İnsanların istemediği ve karşısında mutlak aciz kaldığı o kadar sıkıntlar vardır ki, netice de onlardan kurtulmak için her şeyini feda eder, hatta ölümü bile istemek durumunda kalabilir. Allah’ı sonsuz derecede sevmek isteyen, bunu sadece akılıile değil de , kalben de hissetmek isteyen insanın , karşısında aciz kaldığı ve sürekli Allah ve Kutsiyat hakkındaki çok iğrenç tahayyülat ve düşüncelere mağruz kalması, insanın kendinden nefret ettiği ve kendisini cehenneme bile layık görmediği o an, yani vesvese , tahayyülü küfür ve tahayyülü şetim anı, o insan için en büyük dünyevi azaplardan biridir. Düşüne biliyormusunuz? sonsuz derecede Rabbinize bağlısınız. Biri Rabbinize veya Rasülüne küfretse, kafasını koparacak derecede Onları seviyorsunuz. Ama o küfreden malesef sizin beyninizdeki tahayyülat ve düşünceler oluyor. Yani size göre , o küfreden siz oluyorsunuz. Bundan iğreniyorsunuz, kendinizden iğreniyorsunuz. Ama malesef elinizden bir şey gelmiyor. Tek istediğiniz bu durumdan kurtulmak, hayatınız pahasına da olsa kurtulmak.
Bu satırları okurken bazı kişiler , ya bu Ravi Hoca aynen beni tarif etmiş diyeceksiniz. Biliyorum, bu durumdan kurtulmak için, bir köşeye geçip saatlarce ağlayıp, Allah a yalvardığınız oluyor. Ama bitmiyor, tükenmiyor. Halbu ki biliyorsunuz , Allah istese hemen bitecek. Ol dese olacak. Ama neden olmuyor veya ol demiyor?
Bunun üzerine acaba ben lanetlendim mi düşüncesine kapılacaksınız. Namaz kılamayacaksınız, Kur ‘an okuyamayacaksınız. Zaten bunlara yanaştığınız an, o iğrenç hâlat daha da artacak. Böyle olana kadar hiç olmasın diyeceksiniz. Tamamen ibadeti ve taâti bırakacaksınız. Allah’ a yalvaracaksınız, ne olur beni bu durumdan kurtar. Göz yaşları içinde, sonsuz acizlik içinde. Ya beni kurtar , yada benim canımı al diyeceksiniz. O almazsa, siz inteharı düşünmeye başlayacaksınız. Belkide intehar etmiş olacaksınız. Veya kaderinize küsüp, kendi kendinize kahredip, kendinizi cezalandırırcasına günahlara ve küfrüyata dalacaksınız.
İşte filmin sonu böylece bitip, şeytan yine görevini başarıyla tamamlamış olacak.Kimi size deprosyonda idi diyecek, kimisi ise şizofreni.Halbu ki size göre , size bu işi yaptıran imanınız veya sonsuz aşkı ilahi. Sevdiğinize hakaret edilmesine imanınızın tahamül edememesi olacak. Ama yanılacaksınız.Bu yanılmanızın cezasını ise , malesef ebedi veya geçici cehennem azabı ile ödeyeceksiniz.
Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.(Sebe20)
Buraya kadarı, işin cahiliye anındaki yaşadıklarımız veya yaşayacaklarımız idi. Şim di ise, ilim ve iman dairesinde bu işin aslına bir bakalım.
Acaba insan bu hale nasıl düşer.?Allah iman sahibi bir insanın bu duruma düşmesine nasıl müsade eder.? Bundan zevk mi alır veya göz mü yumar? Yoksa bu durum bizim hatalarımızdan dolayı gelen bir tokatmıdır, bir azapmıdır?
Öncelikle vesvesenin Kur’an daki yeri ve mahiyeti nedir ona bakalım.
Rabbî euzü bike min hemezatiş şeyâtıyni ve euzü bike rabbî en yahdurun.
Rabbim, şeytanların vesveselerinden Sana sığınırım. Rabbim, onların huzurumda bulunmalarından Sana sığınırım. Mü’minûn 97-98. Ayetler.
Ve immâ yenzeganneke mineş şeytâni nezgun festeız billâh(billâhi), innehu huves semîul alîm(alîmu).(Fussilet 36)
Ama şeytandan sana mutlaka vesvese gelecektir. O zaman Allah’a sığın. Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi bilendir.(Fussilet 36).
