Yalnızlık! İnsanı en çok acıtan şey.
“Tek olma” manasındaki yalnızlık değil bahsettiğim. Bir duygu hâli: Kimsesizlik hissi! İniyor muyuz çıkıyor muyuz anlayamadığımız; boşluk!
Bazen çok derin, bazen çok gizli yaşadığımız!
Kendi kendimize yabancılaşmamız, kendimizi aramamız. Ana rahmi! Özlediklerimize kavuşamadıkça, sâhiplendiklerimiz terk ettikçe bizi, kendimize sürgün oluşumuz.
En güçlüleri bile âciz bırakan, dizinde ağlanacak Leylaları aratan. Leylaların deva olamadığı…
İfrat ve tefritlerimizde kendimizi içinde bulduğumuz dehliz. Allah için olmayan sevgi ve nefretlerimizde, labirent. Çıkış noktası ararken ruhlarımızın nefessiz kaldığı…
Acaba Allah (cc) kullarına bu hissi niçin yaşatıyor?
Kimsesizlik hissi! Kimseye âit olmadığımızın ilanı; Allah’tan başka!
İnsanoğlu için kaçınılmaz bir his olan yalnızlık, kimileri için ruhsal gelişme olurken, kimileri için yoldan çıkış oluyor. Yani yalnızlık iki şekilde yaşanıyor. Biri olduruyor insanı, diğeri öldürüyor!
MÜNBİT YALNIZLIKLARIMIZ
İnsan için kendini bilmek, kendine gelmek süreci. Enfüsî tefekkür de diyebiliriz buna. Bu anlamda yalnızlık, kemâlât mektebinde bir muallim. “Hiç” olduğumuzu anlatan! Ve gerçek bir dost: Hakîkati en şeffaf hâliyle sessizce haykıran!
Sancılı muhasebelerle yanılgılarımızı idrak ettiğimiz, yanlışlarımızı hayatımızdan ayıkladığımız anlar… Mahcûbiyetle ama daha çok acziyetle Hakk’a yönelişimiz.
Derin tefekkür iklimlerinde ruhun istirahat bulması. Ve usul usul kemâlâtı adımlaması.
Resûlullah Efendimiz’e (asm) vahiy sürecinde sevdirilen yalnızlık buydu! Büyük zâtlara yüksek dağları, tenhaları sevdiren, Medrese-i Yusufiyeleri tercih ettiren…
Hakk’ı ve halkı sevenlerin yalnızlığı.
Aklı kavileştiren, ruhu latifleştiren…
KURAK YALNIZLIKLARIMIZ
Egoyu besleme süreci. “Ben” ve “diğerleri”, “Kıymetimi bilen yok!” sendromlarından ibâret. İlkellik, zafiyet ve egoizm!
İnsanın iç dünyasında oluşturduğu hayalî mahkemelerde kendini masumlaştırıp başkalarını suçlayıp durması…
“Kendini sevenler”in yalnızlığı. Medeniyete uzak, bedeviyete yakın. Cemiyete, birlikteliğe ruhen başlatılmış bir aykırılık.
İnsanın kendisine Rabbinden daha çok şefkat ettiği, üzüntülerini tevekkülsüzlükle besleyip büyüttüğü anlar! Kaderin âdil ve âli akislerine intibaksızlık hamâkatı. Halka olduğu kadar Hâlık’a da ruhen baş kaldırış. Ruhun gizlice isyanı!
Daha çok sosyal ilişkileri (ülfeti) beceremeyenler, yalnızlığı da (uzleti de) beceremiyorlar.
Kişilikleri oturmuş insanlar yalnızlıkta sessizce tenezzüh ederken zayıf insanlar bir o kadar gürültü koparıyorlar.
Sâdece kendilerinin değil beraberindekilerin de kimyalarını bozuyorlar!
Eşlerinin, çocuklarının, dostlarının…
Pek çok kişinin içine düşüp kaybolduğu bu çeşit yalnızlıklar birçok psikolojik hastalığın da sebebi oluyor.
Kendinden başkasını sevmeyenler – ve bilmediğini bilmeyenler – hayat yolunda yalnızlık virajını alamayıp yoldan çıkıyorlar. Evlilikleri bile “çift kişilik yalnızlık”tan ibâret oluyor.
