Bir önceki yazımızda insanın şahsi hatalarından kaynaklanan müsallatlıklardan bahsetmiştik. Bu durumda ne gibi sıkıntı ve ahval üzere hüküm sürdüğünden bahsetmiştik.
Bu yazımızda ise daha genel olarak şeytani varlıkların insanlara musallat olmalarından ve verdikleri sıkıntılardan ve de bunların kurtuluş çarelerinden bahsetmeye çalışacağız inşeallah.
Öncelikle şunu anlamak gerektir. Her musallatlıklar kişinin hatalarında dolayı olmaz. Bazen imtehan cihetiylede bu sıkıntılara düşebiliriz. Ama genel olarak hatalarımızdan dolayı veya birilerinin bizlere bunları sevk etmeleri dolayısıyla bu sıkıntılara düşmekteyiz.
Bilinmelidir ki bu varlıklar kısım kısımdır. Nasılki insanlar arasında makam ve imkanlar (ilim, nufuz, maddiyat, mertebe, kuvvet ve istiğdat gibi) cihetiyle çok farklı guruplar ve şahıslar vardır, bu varlıklarda da aynen değişik kabileler ve şahsi olarakta güç ve imkana sahip varlıklar vardır. Her birinin insanlara verdikleri sıkıntılar farklıdır. En büyük sıkıntıyı bedene giren ve kanda dolaşan veya çeşitli organ ve uzuvlarımızı mesken edine varlıklar vermektedir.
Dışarıdan toplu veya ferdi saldırıda bulunanlar bizim için pek sorun olmaz inşeallah. Onlar anında kuşatılıp imha edilirler. Ama bedende yaşayanlar genelde ilim ve hüküm sahibi varlıklardır ki, bunları genel olarak büyücülük ve sihir mesleğinde işin ehli olarak biliriz. Zaten ilim yönünden zayıf olanlar insan bedenine girip işlemler yapamazlar.
Bu varlıklar genel olarak beden de, ense köküne ve beyin damarlarına yerleşip, buradan ensenin her iki tarafında bulunan ana damar ve sinirlere yerleşerek ve orayı tamamen kaplayarak dayanılmaz ağrılar verirler. Bu ağrılar , sanki o damarlar veya sinirler kireçlenmiş ve de betonlaşmışcasına kas katı kesilip, sanki sağa sola çevirince kırılacak, kopacakcasınadır. Zaten çeviremezsiniz , çünki çok acı çekersiniz. Bu arada beyindeki kılcal damarlara sıgara dumanı gibi yayılıp tamamen kaplarlar. O bölgede sanki bir tümör varmışcasına ağrılar verirler. Dayanılmaz baş ağrıları ve unutkanlıklar ve uyku halide bunlara ilaveten gelen sıkıntılardır.
Bunların genel yayılma usülüde böyledir. Bir noktaya yerleşip, oradan bütün bedene karınca ordusu veya duman gibi yayılarak , tüm bedeni veya belirli bölgeleri kaplayarak ızdırap verirler. Müdahale anında da tekrar yayıldıkları gibi temizlenerek, yine yerleştikleri bölgede gizlenirler. Önemli olan , onları yerleştikleri bölgeden sökip almaktır. Eğer bu yapılmazsa, bu yayılma işlemi sürekli tekrarlanır ve boşa kürek çekilmiş olunur.
Bu istila edicileri oradan kazımak biraz uğraştırır, zaten alındıkları an, hani insanın kuluçlarını kırdığı vakit bir kütürtü gelirde insan rahatlarya, bunlarda alındıkları an bir tatlı çıtırtı sesi ile kuluçlar kırılmışcasına bir rahatlama olur. O andan itibaren başınızı sağa ve sola rahatlıkla çevirebilirsiniz.
Barındıkları başka sıkıntılı bölgelerden biri de kürek kemikleri nin olduğu bölgelerdir. Burada onların gezindiklerini dahi hissedersiniz. Sağdan sola , soldan sağa, bazen ikisinin ortasına yerleşip, kemirgen gibi veya saplı bir alet gibi vucuda ağrı ve sızılar verirler.
Ayak topuklarına ve eklemlere yerleşenler ise, kaşıntı ve romatizmal ağrılar şeklinde sıkıntı verirler. Özellikle ayak topukları üzerindeki boşluklara yerleşerek dayanılmaz ağrılar verirler. Kaşıntıları ise , insanın derisini yüzesini getirir.