Ve immâ yenzeganneke mineş şeytâni nezgun festeiz billâh(billâhi), innehu semîun alîm(alîmun). Ve eğer seni şeytan tarafından bir vesvese gıdıklayacak olursa hemen Allah Teâlâ’ya sığın. Şüphe yok ki, O (Allah) bihakkın işiticidir, tamamıyla bilicidir.( Araf 200).
Vezkur abdenâ eyyûb(eyyûbe), iz nâdâ rabbehû ennî messeniyeş şeytânu bi nusbin ve azâb(azâbin).
(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyûb’u da an. Hani o, Rabbine, “Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu” diye seslenmişti. (SÂD – 41).
Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere, şeytanın musallat olması ve insana yorgunluk , sıkıntı ve vesvese vermesi gibi hadiselerin, insanların üzerinde vuku bulduğu ve bulacağı ve bu durumlarda Allah’ a sığınmamız gerektiği bizlere bildirilmektedir.
Burada bizim konumuz imtehan cihetiyle musallatlıklar değilde , işlemiş olduğumuz hatalardan dolayı zuhur edilen mağnevi rahatsızlıklar veya ilahi tokatlar olacak. Zaten imtehan cihetiyle gelen sıkıntılar, bu kadar aşırı olmasa gerek.
İnsanı hayatından edecek derecede gelen sıkıntılar genelde , hidayete erdikten sonra, aklını kullanamayıp, zikirden ve Kur’an ahkamından uzaklaşarak, kebair derecesindeki günahları işlemelerinden dolayı, Allah c.c tarafından zecir veya şefkat tokadı mahiyetinde gelen musallatlıklar ve rahatsızlıklardır.Bunuda şu ayetlerle anlayabiliriz.
Ve men ya’şu an zikrir rahmâni nukayyıd lehu şeytânen fe huve lehu karîn(karînun). Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur.( Zuhuf 36).
Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).Ve muhakkak ki onlar (şeytanlar), onları mutlaka (Allah’ın) yolundan men ederler (alıkoyarlar). Ve onlar kendilerinin hidayette olduğunu sanırlar.(Zuhuf 37).
Hattâ izâ câenâ kâle yâ leyte beynî ve beyneke bu’del meşrikayni fe bi’sel karîn(karînu). Sonunda bize geldiğinde, arkadaşına, “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı! Ne kötü arkadaşmışsın!” der.(Zuhuf 38).
Ve len yenfeakumul yevme iz zalemtum ennekum fîl azâbi muşterikûn(muşterikûne). Onlara, “(Bu temenniniz) bugün size asla fayda vermez. Çünkü zulmettiniz. Hepiniz azapta ortaksınız” denir.(Zuhuf 39).
AÇIKLAMA
Zuhuf.36
Bismillâhirrahmânirrahîm
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o takva sahibi olur. Zikirle, zikrini artırarak ruhunu Allah’a ulaştırır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi ruhunu Allah’a ulaştırıncaya kadar emniyettedir. Allah’a ulaştırdıktan sonra Allah’ın koruması sona erer. Kişi zikirlerini eksiltirse şeytan ona musallat olur. Zikirleri yavaş yavaş azalır, sonunda fıska düşer. Bunun mânâsı artık şeytan onun yakın arkadaşı olmuştur.
Zuhuf-37
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allahû Tealâ Nur Suresinin 21. âyet-i kerimesinde diyor ki:
24 / NÛR – 21: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alîm’dir (en iyi bilendir).
Bir insanın nefsinin kalbine Allah’ın nurlarının girebilmesi için insanın önce Allah’a ulaşmayı dilemesi sonra da mürşidine ulaşıp tâbî olması lâzımdır. Ondan sonra da zikretmesi lâzım ki nefsinin kalbine Allah’ın nurları gelerek yerleşsin ve ruhu nefsinin tezkiyesine paralel olarak Allah’a ulaşsın. Başlangıçtaki %2 rahmet birikiminden sonra, nefsin kalbindeki her %7 fazl birikiminde ruh bir gök katı yükselir. Sonunda 7 gök katını aşan ruh Allah’a ulaşır, kişi hidayete erer. Ama bazı insanlar, başka insanları Allah’ın yolundan men ederler. İnsanlar ne yazık ki büyük bir aldanışın içine girerler. Zannederler ki içlerindeki o ses kendi düşüncelerinin sesidir. Oysaki o ses şeytanın sesidir ve insanları, düşüncelerinin seslerini taklit ederek aldatır ve yapılmaması lâzımgeleni yapılması lâzımmış gibi bir hüviyete sokar. Yapılması gerekeni de yaptırmamaya çalışır ki kişi kendisiyle beraber cehenneme gitsin. İnsanlara İslâm’ın 5 şartının onları cennete ulaştıracağına inandırır. Onlar da İslâm’ın 5 şartını yaşayarak hidayette olduklarını zannederler.
