- Mesela insanın ayine-i kalbindeki merhamet, şefkat, adalet, cömertlik, temizlik, malikiyet gibi bütün sıfatların her biri Allah’ın Esma-i Hüsna’sının birer cilvesi ve gölgesidir. Bütün kâinatı ihata eden her bir Esma-i İlahiye, mahiyet ayinemize birer istidat tohumu olarak yerleştirilmiştir.
- Peygamber Efendimiz (sav) bu istidatların her birisini birer birer inkişaf ettirmiş ve en münteha (son) kemalata kadar çıkardığı için kıyamete kadar gelecek insanlara rehber-i mutlak olmuştur. Bu sayede istidatlarımızın inkişaf yolları Sünnet-i Seniyye ve şeriat-ı Muhammediye (sav) olarak tezahür etmiştir.
- Cenab-ı Hak mahiyetimize yerleştirdiği bu istidat tohumlarını Sevgili Habibinin (sav) sünnetine tabi olarak, kendi ihtiyarımızla inkişaf ettirmemizi ve cennete layık olmamızı bizden istiyor. Hatta insanın cennetten dünyaya gönderilmesinin en mühim sırrı, bu istidatların inkişafıdır.
- İşte sıfat-ı kemaliyeden maksat, kalbimizin içinde yaşayarak hissettiğimiz; merhamet, muhabbet, şefkat, adalet gibi sıfatların zatı, asli ve menbaları olan Esma-i İlahiyeden
Birincisi Sıfat-ı Zatiye
- Bu sıfat, sadece Vacibü’l-Vücuda mahsus olan sıfatlardır. Mahlûkata tecelli etmez. Mahlûkat ile Hâlıkıyetin arasını ayırmak bu sıfatı çok iyi bilmekle mümkündür.
- Vücud
- Kıdem
- Beka
- Vahdaniyet
- Muhalefetün li’l-havadis
- Kıyam bi-nefsihi’dir
- Vücud (Vacibü’l-Vücud): Bütün zaman ve mekânın, hadsiz derece haricinde, fevkinde, nihayetsiz kemal ve cemal sahibi, maddeden mücerret ve mekândan münezzeh, Zat-ı Zülcelal’in unvanıdır. Bütün kâinat, mukaddes kitaplar ve bütün peygamberler böyle bir zatın vücub-u vücuduna (varlığının lüzumuna) delalet ve şahadet ederler.
- Mesela; nasıl, yeryüzündeki hadsiz ayineler, şeffaf şeyler, şişeler, su damlaları, kabarcıklar semadaki bir tek güneşin varlığına işaret edip ispat ediyorsa veya Mimar Sinan’ın yaptığı iki yüz seksen küsur eseri o mimarın vücudunu iktiza ve istilzam (gerektirmek) ediyorsa; öyle de aklen, ilmen, fennen ve vahye istinaden sabittir ki; bütün kâinatın mevcudatının envaları, efratları, aza ve hüceyratı, mülk ve melekutu (gaybî ciheti) bütün sıfat-ı kemaliyenin sahibi olan bir tek zatın varlığını ve birliğini ister ve iktiza eder.
- Bütün İslâm mütefekkirleri bu hakikati lazım, vacip ve zaruri kabul etmişler. Eğer böyle bir zat olmasaydı, kâinat yokluktan varlık âlemine çıkmazdı asla. Öyle ise kâinatın vücudu için, o zatın vücudu lazım ve vaciptir.
- “Adem-i mutlak, menşe-i vücud olamaz.” cümlesi bu hakikati gayet kat’i ve kesin bir surette bütün akıllara ispat etmiştir.
- Hem o İslam Âlimleri, hak olan davalarını te’yid ve takviye için şöyle demişler: “Bir şey’in yokluktan varlık âlemine çıkması için sonradan yaratılan bütün mevcudatın haricinde, nihayetsiz ilim, irade ve kudret sahibi olan bir zatın tercihi lazımdır. Eğer böyle bir müreccih (seçen) olmasaydı, mahlûkatın şekil ve suretleri, yani teşekkülat programları nasıl belirlenecekti ve varlık âlemine nasıl çıkacaktı?”
- Hem, vücudu ilimden ibaret olan mümkinat, mümkinatın ademden şahadet alemine çıkmasının illeti (sebebi) (Yaratılanlar, kendilerinin yaratıcısı olamaz.)
- Mesela, kâğıt üzerindeki bir harf kendisinin vücuda gelmesine illet olmadığı gibi, diğer harflerin yazılmasının sebebi de olamaz. Ancak harflerin haricinde bir kâtip olması lazımdır ki; yazılabilsin ve gözlere görünsün.
- Aynen bu misal gibi, kainattaki hiçbir mahlukatın kendi başlarıyla ademden (yokluktan) varlık âlemine çıkamalarına imkan yoktur.
Adem-i Mutlakın ve Nihayetsizin İlleti Olmaz.
- Adem-i mutlak: Sonsuz yokluk demektir. Adem-i mutlak zaten yoktur. Çünkü sonsuz kemal sahibi bir Allah vardır. Adem-i mutlak, kainattan önce bir yaratıcının varlığını kabul etmeyen ve inkâr eden maddiyunların akıllarındaki vehmi bir kabulden ibarettir. Hakikatte bir vücudu ve mahiyeti yoktur.
- Şimdi bu hakikati zaman ve mekân boyutuna göre inceleyelim:
Mesela, kâinatı bir filim gibi maziye saralım. Aklımıza gelen ilk soru şudur: “Acaba kâinattan evvel ne vardı?” Kâinatın haricindeki bir tek halikın varlığını inkâr eden dünyadaki hiçbir felsefi düşünce, hakiki manada bu sorunun içinden çıkamamıştır.
- Kâinat haricinde bir yaratıcının varlığını inkâr eden bu asrımızın bir kısım fen ve bilim insanları, “Kâinattan evvel sonsuz bir yokluk vardı” derler. Fakat buna rağmen, kâinata bir başlangıç verirler. Bir yaratıcıyı kabul etmediklerinden; bir şekilde izaha çalışarak büyük patlama “Big Bang” ile meydana geldiğini iddia ederler. Lakin yokluktan nasıl oldu da böyle muntazam bir âlem vücuda geldi diye sorulsa; sonsuz yoğunluk veya sonsuz enerjinin patlamasıyla bir şekilde meydana geldiğini savunurlar
Alıntıdır
Bir yanıt yazın