Bu maddi sıkıntılar yanı sıra mağnevi sıkıntlarıda vardır. Bunlardan biri, kalp bölgesine sıvanıp insanın mağnevi lezzetler ve ilhamlar almalarına mağni olmalarıdır.
Nas-5. Nas 5. Ellezî yuvesvisu fî sudûrin nâs(nâsi)
‘O ki, insanların sînelerinde vesvese verir!’
Kalbe verdikleri kasafet ve huzursuzluklar , sıkıntı ve sızılar insanı hayattan koparıp, sürekli ölümü arzu ettirir.Allah ve kutsiyata saldırır ve sapıklağa sevk eder.
Mücadele-19. İstahveze aleyhimuş şeytânu fe ensâhum zikrallâh(zikrallâhi), ulâike hizbuş şeytân(şeytâni), elâ inne hizbeşşeytâni humul hâsirûn(hâsirûne).
Onların üzerlerine şeytan galebe etmiş de onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. Onlar, şeytanın askerleridir. Haberiniz olsun ki şüphe yok şeytanın askerleri, onlar, hüsrâna uğramış olanlardır.
Yaptığınız her şeyi güzel gösterir, Size haklılık dava ettirir.
Fussilet-25).Ve kayyadnâ lehum kurenâe fe zeyyenû lehum mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve hakka aleyhimul kavlu fî umemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins(insi), innehum kânû hâsirîn(hâsirîne).
Onlara (birtakım) arkadaşlar (şeytanlar) musallat ettik de önlerinde ve arkalarında bulunan şeyleri kendilerine süslü gösterdiler; böylece kendilerinden önce gelip geçen cin ve insan toplulukları hakkındaki (azâba dâir) söz, kendi üzerlerine hak oldu. Çünki onlar hüsrâna uğrayanlardı.
İnsan sürekli ibadet etse, Kur’an okusa, namaz kılsa dahi, yaptığı tüm bu işlemler onun sıkıntısını artırmaktan başka bir işe yaramaz. Zamanla zaten bunları da terk eder.Sizi ya Allah ın rahmetiyle kandırır veya suçlu (haşa) Allah c.c imiş gibi zanlarda bulunur.
Lokman- 33.Yâ eyyuhen nâsuttekû rabbekum vahşev yevmen lâ yeczî vâlidun an veledihî ve lâ mevlûdun huve câzin an vâlidihî şey’â(şey’en) inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yagurrennekum billâhil garûr(garûru).
Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve öyle bir günden korkun ki, (o gün) ne baba çocuğuna (onun nâmına birşey) öder, ne de çocuk babasına (onun nâmına) bir şey ödeyicidir. Şübhe yok ki Allah’ın va’di haktır; öyle ise sakın dünya hayâtı sizi aldatmasın! Ve sakın o çok aldatıcı (şeytan) sizi (bir taraftan günâha sevk ederek) Allah(’ın affına güvendirmek) ile şaşırtmasın!
Diğer bir sıkıntı şehvettir. Sürekli şehvet hissi vererek insanı harama teşvik ederler ve mağneviyattan uzaklaştıırlar. İşin en kötü tarafıda bu şehvet hissini kendi canından ve kanında olan kişilere yönelik vermeleridir.
Şimdi işin biraz daha özüne inelim ve insan bu hale nasıl gelir ona bakalım.
Bunları kısa kısa maddeler halinde açıklamaya çalışalım.
1-Önceden de açıkladığım gibi insan hidayete erdikten sonra dalalete düşerse, Rabbim onu tekrar geri getirmek için türlü türlü sıkıntılar verir, tâki kendisine tekrar dönsün.
Rum 41-.Zaharel fesâdu fîl berri vel bahri bimâ kesebet eydin nâsi, li yuzîkahum ba’dallezî amilû leallehum yerciûn(yerciûne).
İnsanların ellerinin kazandığı (günahlar) yüzünden, karada ve denizde fesad çıktı ki(Allah), yaptıklarının bir kısmını(n cezâsını), kendilerine (dünyada) tattırsın; tâ ki(kötülüklerden) dönsünler.
Eğer hidayet üzerine devam etsek, bir sıkıntı dokanmayacak.
Mâ’ide-105- Yâ eyyuhâllezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey îmân edenler! Siz kendinize bakın! Hidâyete erdiğiniz takdirde, dalâlete düşenler size zarar vermez. Dönüşünüz hep berâber ancak Allah’adır; artık (O,)yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecektir.
Bir başka ayette de belirtildiği üzere,
Hicr-42. İnne ıbâdî leyse leke aleyhim sultânun illâ menittebeake minel gâvîn(gâvîne).
