Bil Ey Nefsim
191- Bu cümlede insanın en birinci muhatabı ve talebesi, kendi nefsi olduğu vurgulanmaktadır. Çünkü kendi nefsini ikna edemeyen başkasını ikna edemez. Öyle ise meseleye en evvel nefsinden başlamak lazımdır.
192- Nefis insandaki zevk ve lezzetin menbaıdır. Her şeyden kendisine zevk, lezzet ve pay çıkarır. Bundan dolayı aldığı zevk ve lezzetine mani olacak her şeyi kendisine düşman bilir. Hatta Rabbini dahi tanımak istemez.
193- İşte bu yüzden “Ey nefsim, sen en evvel kendi Halık’ını bil, tanı!” diyerek hitap ediyor. Yani senin ademden varlık dairesine çıkman o Zat-ı Zülcelalin irade ve kudretiyle olduğu gibi aldığın bütün lezzet ve zevkleri yaratan, senin Rabbin ve Halık’ındır. Önce nefsimize O’nu anlatmak tanıtmak zorundayız.
194- Nefsimiz Rabbini tanır ve kabul ederse onu sevmeye başlar. Tanıdıktan sonra itaat etmeyi de öğretmek lazımdır. Çünkü Rabbini tanımayan bir nefis her fiilinin başında ‘Ben!’ der. Ben diyerek Allah’a intisabını keser. Her amelini kendine isnat ederek bir lezzet payı çıkarır. Eğer Bismillah dese ve O’na intisabını bilse, O’nun ismini söyleyip ihtiyacını arz eder.
Şu Mübarek Kelime İslam Nişanı Olduğu Gibi,
195- İslam nimeti; Kelam sıfatından gelen şeriat-ı suğra (küçük şeriat) kanunlarından ibarettir. Bu hükümler beşerin hareket ve ef’allerini intizam altına alan kanunlardır. Sünnet-i seniye ve ahlak-ı Muhammediye (asm) ise o kanunların tatbik ve icrasının tezahüründen ibarettir. Hem ahlak-ı İlahiye ile muttasıf olmaktır. Öyle ise İslam, Muhammed (asm) Efendimizin dinidir. Ahlak-ı İlahiyeye teslim ve tabi olmaktır. Demek “Bismillah” kelimesini söylemek, Müslüman olduğumuzun en birinci alametidir.
Bütün Mevcudatın Lisan-ı Haliyle Vird’i Zebanıdir.
196- Lisan-ı kâl: Konuşma dilidir. Sadece beşere mahsustur. Dolayısıyla Cenab-ı Hakk’ın tekellüm sıfatının muhatabı insandır.
197- Lisan-ı hâl: Bir şahsın ruhundaki gizli kemalatını, ilim vasıtasıyla her an sanatında tezahür ettirmesidir. Kendi namına eserinin konuşması veya konuşturulmasıdır.
198- Mesela, Mimar Sinan’a: “Sen mimar mısın” diye sorsak; o da konuşarak dese ki. “Evet, ben dâhi bir mimarım.” Biz mimar Sinan’ın doğru söylediğini varsayarak ona inanırız. Fakat yine de “Acaba öyle mi?” diye bir şüphe aklımızda kalır.
199- Eğer biz Mimar Sinan’ın eserlerine bakarak dâhiyane sanat harikalarını müşahede etsek, Mimar Sinan’ı görmeden onun ne kadar büyük bir mimar olduğunu anlarız ve şüphesiz tasdik ederiz. Demek Mimar Sinan, eserini kendi ruhundaki mimarlık dehasına ayinedarlık edecek şekilde terbiye ettiği için, eserleri de onun mimarlığını lisanı haliyle ilan eder.
200- Aynen bu misal gibi, kâinat kitabı Cenab-ı Hakkın nihayetsiz enva-ı kemalatına ayinedarlık edecek şekilde terbiye edildiği için, kâinat kitabı o zatın kemalatını lisan-ı hal diliyle ilan eder. İşte Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan kâinat kitabında lisan-ı hal diliyle tezahür eden kemalat-ı İlahiye’yi lisan-ı kale tercüme ederek ile ilan eder. Peygamber Efendimiz (asm) da o Kur’an’ın mübelliğidir.
201- Hâlbuki maddiyyun ve tabiiyyun asrının fen ve felsefe adamları Kur’an’ı ve hadis-i şerifi bilimsel kabul etmiyorlar: “O diyanetin işidir. Biz bilim adamlarıyız. Bilime dayanmayan ve nakli meseleler bizim için esas olmaz” diye Kur’an’ın hükmünü reddediyorlar.
202- Öyleyse ancak ilimle, fenle, delille, hüccetle ve burhanla akıllarını ikna etmek mümkündür. Yani tabiiyyunlar kâinat kitabını okurken yanlış anlayarak içinde boğulduklarından; elbette doğru okuyabilmeleri için ders vermek lazımdır ki ikna olup ilzam olsunlar. İşte Risale-i Nur bu sistem üzerine yazılmış harika bir tefsirdir.
Bismillah Ne Büyük Tükenmez Bir Kuvvet, Ne Çok Bitmez Bir Bereket Olduğunu Anlamak İstersen; Şu Temsili Hikâyeciğe Bak Dinle Şöyle ki
203- Kuvvet: Duran bir cismi harekete geçiren ve hareketli bir şeyi durduran enerjidir. Kuvvet, tesir ettiği şeyin haricindedir. Mesela, kalemi hareket ettiren kuvvet, kaleme hariçten müdahale eden kâtibe aittir veya binanın taşlarını intizamla dizen kuvvet, binanın haricindeki ustanın işidir veya ayinenin içindeki cilve, hariçten ona tecelli eden semadaki güneşe mahsustur.
204- Aynen öyle de; kâinatı halk ve icat eden kudret ve bereket dahi kâinatın hadsiz derecede haricinden ve fevkinden ona tecelli eder.
205- Kudret: Doğrudan doğruya Daire-i Vücub’un kemalatından birinin unvanıdır. Kuvvet ise, o kudretin kâinattaki tecelli ve cilveleridir. Kudret, semadaki güneşin ziyasına misaldir. Kuvvet ise, ayine içine tecelli edip tezahür eden güneşe misaldir.
206- Bereket: Bolluk, feyiz, Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanı.
207- Bismillah kelimesi ise gizli bir define olan kuvvet ve bereketin masdarı (kaynağı ve membaı)’dır.
208- İntisap nedir? Başta izah edildiği gibi, kelime manası, bir yere veya bir kimseye mensup olmak maiyetine girmek ve bağlanmaktır. Mesela, ayinenin içindeki akseden misali güneşin vücudu ve bekası, semadaki güneşe intisap etmesiyle mümkündür. Aşağıdaki izahta intisap eden kimsenin neler kazanacağı veya etmeyenin neler kaybedeceği izah edilmiştir.
Alıntıdır
Bir yanıt yazın