Zuhuf-38
Bu durum Allah c.c huzuruna varıncaya kadar devam eder. Enaniyet ve benlik onu yutmuştur. Rabbim bir insanı şaşırtırsa bir daha onu yola getirecek yoktur. Hatası ne kadar çok artarsa cürümüde o denli artar. Tâki hakkın huzuruna varıncaya ve iş işten geçinceye kadar.
Zuhuf-39
Allahû Tealâ’nın bahsettiği bu insanlar, hakkı kerih görenledir. Elbette onlar işi sağlam tutmuş değiller. İşi sağlam tutan Allah’tır. Çünkü hakkı kerih görenler, sırf inat için Allah’ın emri olduğu için yerine getirmeyenlerdir. Şeytan nefslerine tesir etmektedir. Hakk’ı kerih görenler, Allahû Tealâ onları bir tek dilekle cennetine alacakken, isyan ederek, özellikle Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Üstelik onlar “Biz Allah’ı dilemeye mecbur muyuz? Allah niçin bizi Allah’a ulaşmayı dilemiyoruz diye cehenneme atıyormuş?” diyerek bir de Allah’ı suçlamaya çalışanlardır.
Allah herkesi bir tek dilekle cennetine almaya hazır ama insanların çok az bir kısmı Allah’a ulaşmayı dileyecekler. Çok az bir kısmı Allah’ın cennetini hakedecek.
İnatları yüzünden, şeytanın üzerlerindeki telkinleri yüzünden Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, işi sağlam tutanlar değillerdir ya da cehennem için işi sağlam tutmuşlardır. Allah işi sağlam tutmuş ve onlar cehennemi hakettikleri için Allahû Tealâ onları mutlaka cehenneme ulaştıracak.
Konunun fazla uzamaması için verilen ayetleri yeterli görüyoruz. Burada asıl konu dediğimiz gibi hidayete erdikten sonra , dalalete düşüp, bu tür sıkıntılarla karşılaşmakdır.
Buradaki en önemli mesele tahayyülü küfür olmadığı gibi, tahayyülü şetimde şetim değildir.Vesvese kalp ve akıl aynı anda tastik etmediği anda hüküm sayılmaz ve sadece şeytandan gelen seslenişleridir. Tabiri caizse dağlarla çevrili bir alanda yüksek yerden bağırılınca , seslerin karşıdaki dağa çarpıp yankı yapması hükmündedir. Buradaki sesin manasından ve hükmünden dağ değil, asıl bağıran kişi sorumludur. Siz, sesin yankı yaptığı dağ hükmündesiniz ve bir cezaya müstehak haliniz yok. Burada ki ceza , sesi ilk çıkaran şeytani varlıklarındır. Hayalat ve tahayyülatta aynı hükümdedir.
Şimdi gelelim tedavi aşamasına;
Normalde bu tür sıkıntılar klasik cin musallatlığı sanılır. Yani muska veya kişiler tarafından gönderilmelerle, kısacası ilahi tokatların haricindeki musallatlıklar sanılmaktadır ve ona göre tedaviler uygulanmaktadır. Doğal olarakta neticeler alınamamaktadır. Bu durumda kişi gittiği ilim erbablarını veya hocaları yetersizlikle itham etmekte ve yıllar boyu hoca hoca gezmektedir. Bu tür vakaları tesbit etmek aslında çok zordur. Yani insanın üzerindeki musallatın niçin geldiği ve mahiyetinin ne olduğunu anlamak ayrı bir ilim ve istiğdat gerektirmektedir.Akıl hastenelerinde yatan çaresizler ve gereksiz ilaç kullanan ümitsizler, bir türlü kurtuluşa erememektedirler. Çünki sıkıntı mağnevi boyuttadır ve tıbbı aşamalar bu durumlarada netice elde edememektedirler.
Bu sıkıntılar mağnevi boyutlarda anlaşılsalar bile insanın bedenindeki bu musalaltı veya şeytani varlıkları hissetmek ve mudahale etmek başlı başına bir tecrübe, istiğdat ve ilim gerektirmektedir.