‘Gerçekten kullarımın (hiçbiri) üzerinde senin bir hâkimiyetin yoktur; ancak azgınlardan sana uyanlar müstesnâ.’
Yani, tüm sıkıntıların ve bu sıkıntılar karşısında aciz kalmamızın yegane sebebi ,bizlerin Mü’min sıfatından uzaklaşmamız oluyor.
Aklımızı kullanamazsak ve nefis ve hevamıza uyarsak , halimiz nice olur.
Yunus-100. Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alur ricse alellezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Hâlbuki Allah’ın izni olmadan hiçbir kimsenin îmân etmesi mümkün değildir.(Fakat O, irâdesini îmâna sarf eden kullarını hidâyete muvaffak kılar.) Azâbı ise, akıllarını kullanmayan (îmânsız)lara verir.
Aslında bu konuları iman hakikatleri bünyesinde geniş almak lazım. Ama o da sizleri sıkacağı düşüncesi ile bu şekilde kısa kısa geçeceğiz.
2-Diğer bir sebeb de , Rabbimin lütfuna nail olan kişinin ( Bu lütüf hidayet, ilim, istiğdat, zenginlik, makam, halkın gözünde sevgi, saygı ve itibar görme v.b)bu ihsan ve lütüfları zamanla kendi nefsine mal etmesi ile, mütevazilikten ve teslimiyyetten uzaklaşarak, enaniyete düşmesi sonucu , bu ihsanat onun için rahmet iken, lânete dönmesidir.
Genelde bu ilim yolunda mertebe kat eden kişilerde olur. Her zaman tetikte olmamız gerekirken, şeytanın hile ve oyunlarına kanarak, aciziyetimizi ve emanetci olduğumuzu unutup, kendimizi sebeb değilde fâil gibi görmemiz sonucunda, Rabbimin tokatına mazhar olmamız sonucu , belâm lık sıfatına sahip olmamızla dünya ve ahiret hayatımızı mahvetdiğimiz andır.
En’âm125Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne)
. Artık kim ki, Allah onu (hikmetine binâen, kendi lütfundan) hidâyete erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Ve kim ki, (küfründeki inâdı sebebiyle, Allah) onu dalâlete atmak isterse, sanki göğe tırmanıyormuş gibi göğsünü iyice daralmış sıkıntılı hâle sokar. Allah, îmân etmeyenlerin üzerinde böyle kötülük (rezillik ve azab) bırakır.
Hucurât 7-Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Hem bilin ki, şübhesiz aranızda Allah’ın Resûlü vardır. Eğer (o), birçok işte size uyacak olsaydı, gerçekten sıkıntıya düşerdiniz; fakat Allah, size îmânı sevdirmiş ve onu kalblerinizde süslemiştir. Küfrü, fıskı ve isyânı ise size (kalblerinize) çirkin göstermiştir. İşte onlar, gerçekten doğru yolda olanlardır!
Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere hidayet ve ilim gibi meziyetler tamamen ihsanı ilahidir ve daimi kalma garantisi yoktur.
Ama mağlesef bu tür meziyetli insanları şeytan yoldan çıkarmak için türlü oyunlar oynar, en ufak hatamızda da bizleri alt eder. Rabbimin nazarı üzerimizden kalktığı an , bizim helâk olduğumuz andır.
Nisâ 83-Ve izâ câehum emrun minel emni evil havfi ezâû bihî.Ve lev reddûhu ilâr resûli ve ilâ ulil emri minhum le alimehullezîne yestenbitûnehu minhum. Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu letteba’tumuş şeytâne illâ kalîlâ(kalîlen).
Hem onlara emniyet veya korkuya dâir bir haber geldiğinde onu yayıverirler. Ama onu, peygambere ve içlerinden ülü’l-emre (emir sâhibi idârecilerine) arz etselerdi, onlardan bunu (o işin gerçek mâhiyetini, dirâyetleriyle ortaya) çıkarabilecek olanlar, elbette onu(n tedbîrini) bilirlerdi. İşte üzerinizde Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, elbette pek azınız müstesnâ, şeytana uyardınız!
Demek ki hidayet tamamen Allah ın koruması ile oluyor.
Eğer Rahmet lânete dönerse artık dönüş yok.
Nisâ 88-Fe mâ lekum fil munâfikîne fieteyni vallâhu erkesehum bi mâ kesebû. E turîdûne en tehdû men edallallâh(edallallâhu). Ve men yudlilillâhu fe len tecide lehu sebîlâ(sebîlen).