Bu yalnızlık, zehir! Dünyada da âhirette de bedbaht kılan. Maddîmanevî terakkinin mânisi. Ayak bileğine bağlanmış bir gülle misali insanı hayat boyu dibe çekiyor.
Allah da kullar da sevmiyor bu yalnızlığı. Kendine acıyan, ama insanlara merhameti az olanlar bu yalnızlığı tercih ediyor.
YALNIZLIĞI BAŞARABİLMENİN SIRRI!
İman! Allah’a ve meleklere iman etmek, yalnızlıkları meclis-i ahbaba çeviriyor. Her şeyde, her işte, her histe Allah’ın isimlerini okuyabilen mütefekkir insanlar yalnızlıkta marifet nurunu buluyorlar.
Kadere rıza! Çırpınmak çoğu zaman batmaktır. İsyan; boğulmak. Teslimiyetin ulvî lezzetini tatmaktan inatla kaçan insanlar, yalnızlık denizinde çırpınarak batıp gitmeyi tercih ediyorlar. Kadere teslimiyet!
Selâmet sâhilinin olmazsa olmazı. Bırakın, acı çekmemiz gerekiyorsa çekelim!
Kendine acımakla çekilebilir pek çok acıyı çekilemez kılıyor insan. Bir düşünün! Bahtiyarlık için hüzne muhtaç olmayan insan acaba hiç olmuş mudur ki?
Nefis terbiyesi! Bir kul, aklının kemalini, nefsinin tasaffisini ve ruhunun terakkisini gerçekten istiyorsa; yalnızlıkta kurduğu hayalî mahkemelerdeki sanık sandalyesine –başkalarını değil- her gün aynada gördüğü kişiyi oturtmalı.
İdealist olmak! Kişilikli insanların idealleri oluyor. Zayıf insanların hevesleri! İdealist insanlar, yalnızlıkta güçleniyor. Zayıf insanlar, yok oluyor.
Âlemi de âdemi de ayakta idealler tutuyor.
En güçlü kılan ideal ise: Rıza-yı İlâhî!
Programlı yaşamak! Zamanı iyi değerlendiremediğimizde hayatımızdaki boşlukları yalnızlıklar dolduruveriyor. Programlı yaşayan insanlar kendileri için üzülmeye vakit bile bulamıyorlar.
Allah için sevmek! Sevdiklerinizi bir şeylerinizi kaybettiğinizde ya da terk edildiğinizde neler hissediyorsunuz? Yakan ve yıkan bir yalnızlık mı? Fakat yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevenler yıkılmıyorlar! Onlar için her kavuşma ve her ayrılık, Rableriyle daha çok yakınlaşmalarına vesile oluyor.
SÜNNET-İ SENİYYE!
Sünnet-i seniyye: İlâhi terbiye… Dünya ve ahiret saadetinin pusulası.
Ruhlarımızı yalnızlık boşluğuna düşüren şey, hakîkî sâhibinden uzaklaşması değil midir? Peygamber Efendimiz’in (asm) her derde deva sünnetleri ruhlarımızın yalnızlığına da kesin çözüm oluyor: İşlediğimiz her bir sünnetle, Peygamberimiz’i (asm) düşünüyoruz önce.
Sonra Rasulullah’a (asm) bu güzel terbiyeyi veren Rabbimiz (cc) geliyor aklımıza. Sünneti rehber ettikçe hayatımıza, Rabbimiz’in (cc) ve Peygamberimiz’in (asm) aklımızdan, kalbimizden çıkması imkânsızlaşıyor. Sünneti yaşamakla daima Allah’ın (cc) huzurunda olduğunu hisseden ruhlarımız, yalnızlık vahşetine hiç düşmüyor.
İnsanoğlu, sünneti yaşamadığı kadar yalnız, yaşadığı kadar Rabbiyle…
Pusulası sünnet-i seniyye olan kullar; hiç bir zaman Allahtan uzak kalmayanlar, kurak yalnızlıklar yaşamayanlar! Onlar hem ehl-i ülfet hem ehl-i uzlettirler. Dualar beraberinde geçirdikleri yalnızlıkları onlar için mümbit araziler gibidir. İman ve dehalarını güçlendiren ahlâklarını güzelleştiren…
Bir yanıt yazın