Burada Rabbimin bize bir ikramıdırki, bu varlıkları birebir bedenimize çekip, onları kendimize musallat edip, insanın bedeninde ve boyutunda ne gibi işlemler ve sıkıntılar yapabildiklerini bire bir yaşayıp hissetmekteyiz. Bir nevi kendimizi hastalandırıp, sonra tedavi uygulayarak, nasıl bir tedavi uylanırsa netice alınabileceğini keşfetmekteyiz. Tabi ki bu çok tehlikeli bir durum. O an tedavimizi yapamasak, bu musallarlardan kurtulamazsak, Allah muhafaza aklımızdan, sağlığımızda, hattâ imanımızdan bile olabiliriz. Çünki bu varlıkların insana nasıl sıkıntılar, ızdıraplar ve vesveseler ve gayri meşru karşı konulmaz hissiyatlar verdiğini bizzat kendimizde gördük ve yaşadık.Buna göre tedavi uyguluyoruz.Yani şifalarına vesile olmaya çalışıyoruz İlk başlarda kurtulmak için çok sıkıntılar çektik, bir çok kez uçurumun kenarından döndük. Burada biz yaptık , biz etttik demekteki gayemiz, ben lafzını kullanmayı pek sevmediğimden ve çok kaçındığımdandır. Yoksa çalışmalarımda başkaları yok. Sadece kendimi tehlikeye atarım. Bu sıkıntıların burada vesvese vari mağnevi ve soyut kısımlarından bahsediyorum. Birde bu sıkıntıların bizzat somut denilebilecek derecede hissedilen dayanılmaz ve karşı konulmaz hissiyat ve ızdırapları vardır. Onlarıda inşeallah Rabbim nasip ederse başka bir başlık altında yazıya almayı düşünüyorum. Tedavi uygulamarından vakit buldukça sizleri aydınlatmaya çalışacağım inşeallah.
Kısaca özetlersek, bu tür vakaların tedavisinde tecrübe şart. Çekilen sıkıntıların bizat kendi üzerinden takibi ve bu şekilde tedavisi gerekmektedir. Yani hasta ile aynı sıkıntıyı çekip, kendiniz tedavi olunca , o an hastanında tedavisinin bittiğini anlamanız gerekmektedir. Yoksa bu sıkıntıları hissedemezseniz ve bu mahlukatların varlıklarını tesbit edemezseniz , hasta iyi olmadım dese de, siz bir şey göremediğiniz için, sende bir şey kalmadı , sendeki vesvese dersiniz, başınızdan atarsınız. Ama bizim öyle bir şansımız yok. Çünki bu mahlukatlar daha hastaya saldırmadan veya işlem yapmadan bizim haberimiz olur. Çünki aynı anda bizede aynı işlem ve saldırı sıkıntıları gelir. Ve işlem anındaki sesleri anında Rabbim bize işittirir. Çünki o anda bizlerde aynı taife tarafından rahatsız edilmekteyizdir. Daha hasta bizi aramadan, bizim onu aradığımız olur, şu anda saldırı olacak veya sıkıntın olacak diye. Bu tedavi ettiğimiz kişiler için bir ikram, bizim içinde bir sıkıntıdır. Çünki o an, hasta uyuyamıyorsa bizde uyuyamayız. O ızdırap çekiyorsa bizde çekiyoruzdur. Buda tedavinin takibinde hastaya çok büyük avantajlar sağlar. Ama başka türlü netice alamamaktayız. Rabbimin diğer bir lutfuda, hasta nerede olursa olsun, sadece ona yönelmemizle uzerindeki musallatları hissedip, müdahale edebilmek istiğdadı ve imkanıdır. Telefonla irtibat kurunca dahada mükemmel uygulamalar yapabilme imkanı bulabilmekteyiz. Kişi 24 saat bize ulaşabilmekte ve her an yanındaymışız gibi mağnevi bir güven ortamında hayatını sürdürebilmektedir.Tabi ki bunun için onun tüm rahatsızlıklarını ve musallatlarını üzerimize çekmemiz gerekmektedir.
Bu tür hastalarla karşılaştığımızda zaten yıllarını hoca hoca ve memleket memleket gezmekle geçirdiklerini görmekteyiz. Gitmedikleri hoca veya tarikat şeyhleri kalmamakta. Buradaki sır ise şu ayeti kerime ile izah edilmelidir.
Ve in yemseskallâhu bidurrin fe lâ kâşife lehu illâ hû(hûve), ve in yuridke bi hayrin fe lâ râdde li fadlih(fadlihi), yusîbu bihî men yeşâu min ibâdih(ibâdihi), ve huvel gafûrur râhîm(râhîmu).