O hâlde size ne oldu ki münâfıklar hakkında iki kısım oldunuz; hâlbuki Allah, onları kazandıkları (günahlar) yüzünden geriye (küfre) döndürmüştür. Allah’ın (inkârlarındaki ısrarları sebebiyle) saptırdığını, hidâyete erdirmek mi istiyorsunuz? O takdirde Allah, kimi(kendi isyankârlığı yüzünden) dalâlete atarsa, artık onun (kurtulması) için aslâ bir yol bulamazsın!
Yunus 107Ve in yemseskallâhu bidurrin fe lâ kâşife lehu illâ hû(hûve), ve in yuridke bi hayrin fe lâ râdde li fadlih(fadlihi), yusîbu bihî men yeşâu min ibâdih(ibâdihi), ve huvel gafûrur râhîm(râhîmu).
Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, artık onu O’ndan başka açacak (kaldıracak)olan kimse yoktur! Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun ih sânını geri çevirecek kimse de yoktur! (O,) bunu (bu ihsânını) kullarından dilediğine ulaştırır. Çünki O, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.
Artık bu hale düşersek hoca hoca gezersiniz, hoca veya âlim iken, hasta ve zâlim olursunuz.
Malesef günümüzde bu hatalarımızdan dolayı , özellikle bu ilimle uğraşan veya takva yolunda çaba harcayan kişiler , kardeş olmaları gerekirken düşmancasına birbirleri ile didişmekte, asıl düşmanları olan şeytanı ve nefsi emmareyi dost edinmektedirler.
İsrâ 53– Ve kul li ibâdî yekûlûlletî hiye ahsen(ahsenu), inneş şeytâne yenzegu beynehum, inneş şeytâne kâne lil insâni aduvven mubînâ(mubînen).
(Habîbim, yâ Muhammed!) Kullarıma söyle; (kâfirlere, sözün) en güzel olanı(nı)söylesinler! Çünki şeytan, (onların mü’minlerle) aralarını bozmak ister. Şübhesiz şeytan, insana apaçık bir düşmandır.
Nur 21Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey îmân edenler! Şeytanın adımlarına uymayın! Kim şeytanın adımlarına tâbi’ olursa, artık şübhesiz ki o, çirkin işleri ve kötülüğü emreder! Eğer üzerinizde Allah’ın ihsânı ve rahmeti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse ebedî olarak temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediğini temize çıkarır. Çünki Allah, Semî’ (hakkıyla işiten)dir, Alîm (herşeyi bilen)dir.
Bu konuda Zuhruf 36,37,38. Ayetleride örnek verebiliriz. Önceki konuda vermiştik.
Zaten bu duruma düştükten sonra ne öğüt, ne sohbet, ne Kur’an ne namaz nede bir mürşid size çare olabilir veya etki edebilir. Tamamen şeytanın pisliğiyle baş başa kalırsınız. Kalbinize bir nur bir ışık zuhur etmez.Akşama kadar Kur’an ukuyup namazda kılsanız, mürşid mürşid veya sohbet sohbet gezseniz dahi, size nur yerine ağırlık verir, sıkıntılarınızı daha da arttırır.
Burada tek suçlu kişinin kendisidir. Cezayı ve belayı kendi çağırmıştır.
A’râf 146. Se asrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri (de) âyetlerimden yakında uzaklaştıracağım. (Onlar) her mu’cizeyi görseler de (yine) ona îmân etmezler. Hem hidâyet yolunu görseler, onu yol edinmezler. Fakat azgınlığın yolunu görseler, onu (hemen kendilerine) yol edinirler. Bunun sebebi, şübhesiz onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kimseler olmalarıdır.
Şûrâ 30. Ve mâ esâbekum min musîbetin fe bi mâ kesebet eydîkum ve ya’fû an kesîr(kesîrin).
Hem size isâbet eden herhangi bir musîbet, işte kendi ellerinizin işlediği (o günahlar)yüzündendir; bununla berâber (Allah) birçoğunu affeder.
Gühahlarımızın her birine bir musibet gelse idi nice olurdu halimiz. Bu sıkıntılar çok cüz’i hatalarımıza verilenlerdir. Ayette de belirtildiği üzere bir çoğu Rabbim tarafından af ediliyor. Yani şikayet edilecek biri varsa o da kendi nefsimizidir. Rabbimin rahmeti tecelli etmesede her günaha bir belâ gelse idi ölmek için yalvarırdık. Ölüm son olsa bu bir kurtulul olurdu. Ama ölüm son değil başlangıçtır.
