de, Cenab-ı Hakk sebebleri aradan çıkararak her şeyi yaratabildiği halde, imtihan gereği olarak hikmet-i ilahiyenin istemesi ile sebepler gerçekleşmeden kudret-i İlahiye icraat yapmaz.
Cenab-ı Hakk bütün kardeşlerimizle birlikte bizleri iradesini hayırda kullanan kullarından eylesin. Amin.
Alıntıdır
Bir yanıt yazın