- Muhalefetün li’l-Havadis: Yani o Zat-ı Zülcelal hâdis (sonradan olan) mahlûk, masnu, eser, sanat, mütegayyir (değişen) olanların cinsinden değildir. Ressam resim, cinsinden; san’atkar, san’at cinsinden; mimar, cami cinsinden olmadığı gibi, kâinatın Hâlık’ının zat ve sıfatları dahi kâinatın cinsinden değildir.
- Kıyam bi-nefsihi: Nihayetsiz azamet ve kibriyanın (sonsuzluk sahibi olmak) harici olmaz. Madem o kemalatın harici yoktur. Öyle ise o Zat-ı Akdesin kemalatı başka bir kemalden gelmiş olamaz. Öyle ise bütün kemalatı zatîdir ve kendi zatıyla kaimdir, daimdir varlığı kendindendir yani kıyam bi-nefsihidir.
- Hâdis: Sonradan meydana gelen mütegayyir ve mütehavvil (halden hale geçen) olan demektir.
- İhlas Suresi: Mümkinat ile daire-i vücubun sıfatlarının farkını altı kelime ile ferman eder. Bu altı kelimeden üçü mümkinat (yaratılanlar) alemine, üçü de daire-i vücuba bakar.
Mesela Allah’tır, Ehaddir, Sameddir. Bu üç kelime daire-i vücubun sıfatını ifade eder. O doğmamıştır, doğrulmamıştır, misli olmayandır. Bu üç kelime ise mahlûkata bakar.
Mümkinat ise doğmuştur, fakat o doğmayandır ve ezelidir, mümkinat, doğrulmuştur, yaratılan silsilesindendir. Fakat o yaratılan cinsinde değildir. Mümkinat misli olandır. Fakat o misli misali olmayandır.
- Aşağıdaki ayet-i celile bu hakikati tam ferman eder.
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
“Kainat içinde, hiçbir cihetle O’nun misli misali yoktur o işiten ve görendir” ayet-i kerimesi daire-i vücub ile mümkinatın bir birine muhalif hallerinin hudutlarını çizmiştir.
- Bu sırrı Hz. Ebubekir (ra), “Ya Rabbi senin idrak edilemeyeceğini idrak ettim” demekle “O Zat-ı Zülcelal’in zatını ve sıfatlarını idrak etmek, idrak edilemeyeceğini idrak etmektir” şeklinde ifade etmiştir.
Sıfat-ı Sübutiye
- Ne zatının aynı ne de zatından gayri olan sıfatlardır. Yani güneş ziya vermeksizin mümkin değildir. Fakat ziya güneşin zatı olmadığı gibi, güneşten gayrı da değildir.
- Güneşin varlığına ziyası işaret ettiği gibi, daire-i vücubun kemalatını da bu sıfatları gösterir.
- Hayat: Misli misali olmayan hayat sahibidir. Evet, hayatın bir biri içine girmiş çok perdeleri mevcuttur. İlki, bizim yaşadığımız nefis ve arzularımıza bakan hayatımızdır. İkincisi, vücudumuzun içindeki biyoloji ve tıp ile anlaşılan hayat faaliyetidir. Üçüncüsü, cesedimize canlılık veren ruhtaki hayattır. Dördüncüsü, ruhumuza doğrudan tecelli eden Zatı Hayyu Kayyuma ait hayattır.
- İlim: Nihayetsiz imkanatı, hadsiz ihtimal yollarını, bize göre adem-i zâhiriyeyi ( Allah’ın ilminde olan fakat şahadet alemine çıkmayan her şey) her cihetle teşhis ve ihata eden manzar-ı a’lâdan (sonsuzluk aleminden bakan demektir) bakan ilimdir.
- Sem’: Her şeyi işitendir.