En’âm42Ve lekad erselnâ ilâ umemin min kablike fe ehaznâhum bil be’sâi ved darrâi leallehum yetedarraûn(yetedarraûne).
And olsun ki, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) gönderdik (fakat onlar yalanladılar); bunun üzerine onları sıkıntılar ve zorluklar ile yakaladık. Tâ ki (îmân etsinler ve) yalvarsınlar!
Müddesir 56. Ve mâ yezkurûne illâ en yeşâallâh(yeşâallâhu), huve ehlut takvâ ve ehlul magfireh(magfireti).
Bununla berâber, Allah (hikmetine binâen kendi lütfundan) dilemedikçe nasîhat almazlar! (Kendisinden) sakınılmaya lâyık olan da, bağışlamaya ehil olan da O’dur!
Hud 34. Ve lâ yenfeukum nushî in eredtu en ensaha lekum in kânallâhu yurîdu en yugviyekum, huve rabbukum ve ileyhi turceûn(turceûne).
‘Eğer Allah sizi dalâlete atmayı diliyorsa, (ben) size nasîhat etmek istesem de nasîhatim size fayda vermez. Rabbiniz O’dur ve ancak O’na döndürüleceksiniz.’
Nahl 108. Ulâikellezîne tabeallâhu alâ kulûbihim ve sem’ihim ve ebsârihim, ve ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
İşte onlar (küfürleri sebebiyle) Allah’ın, kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. İşte onlar, gafillerin ta kendileridir!
İşte lütufa eren kardeşlerim. Size gelen ihsanlar yüzünden enaniyete düşmeyin.Kendinizi bir şey sanıp insanlara yukarıdan bakmayın.Kendinizi bulunmadık bursa kumaşı sanmayın. Bu sadece bana verildi başkasına verilemez diye, müşrikleirn düştüğü duruma düşmeyin. Yoksa ceza cihetiyle de müşriklerin düştüğü duruma düşersiniz.
Burada zecr tokadı haricinde şefkat tokatlarıda vardır. Bu aslında rahmettir.
Secde 21Ve le nuzîkannehum minel azâbil ednâ dûnel azâbil ekberi leallehum yerciûn(yerciûne).
(Âhiretteki) en büyük azabdan ayrı olarak, daha yakın azabdan (dünya azâbından)da onlara mutlaka tattıracağız; tâ ki (isyankâr hâllerinden) dönsünler.
Önemli olan hataları anlayıp, tövbe edip, istikameti tekrar bulmaktadır.
Her zaman vurguladığım bir konu şudur.
Bir insan dalâlet üzerindeyken veya hidayetten uzaklaştığı an, başına bir iş gelmiyorsa, bir sıkıntı veya müsibet onu bulmuyorsa,işleri tıkırında gidiyorsa, işte o an sözün bitttiği ve helakiyetin gerçekleştiği andır. Allah ın nazarının üzerinden çekildiği ve artık şeytanla ve onun pisliğiyle baş başa kaldığın andır.
A’râf 179. Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîran minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Celâlim hakkı için, cinlerden ve insanlardan birçoğunu (kendi irâdeleriyle hak edecekleri üzere) Cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır, (ancak kendi küfürleri sebebiyle artık) onlarla (hakkı zevk edip) anlamazlar; onların gözleri vardır (ama) onlarla(Allah’ın delîllerini) görmezler; onların kulakları da vardır, (ama) onlarla (İlâhî nasîhatleri)işitmezler! İşte onlar hayvanlar gibidir; hattâ daha da aşağıdırlar. İşte onlar, gafillerin ta kendileridir.
Rabbim bizi bu duruma düşürmekten muhafaza eylesin. Aminnnnnnn…
3-Yukarıda şahsi hatalardan kaynaklanan sıkıntılara değindik. Birde kişinin bir etkisi olmadan, başkaları tarafından sebeb olunan veya genetik olarah süre gelen rahatsızlıklar vardır.
Bütür rahatsızlıklar , dış etkenler tarafından yapılan büyü muska veya okumalar ile kişi üzerine musallat gönderme yolu ile verilen rahatsızlıklar veya kişiye ebeveyninden geçen ve silsile yolu ile devam eden sıkıntılar ve musalltlıklardır.
