Bir insandan bahsetmek istiyorum. Daha doğrusu bir insan modelini biraz uzunca tasvir etmek istiyorum.
Sadece kendini düşünen…
“Benim karnım tok olsun da, başkaları açlıktan ölse bana ne!” diyen…
“Sen çalış, külfetlere katlan, ben yiyeyim” diyen…
Komşusu açken, rahat rahat tok yatabilen…
Bütün gayretini sadece kendi çıkarlarına odaklamış, kendi menfaatleri için yaşayan ve çalışan, milletini ve ümmeti düşünmeyen…
Milletin ve ümmetin dertlerini kendine dert etmeyen…
Sadece rahat, konforlu ve lüks bir fani dünya hayatının hayallerini kuran ve o hayal ile yaşayan…
Şöhret ve tanınma için her türlü riyakârlığı ve yapmacıklığı yapan…
Dünyevî, küçücük sinek ısırması gibi sıkıntılardan, yılandan akrepten kaçar gibi kaçan ama kabir ve ahirette kendi bekleyen müthiş tehlikelere karşı son derece lâkaytlık gösteren…
Elbisesine verdiği değer kadar dinine ve mukaddesatına değer vermeyen…
Hakikatlere ve mukaddes değerlere hürmet etmeyen…
Menfatinin olduğu her kişiye zillet, minnet ve riyakârlık içinde haddinden fazla saygı gösteren…
Başkalarının sırtına basarak yükselen…
Çıkarını, başkalarının zararında arayan…
Daima kendini öven…
Başarıyı, iyilikleri ve güzellikleri daima kendinden bilen…
Nefsanî arzularını tatmin edebilmek için haram-helâl demeden rastgele her şeyi yutan…
Dünyası için ahiretini feda eden, ahiretini dünyaya satan…
Dünyevî menfaatler hatırına, Rabbinin ayetlerini satan…
Lezzet, haz, ücret, alkış ve menfaat söz konusu olduğunda en önde giden…
Hizmet, külfet, çalışma, sahiplenme ve gayret söz konusu ise en arkadan gelen…
Ölüm söz konusu olduğunda hiç üzerine almayan…
İbadet ve hizmetlerdeki külfetten dolayı onları terk eden…
Hür ve serbest olmak isteyen…
İbadet, emir ve yasaklardan hiç hoşlanmayan…
İdeal toplum ve ideal insan tipi olarak batıyı ve batılıyı kabul eden…
Ve hakeza… Bu tasviri daha da uzatmak mümkün.
İnsan, lehine gördüğü şeylerin peşinden giderken, aleyhine zannettiği şeylerden de kaçıyor. Menfaatine uyan şeylerin peşine aşkla düşerken, çıkarına uymayan şeylere ise hiç değer vermiyor. Faydasına inandığı şeyleri elde etmek için can atarken, faydasına inanmadığı şeylere ise hiç tenezzül etmiyor.
Peki, ya lehine gördüğü her şey hakikatte aleyhine ise ne olacak?
Menfaatli zannederek peşinden aşkla koştuğu her şey aslında kendi kötü sonunu hazırlayan şeyler ise ne olacak?
Fayda sağlayacağını umarak iştahla ve şevkle elde etmeye çalıştığı şeyler, gerçekte kendisine zarardan başka hiç bir fayda sağlamayan şeyler ise ne olacak?
Yani insan tam bir yanılgı, şaşkınlık ve sapıtma içindeyse ne olacak?
İşte tam bu noktada şu ayet-i kerimeyi tefekkür edelim: “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.” [1]
Rabbimiz bu ayetiyle bize diyor ki; “Sizler eğer beni unutursanız, ben de size kendinizi unuttururum.” İnsanın kendini unutması nasıl olur? Yukarıda da uzun uzun tasvir etmeye çalıştığımız insan, bu kadar menfaatlere, lezzetlere ve ücretlere düşkün iken kendini nasıl unutur? Evet, eğer insan Allah’ını unutursa, Allah da bu suçunun cezası olarak insana kendini unutturur. Madem ki insan yaradanını unutarak büyük bir suç işliyor, bu büyük suçun cezası da kendini unutmak şeklinde karşılığını buluyor. Çünkü ceza, amelin cinsine göredir.
İnsanın kendini unutması, neyin lehine neyin aleyhine olduğunu unutmasıdır. Nelerin faydasına ve nelerin zararına olduğunu karıştırmasıdır. Hengi şeylerin elde edilecek ve hangi şeylerin de kaçınılacak şeyler olduğunu iltibas etmesidir.
Meselâ insan, lezzeti rahatta zannederek rahatın peşinden koşar. Oysa lezzet rahatta değil, çalışmakta ve mücadele etmektedir. Meselâ insan, ibadet ve İslâmî hizmetlerdeki külfet ve meşakkatten dolayı ibadet ve hizmetten kaçar. Halbuki ibadet, takva ve hizmette daha bu dünyada dahi kalp ve ruhun büyük bir rahatı olmakla beraber, ebedi saadet yararına büyük bir ecir ve sevap vardır. Yine meselâ, lezzetin hatırı için haram-helâl demeden yiyip içmek, kabir ve ahiret için kişinin tamamen zararına bir durumdur. Halbuki kişi, helâle yönelip haramdan kaçınsa, hem kendine ihsan olunan nimetlere şükretmiş olur hem de onları cennette ebedi bir surette elde etmiş olur.
Demek ki Rabbimiz, kendisini unutan kuluna tabiri caizse manen öyle bir tokat vuruyor ki, o tokadın tesiriyle insan öylesine şaşkın bir hale geliyor ki, aleyhine olan her şeyi lehine zannederek peşinden koşmaya başlıyor. Zararına olan her şeyi, faydasına sanarak divane gibi elde etmeye çalışıyor. Kendi elleriyle kendi kuyusunu kazmak, kendi bindiği dalı kesmek gibi tamemen kendi zararına hareket etmeye başlıyor.
Öyle ise kafasında bütün sırları keşfedecek akıl, bütün hakikatleri haykıran bir vicdan, Rabbinin bütün nimetlerini tartacak ve tanıyacak cihazlarla donanmış bir ruh bulunan insan, kâinatın yaratıcı olan yüce Rabbini unutmamalı ve onun rızası dairesinde bir hayat sürmelidir ki, Rabbi de insana kendini unutturmasın, şaşırtmasın.
[1] Haşr Suresi, 19
Alıntıdır
Bir yanıt yazın