- Basar: Her şeyi her şeyle görendir. Görmek nasıl olur, mahiyeti nedir? Görmek bir sıfattır. Madde gibi onu tasvir edemeyiz. Bu sıfat biz insanlara nereden gelir, bu sıfatın kaynağı nedir? Şimdi onu inceleyelim: Mesela, pencereden dışarıya bakıyoruz; gören biz miyiz, yoksa pencerenin camı mıdır? Elbette, irade ve basar sahibi olduğumuz için gören biziz. Peki, gören maddi olan gözümüz müdür yoksa arkasındaki ruhumuz mudur? Elbette, gören zihayat olan ruhtur. Göz maddedir ve ruha bir penceredir, göz tek başına göremez. O zaman gören göz değildir. Belki göz vasıtasıyla ruh, iğne ucu kadar bir yerden âlem-i şahadeti seyreder.
- Cenab-ı Hak her şeyle her şeyi görendir. Her mahlûkunun gözüyle tüm âlemi bizzat müşahede edendir. Kur’an şems ve kamerden bahsederken, bizim gözümüzün gördüğü şekilde izah etmesi bunun delilidir.
- İrade: Dilemek seçmektir. İradenin şe’ni (özelliği) tercih ve tahsis etmektir. İrade-i ezeliye, bir şeyi daire-i ilmin ve hadsiz imkanatın içinden bir model olarak seçer. Bu seçilen teşekkülat programı eşyanın hakikatidir. (Bkz. Otuz İkinci Sözün Üçüncü Makamı)
- Kudret: Cenab-ı Hakk’ın zatına mahsus kemalatındandır. Hem zati, hem basit (her yere yayılan kuşatan) hem namütenahidir. Hem zıddı olan aczden münezzeh ve mukaddestir. Kâinattaki bütün kuvvetler, kudretin tecellisi ve cilvesidir. Kudret-i İlahiyeyi tam anlamak isteyenler, Yirminci Mektubun Onuncu Kelimesine baksınlar.
- Kelam: Hayat ve ilim gibi Cenab-ı Hakk’ın bir sıfatıdır. Kur’an, kelam sıfatından gelmiştir ve ezelidir.
- Bu sıfatlara sıfat-ı seb’a Güneşin yedi rengi, ısısı, ışığı gibi düşünülebilir. Örneğin semadaki güneşin yedi rengi aynaya tecelli eder. Fakat güneşin zatına mahsus ateşinden aynaya iğne ucu kadar girse ayna yanar kül olur. İşte aynen öyle de Allah’ın sübuti sıfatlarının insana tecellisi aynaya güneşin yedi renginin tecelli etmesine benzer.
- Cenab-ı Hakk bizleri de o sıfatlarla sıfatlandırmıştır. Ve bizim şahsiyetimiz onunla vücut bulmuştur.Sıfat-ı Fiiliye
Kudret-i İlahiye’nin, mahlûkatın nev’lerine ve fertlerine olan taalluk ve nisbetinden hâsıl olan ve zahire çıkan isimlerdir. Bu isimler namütenahidir (sınırsızdır). Rahman, Rahim, Rezzak gibi. - Bir şeydeki faaliyet, kemale müteveccihdir. Kemale ulaştığı noktada faaliyet sona erer. Bu sırdan dolayı kamil-i mutlak olan daire-i vücubda kemale müteveccih herhangi bir faaliyet olmaz.
- İşte bu sırra binaen fiili isimler mahlukiyeti ve yaratılanları iktiza ve istilzam eder. Bütün fiili isimlerin tezahürü ancak böyle bilinir.
- Kâinattan önce Cenab-ı Hak Halık, Rahman, Rahim, Kerim, Şafi, Rezzak gibi kemalatların sahibi olduğu halde ancak kudretinin yaratma faaliyetiyle tezahür ederek bilinir.
- Not: İslam uleması bu fiili isimleri, sübuti sıfatların en son maddesi olarak tasnif etmişlerdir. Bediüzzaman Hazretleri de Risale-i Nur Külliyatının İşaratü’l-İcaz kitabında, tekvin sıfatını, fiili isimler olarak şerh etmiştir.
- Alıntıdır
Bir yanıt yazın