Birde mağnevi alemdeki şerir mahlukatın kendisine veya davasına tehdit unsuru gördüğü mağnevi sitiğdatları güçlü veya mağneviyatı güçlü , insanların hidayetiine vesile olacak olan kişileri kendilerine hedef seçip sıkıntı vermesi veya musallat olması sonucu ortaya çıkan vâkâlardır. Birazda onlardan bahsedelim inşeallah.
Nas 1- Kul eûzu bi rabbin nâs(nâsi).
De ki: ‘Nâs’ın (insanların) Rabbine sığınırım!’
Nas 4- Min şerril vesvâsil hannâs(hannâsi).
‘O çok sinsi vesvese verenin şerrinden!’ |
Nas 5. Ellezî yuvesvisu fî sudûrin nâs(nâsi)
‘O ki, insanların sînelerinde vesvese verir!’
Nas 6. Minel cinneti ven nâs(nâsi).
Gerek cinlerden, gerekse insanlardan!’
Felâk 1-Kul eûzu bi rabbil felak(felakı).
De ki: ‘Felak’ın (sabahın) Rabbine sığınırım!’
Felâk 2-Min şerri mâ halak(halaka).
‘Yarattığı şeylerin şerrinden!’
Felâk 3-Ve min şerri gâsikın izâ vekab(vekabe).
Ve karanlığı bastığı zaman, gecenin şerrinden!’
Felâk 4-Ve min şerrin neffâsâti fîl ukad(ukadi).
‘Ve düğümlere üfleyen (büyücü)lerin şerrinden!’
Felâk 5 Ve min şerri hâsidin izâ hased(hasede).
‘Ve hased ettiğinde, hased edenin şerrinden!’
Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi, irademiz dışında bize sıkıntı verebilecek şerir güçler vardır. Bunlara karşı alınacak önlemlerde vardır.
Burada da en önemli sıkıntı kişinin mağneviyatının eksik olmasıdır. Yukarıda belirttiğimiz gibi kişi hidayete ererse Rabbinin koruması altındadır.
Ama mağneviyatta sıkıntı varsa kişi bu tür tehditlere karşı açık hedeftir.
Burada en büyük sıkıntı aile içi yaşamlarda çekilir, aile huzursuzluğu hat safadadır.
Özellikle hamile bayanlara çok sıkıntı verirler, çocuğunu düşürmesi için sürekli üzüntü , korku ve sıkıntı verirler. Dâima sorun varmış gibi eşiyle kavgaya sürüklerler ve gereksiz yere ağlatırlar ki üzüntüsü artsın ve düşük yapsın. Eğer hastalık ilerlemişse ve bu kişinin boyutu açılmışsa, onları algılamaya başlamışsa, karnına tekme atmalar, âni ses ve gürültü ile korkutmalar gibi vakalarla bile karşılaşılmaktadır.Genelde erkek çocuğu daha fazla düşük yaptırırlar. Kız çocuğu doğunca kendilerine eğlence kaynağı olacaktır.
Zaten düşük olmasa bile, doğan çocukta bunlar tarafından sahipli doğar.
Günümüzde bu sebeblerden kaynaklanan boşanma olayları hiç te küçümsenecek kadar değil. Ama mağlesef sebeb doğru zamanda tesbit edilemediğinden, sonuç vahim olmakta ve bundan sonra sebeb anlaşılsa bile kişi tedavi edilmek yerine, gelsin düşüncesi ile yeni muskalar ve musallatlıklarla tamamen sıkıntıya sokulmaktadır. Kişi zaten rahatsızken, bilinmeyerek yapılan işlemler, o kişiyi daha büyük sıkıntılara ve telâfisi olmayan neticelere götürmektedir.
Buraya kadar sıkıntılar ve sebeblerini yeterince anlamış bulunmaktayız.Şimdi kurtuluş çaresi ve yapılması gerekenlere kısaca değinelim isterseniz.
Öncelikle her türlü musibet , hastalık ve sıkıntıdan kurtaran tek merci Rabbül âlemindir. Bu tartışılmaz bir gerçek. Ama diğer bir gerçekte, Rabbimin bu işi sebebler dâiresinde yapmasıdır. Nasıl ki kanser veya benzeri rahatsızlığı olan kişilere şifa veren Rabbimdir, ama tıbbi müdahaleyi ve doktorları bu işe vesile kılmıştır.O vesilelere başvurulmadan şifa olayı sıkıntıya girmektedir. Aynen öylede mağnevi sıkıntılara da bu konuda tasarruf yetkisi verdiği veya bu konuda kendini yetiştiren kişileri vesile kılmıştır.
