Eğer güneş canlı olsaydı ve harareti onun hayatı ve ışığı onun şuuru olsaydı aynadaki aksi de canlı ve şuurlu olurdu ve bu haliyle onun akisleri, meleklerin âlem-i misalin aynalarında aksetmesine benzerdi.
1- Ayinede temessül, münkasım (dır) dört sûrete:
1-Ya yalnız hüviyet (yani sûret);
2-ya (hüviyetle) beraber hâsiyet (yani özellikler);
3-ya hüviyet hem şû’le-i mahiyet (yani aslının bir parıltısı);
4-ya mahiyet, (ve) hüviyet.
1- Aynada akseden görüntüler dört kısma ayrılır.
1- Bazı şeylerin yalnızca hüviyeti, yani sûreti, yani görüntüsü akseder. (Haşiye: 1) Bunun misali insan gibi maddî varlıklardır. Maddî varlıkların aynada sadece görüntüleri akseder.
2- Görüntü artı, bazı sıfatları akseder. Bunun misali güneş gibi yarı maddî yarı nurani özellikte olan varlıklardır. Güneşin görüntüsü ile beraber hararet, ısı ve renk gibi en temel özellikleri de akseder. Sadece maddî vücudu aksetmez.
3-Görüntü artı, o şeyin aslının bir parıltısı akseder. Yani sadece bazı sıfatları değil belki aslının küçük bir nümûnesi olacak derecede bütün sıfatları akseder. Bunun misali melek gibi tam nurânî olan, maddî olmayan varlıklardır. Meselâ Cebrâil (as)’ın asıl azametli mahiyeti, yedinci kat sema tabakasının sonundaki Sidre-i Müntehâ’da altı yüz kanadıyla beraber secde ederken; aslının küçük bir nümûnesi alem-i misalin aynalarında aksederek huzur-u Nebevî’de Dıhye (ra) adlı sahâbenin görüntüsüne girerek bulunurdu. Çünkü o sahabe simaca son derece güzel idi. Meleklerin bir yerde temessül ederken mahiyetlerinde meydana gelen farklılaşmanın sebebinin aynaların kabiliyeti olduğu 16. Söz’de bildirilmektedir. (Haşiye 2)
4- Mahiyetinin tamamı ile görüntüsü beraber akseder. Yani aslının tıpkısı olarak akseder. Bunun misali ağızdan çıkan kelimelerdir. Asıl kelime bir tane iken hava aynasında aksederek milyonları bulur. Bunların tamamı asıl kelimenin tıpkısıdır. Yani görüntüsü de bütün sıfatları da aynıdır. (Biz göremesek de kelimelerin de kendine ait görüntüleri vardır. Melekler görür.)
Bu dört çeşit aksi şöyle sıralayabiliriz:
1- Yalnız görüntü.
2- Görüntü artı bazı sıfatlar.
3- (Aynanın kabiliyeti miktarınca) Görüntü artı bütün sıfatlar.
4- Tıpkı görüntü artı bütün sıfatlar.
2- Eğer misal istersen, işte insan ve hem şems, melek ve hem kelime. Kesifin timsalleri, âyinede oluyor birer müteharrik meyyit.
2- Misalleri yukarıda ilgili yerlerinde gösterdik. Kesif yani maddî varlıkların aynadaki görüntüleri hareketli olsa da aslı gibi canlı değildir, ölüdür.
3- Bir rûh-u nuranînin, kendi mir’atlarında (aynalarında) timsalleri (görüntüleri) oluyor birer hayy-ı murtabıt (irtibatlı birer canlı); aynı olmazsa eğer, gayrı dahi olmayıp birer nur-u münbasit (dir) (yayılmış bir nurdur).
3- Melek gibi, kâmil insanlar gibi nuranî ruhların (âlem-i misalin bazı mevcudatı gibi) kendilerine özgü aynalardaki görüntüleri ölü değil aksine aslıyla irtibatı olan birer canlıdır. Cebrail (as)’ın Dıhye (ra) sûretindeki temessülü, asıl azametli şahsiyetinin tamamen aynısı değilse de, aslıyla irtibatı, tamamen hayattar ve şuurlu olması ve bütün sıfatlarını küçük mikyaslarda taşıması münasebetiyle onun mahiyetinin yani aslının bir numunesini taşır. Bu yönden aslı olmasa da gayrı da değildir. O nurani varlık, aynalar vasıtasıyla inbisat etmiş yayılmıştır. Hâlbuki insanın görüntüsü insanın gayrısıdır. Ne şuuru vardır, ne de hayatı.
4- Ger şems hayevan olaydı; olur harareti hayatı, ziya onun şuuru.. şu havassa mâliktir (özelliklere sahiptir) âyinede (ki) timsali. İşte budur şu esrarın miftahı (sırların anahtarı)
4- Eğer güneş canlı olsaydı ve harareti onun hayatı ve ışığı onun şuuru olsaydı aynadaki aksi de canlı ve şuurlu olurdu ve bu haliyle onun akisleri, meleklerin âlem-i misalin aynalarında aksetmesine benzerdi. Yukarıda saydığımız hakîkatler aşağıda saydığımız sırları açacak anahtarlardır. Yukarıdaki hakikatler anlaşılırsa aşağıda sayılan hâdiselerin mahiyeti anlaşılmış olur.
1- Cebrail hem Sidre’de, hem sûret-i Dıhye’de meclis-i Nebevî’de, hem kim bilir kaç yerde!..
2- Azrail’in bir anda Allah bilir kaç yerde, ruhları kabzediyor.
3- Peygamber’in bir anda, hem keşf-i evliyada, hem sadık rü’yalarda ümmetine görünür, hem haşirde umum ile şefaatle görüşür.
4- Velilerin ebdalı, çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür. (Haşiye 3)
Haşiye 1: Hüviyet kimlik mânâsına gelir. Bir şeyin sûreti onun en belirgin kimliği olduğu için buradaki hüviyet, sûret manasında kullanılmıştır. Mektûbât’ın fihristinde 24. Mektubun fihristindeki şu cümlede hüviyet, sûret manasında kullanılmıştır. “Herbir mevcud, vücuddan gittikten sonra, ifade ettiği manalar ve arkasında bâki kalan hüviyet-i misaliyesi, âlem-i misalde mahfuz kalır.”
Haşiye 2: Bu meselenin tafsilatlı izahı 16. Sözdedir. Bkz. Osmanlıca Tılsımlar, sh: 23
Haşiye 3: Bu dört aded misalin hepsi de yukarıda anlatılan nuraniyet sırrı ile vukua gelen hâdiselerdir. Hususen ilk paragrafta sıralanan “hüviyet hem şûle-i mahiyet” maddesinin numuneleridir. Yani o nurânî zatların asıl mahiyetleri bir yerde olmakla beraber, canlı ve şuurlu küçük numuneleri manevî aynalarda akseder. Böylelikle adeta birer küçük kopyalarıyla çok yerlerde bulunabilirler.
Bir yanıt yazın