Ve eğer Allah, sana bir zarar (bir darlık) dokundurursa, artık onu, O’ndan (Allah’tan) başka giderecek kimse yoktur. Ve eğer sana (senin için) bir hayır isterse, o taktirde O’nun fazlını geri çevirecek kimse yoktur. O’nu kullarından dilediği kimseye isabet ettirir. Ve O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nurunun sahibi).(Yunus 107)
Bu ayeti kerimeden de anlaşılacağı gibi, bu tür sıkıntıların sona ermesinde ki en birinci şart, nâsuh tövbesidir ve dolayısıyla bu tövbenin kabul bulunmasıdır. Burada bizlere düşen, yaptığı hatadan dolayı mağnevi koruması kalkan insan üzerine gelen musallatları her an temizlemek ve kişinin tövbe sonrası ibadetlerine mani olmalarını engellemektir.Mağnevi koruma kalkınca , sadece Allah tarafından musallat edilenlerle kalmazsınız, bunun yanında açık hedef haline gelen sizler, tüm şerir varlıkların hedfi olursunuz. İşte burada bizler devreye gireriz. Haşa Allah tan geleni ancak Allah kaldırır. Bizler hariçten gelenlere müdahale eder, Allah tan gelenlerin kalkması içinde gerekli manavi yaşamınızı sorunsuz vukua getirmeniz için çalışmalar yaparız.
Çünki kişi tövbe etsede ibadet edemez. Musallatlar o kişiyi boğar, daraltırlar. Bin bir çeşitli ağrılar ve ızdıraplar ve vesveseler verirler.Zaten kişiye saldırı olduğu an bunu hissetmekteyiz. Ona göre tedbirler almaktayız. Aynı zamanda bu kişişerde sıkıntı anında bizlere telefon etmekte ve anında müdahale ile rahatlamaktadırlar. Burada anlaşılması gereken bu tür müdahaleler geçici rahatlıklar vermektedir. Kişi sonradan tekrar sıkıntıya düşebilmektedir. Bundan dolayı bu tür kişileri sürekli takipte tutmakta ve ibadete sevk etmekteyiz. Burada bize düşen kişinin mağnevi güvenliğini üstlenerek, Allah a rahatca ibadet ve yalvarışta bulunmasına yardımcı olmaktır.Ne zamanki rahatca namaz ve Kur’an gibi ibadetleri sorunsuz olarak yapmaya başladın ve bunlardan mağnevi lezzetler almaya başladın, işte o zaman kurtuluşa erdin ve tedavi oldun demektir. Hastalarımız bize sorarlar, ne zaman düzeleceğiz diye. Cevaben deriz ki, ne zaman rahatca ve hûşu içinde namaz kılar ve Kur’an okursan işte o zaman tedavi oldun demektir. Yok sa kişi bu musallatlar nedeniyla ibadet ve tövbe uygulamalarını yapamamaktadırlar.
Bunun yanı sıra o kişiyi bu sıkıntılarda kurtulmasını sağlayacak mağnevi uygulamalar ve gerekli ayet okumaları vermekteyiz. Buda havas uslübu içinde olmaktadır.
Günümüzün en büyük meselesi bu tür sıkıntılı kişilerin çaresizliği olduğu için, çalışmalarımın genelini bu tür vakalara ayırmaktayım ve bu konuda kendimizi yetiştirme ve eksiklerimizi tamamlama yönüne gitmekteyiz.
Bizi en çok bu işe sevk eden olaylardan biride, hafız veya kendini tasavvufa ve hizmeti Kur aniyeye adamış kişilerin, bir anki boşluklarından dolayı bu tür sıkıntılara mağruz kalmaları ve kurtulmak için beyhude çırpınmaları olmuştur.
Hatta öyle dayanılmaz sıkıntılar çekmektedirler ki, bu sıkıntıdan bir an olsun kurtulmak için kebaire dahi baş vurmakta, bu sebeble azapları ve cezalarıda kat kat artmakta ve artık dönüşü olmayan bir yola girmektedirler.
Unutulmamalıdır ki şeytan sadece şüphe verir , bu şüpheyi fiiliyata döndüremez. Bunu yapam ancak insanın kendi zayıf iradesidir.
Ve mâ kâne lehu aleyhim min sultânin illâ li na’leme men yû’minu bil âhireti mimmen huve minhâ fî şekk(şekkin), ve rabbuke alâ kulli şeyin hafîz(hafîzun)
Ve onun (iblisin) onlar üzerinde bir sultanlığı (nüfuzu, tesiri) yoktu. Ahirete (hayatta iken ruhunu Allah’a ulaştırmaya) inanan kişi ile ondan (Allah’a ulaşmaktan) şüphe içinde olanları bilmemiz için (iblisle onları imtihan ettik). Ve senin Rabbin herşeyi hıfzedendir.(sebe21)
Bir yanıt yazın