Bir insan, bedenî rahatsızlıklardan dolayı doktora gitse normaldir, hatta gitmemesi abes karşılanır. Ama mağlesef mağnevi sıkıntılara gelince, bu konuda ki sebeblere başvurulduğu an, kişi delimiyim ben? der. Veya başkaları onu deli gözü ile görür.Halbu ki kişinin her şeyi mağnaviyatla alâkalıdır. Ruh asıldır ve ruhun sağlığı her şey demektir. Ruhani sıkıntıdaki kişiler bedenen de rahat olamazlar. Maddi alem ne kadar gerçekse, mağnevi alem ondan daha da gerçektir.
Bu saplantıdan dolayı çare bulamazlar ve hayatlarını mahvederler. Hem kendilerinin , hemde çevrelerindekilerin. Ama sebeb ararken doğru ve ehil insanları bulmak gerektir. Yoksa şarlatanların tuzağına düşüp te tüm câmiâyı da şarlatan ilan etmenin bir manası yoktur. Bu kişilerin ne gibi tasarrufa sahip olmalarının gerektiği diğer yazılarımda kısmen açıklanmıştır.Kişi dolandırılmışsa bu dolandıranın kötü niyeti kadar, dolandırılanında cahilliği veya dikkatsizliğinden kaynaklanır. Biraz aklımızı kullansak bu durumlara düşmeyiz.
Şifa yolunda en önemli olay, şifanın Allah tan beklenmesidir. Ama öncelikle hatalarımızı düzeltmemiz, tövbe edip, bu tövbemizde samimi olmamız, İbadette ve gereğince kâidelere uymamız gerekmektedir. Bırakın rahatsızlıkları her türlü musibetin ve rızık darlığının da sebebi ibadetlerimizdeki eksikliklerden kaynaklanmaktadır.
A’râf 96-Ve lev enne ehlel kurâ âmenû vettekav le fetahnâ aleyhim berekâtin mines semâi vel ardı ve lâkin kezzebû fe ehaznâhum bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Hem gerçekten o şehirlerin halkı îmân edip (peygamberlerine karşı gelmekten)sakınsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden nice bereketler açardık; fakat (onlar, peygamberlerini) yalanladılar; bunun üzerine (biz de) onları, kazanmakta oldukları(günahlar) yüzünden (azâbımız ile) yakalayıverdik.
A’râf 157-Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn(muflihûne)
(Onlar, Mûsâ ve Îsâ’ya îmân edip tâbi’ oldukları gibi) yanlarındaki Tevrât ve İncîl’de kendisini (ismini ve sıfatlarını) yazılı buldukları o resûle, o ümmî peygambere(Muhammed’e de) tâbi’ olanlardır. (O peygamber) onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten yasaklar; hem onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri ise üzerlerine haram kılar; hem onların ağırlıklarını (ağır mükellefiyetlerini) ve üzerlerinde olan zincirleri (tatbîkı zor hükümleri) indirir. Artık ona îmân eden, ona hürmet eden, ona yardım eden ve onunla berâber indirilen nûra(Kur’ân’a) tâbi’ olanlar var ya, işte onlar gerçekten kurtuluşa erenlerdir!
En’âm17Ve in yemseskellâhu bi durrin fe lâ kâşife lehu illâ huve, ve in yemseske bi hayrın fe huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
O hâlde eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, artık onu, O’ndan (Allah’dan)başka giderecek olan yoktur. Fakat sana bir hayır dokundurursa, işte O, herşeye hakkıyla gücü yetendir.
En’âm39– Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ summun ve bukmun fîz zulumât(zulumâti), men yeşâillâhu yudlilhu, ve men yeşe’ yec’alhu alâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Hem âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağırlar ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse, onu (küfründeki inadı sebebiyle) dalâlete atar. Kimi de dilerse, onu(hikmetine binâen kendi lütfundan) dosdoğru bir yol üzere kılar.
En’âm 41- Bel iyyâhu ted’ûne fe yekşifu mâ ted’ûne ileyhi in şâe ve tensevne mâ tuşrikûn(tuşrikûne).
Bil’akis (dara düştüğünüz her zaman olduğu gibi) yalnız O’na (Allah’a)yalvarırsınız; artık (O da) dilerse (kaldırılması üzere) kendisi için yalvarmakta olduğunuz(belây)ı kaldırır ve (Allah’a) ortak koşmakta olduğunuz şeyleri (o vakit) unutursunuz.
Burada yapmamız gereken,günahlardan korunmuş olarak , gerektiği gibi Allah’ a sığınmaktır.
A’râf 200. Ve immâ yenzeganneke mineş şeytâni nezgun festeiz billâh(billâhi), innehu semîun alîm(alîmun).
Eğer şeytandan (gelen) bir vesvese seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın!Çünki O, Semî’ (herşeyi işiten)dir, Alîm (herşeyi hakkıyla bilen)dir.
A’râf201İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineş şeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).
(Allah’dan) gerçekten sakınanlar, kendilerine şeytandan (gelen) bir vesvese dokunduğu zaman, (Allah’ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp derhâl (hakikati) gören kimselerdir.
Zümer 61. Ve yuneccîllâhullezînettekav bi mefâzetihim lâ yemessuhumus sûu ve lâhum yahzenûn(yahzenûne).
Allah (günahlardan) sakınanları ise, kurtuluş vesîleleri (olan sâlih amelleri)sebebiyle (kendi lütfundan) kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz, onlar mahzun da olmazlar.
Bu ayet üzerine de konuşulacak bir şey yoktur her halde. Burada ki şartı unutmayalım. Günahlardan korunmak salih amel işlemek. Namazı gerektiği gibi kılmak ve Kur’anı gerektiği gibi okuyup farâizi yerine getirmek. Yani mü’min olmak.
Neden benim duâlarım kabul olmuyor, Allah beni duymuyor mu?, O (hâşâ) zâlim mi dir? Diyen, zâlim kulların dikkatine.
Talak 2– Fe izâ belagne ecelehunne fe emsikûhunne bi ma’rûfin evfârikûhunne bi ma’rûfin ve eşhidû zevey adlin minkum ve ekîmûş şehâdete lillâh(lillâhi), zâlikum yûazu bihî men kâne yû’minu billâhi vel yevmil âhir(âhiri), ve men yettekıllâhe yec’al lehu mahrecâ(mahrecen).
Nihâyet (o boşanan kadınlar) iddet (bekleme müddet)lerinin sonuna geldikleri zaman, ya onları iyilikle tutun veya onlardan iyilikle ayrılın; içinizden adâletli iki kişiyi de şâhid tutun; şâhidliği Allah için dosdoğru yapın! Allah’a ve âhiret gününe îmân etmekte olan kimselere bununla nasîhat olunur; kim Allah’dan sakınırsa, (Allah) ona (her darlıktan) bir çıkış yolu kılar.
İsrâ 65. İnne ibâdî leyse leke aleyhim sultân(sultânûn), ve kefâ bi rabbike vekîlâ(vekîlen).
Şübhesiz ki kullarımın üzerinde senin için bir hâkimiyet yoktur. (Onlara) Vekîl olarak ise Rabbin yeter!’
Demek ki gerçek çözüm, gerçek kul olmakla mümkün.Önce gerçek kul olmayı öğren sonra isteme zahmetinde bulun.Nâz makamına ermeden nâzlanma.Nâz yapacaksan seni saptıran ve tâbi olduğun şeytana ve nefsine yap. Ne zaman Alalh a tabi olursan o zaman Allah a nâz yapabilirisin. Buna da Rabbim kefil ve vekil olmuşsa , söz bitmiştir.
Buradan anlaşılmasın ki, imani ve itikâdi yönden bu tür rahatsızlıklara mübtela olanlara bir şey yapılamaz. Kurtulamazlar.
Burada biz insanların dünyevi kurtuluşları yanı sıra, ahiretlerininde kurtulması için çalışmaktayız. Diğer guruba giren insanlar, belki dünyevi musallatlıklardan kurtulurlar, rahata ererler, ama ahiretimiz kurtulmadıktan sonra dünya sultanıda olsak ne ehemmiyeti kalır. Biz fâninin peşinde değiliz. Bekâ için yaratıldık ve bâkiye meftunuz ve namzediz. Huzur da kurtuluşta, bâki alem içindir.
Mâ’ide16. Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilân nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Rızâsına uyanları Allah onunla selâmet yollarına eriştirir, onları izni ile zulümâttan (küfür karanlıklarından) nûra (îmâna) çıkarır ve onları dosdoğru bir yola hidâyet eder.
Nur 52Ve men yutıillâhe ve resûlehu ve yahşallâhe ve yettakhi fe ulâike humul fâizûn(fâizûne).
Her kim Allah’a ve Resûlüne itâat eder ve Allah’dan korkar ve O’ndan sakınırsa, işte onlar, gerçekten kazanan kimselerdir.