Peygamber Efendimizin (sav), “Ümmetimin alimleri İsrail oğullarının peygamberleri gibidir” hadis-i şerifinin bir mazharı olan Gavs-ı A’zam Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri, Güney Azerbaycan’ın Geylân eyaletine bağlı Nif Köyünde 1078 (H.471)de doğdu.
Doğduğu zaman Ramazan ayıydı ve O, Ramazan ayında oruç vakitlerinde annesini emmiyordu. Bu harikulade hadiseyi annesi şöyle anlatmıştır: “Oğlum Abdulkadir doğduğunda, Ramazan-ı Şerif başlamıştı. Birinci gün, imsak vaktinden güneş batıncaya kadar süt emmedi. Bu hali diğer günlerde de devam etti. Ramazan-ı Şerif boyunca gündüzleri hiç süt emmedi. Anladım ki, Ramazan-ı Şerife hürmet ediyor. Oruç tutuyordu.”
Asıl adı Muhyiddin Ebu Muhammed Abdulkadir Bin Ebi Salih Musa Zengidost El Geylani’dir. Soyu, baba tarafından Hazret-i Hasan’a (ra), anne tarafından Hz. Hüseyin’e (ra) dayanan Abdülkâdir Geylânî Hazretleri hem seyyid, hem de şerîfdir.
Babası Ebu Salih, Abdulkadir-i Geylânî Hazretleri küçük yaştayken vefat etmiş. O da dedesi Essevmai’nin himayesinde büyümüştür. Dedesinin yanında temel İslâmi ilimleri okuduktan sonra, Bağdat’a giderek orada tahsiline devam etmiştir.
Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri on sekiz yaşında Bağdat’a gelir. Buradaki âlimlerden ders almak sûretiyle hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde yetişir. İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vaâz ve ders vermeye başlar. Vaâzlarına gelenler medresesine sığmaz ve sokaklara taşmaya başlar. O’da açık havada derslerine devam eder.
Kudsi bir deha sahibi olan bu mübarek zat, çok derin bir ilim sâhibi idi. On üç çeşit ilimde ders verirdi. Sabah ve ikindiden sonra tefsîr, hadîs ve fıkıh; öğleden sonraları Kur’ân-ı Kerîm ve kırâat dersleri okuturdu. Akşam ve sabah ise, usûl-i fıkıh ile nahv, arabî cümle bilgisi verirdi. On civarındaki eserlerinin en meşhurları “El-Gunye li-talibi tariki’l-hak ve Fütuhu’l-Gaybdır.”
Bedîüzzaman Hazretlerinin, Risâle-i Nur’un üstadlarından biri dediği Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri, “o derece yüksek bir mertebeye mâlik ve o derece hârika bir keramete mazhardı ki, kâfirlerin bir kısmı demişler: “Biz İslâmiyeti kabûl edemiyoruz; fakat Abdülkadir-i Geylânî’yi de inkâr edemiyoruz.” Hem evliyayı inkâr eden Vahhâbînin müfrit kısmı dahi Hazret-i Şeyhi inkâr edemiyorlar. Evliya, onun derece-i celâletine yetişemediği bütün ehl-i tarikatca teslim edilmiştir” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 151)
“Sultan-ül-Evliya” makamına ulaşmış ve hamiyet-i İslâmiye ile zamanındaki padişahları titretmiş olan bu zâtın, maneviyattaki terakkisi, hayatı boyunca devam etmiştir. Hatta zamânındaki diğer evliyâ da kerâmet olarak ileride onun derecesinin yüksek olacağını haber vermişler. Şeyh Hammâd namında mübarek bir zat; “Şu genci görüyor musunuz? Bir zaman gelecek ayağı bütün velîlerin boynunda olacak, her velî ona itâat edecek.” diye seneler öncesinden müjde vermiş.
Şeyh Tacül Ârifîn Ebü’l-Vefâ Hazretleri Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri yanına gelince ayağa kalkar, yanındakilere; “Ayağa kalkın, evliyâdan biri geliyor.” dermiş. Ona karşı bu şekilde iltifât etmesine hayret eden talebelerine; “Henüz zamânı var. Vakti gelince, okumuş, câhil herkes bu gence muhtâc olacak, onun feyzinden, mânevî ilminden faydalanacaktır…” der ve Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerine dönüp; “Bugün söz bizim, fakat ilerde senin olacak. O zaman bu ihtiyarı hatırlarsın.” diye hitâb edermiş.
Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri, Cenâb-ı Hakk’ın Hayy ismine mazhar olması hasebiyle, bir ihsan-ı İlahî olarak, kendisine bu meyanda çok kerametler nasip olmuştur. Mesela; “Bir zaman Gavs-ı A’zam Şeyh-i Hazret-i Geylânî’nin (ks) terbiyesinde, nazdar ihtiyare bir hanımın bir tek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hüceyresine; bakmış ki, oğlu bir parça kuru siyah ekmek yiyor. O riyazetten zayıflamış vâlidesinin şefkatini celbetmiş. Validesi ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs’ın yanına şekva için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş: “Ya Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor. Sen tavuk yiyorsun!” Hazret-i Şeyh tavuğa demiş: “Kum Bi İznillah- Allah’ın izni ile kalk” o pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp, tavuk olarak yemek kabından dışarı fırlamış. Hazret-i Gavs demiş: “Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.” (Lem’alar, s. 148)
Yine bir gün Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri, bir mahalleden geçerken bir müslümanla bir hıristiyanın münakaşa ettiklerini gördü. Sebebini sordu. Müslüman: “Bu hıristiyan, ‘Bizim peygamberimiz sizin peygamberinizden üstündür.’ diyor, ben ise bizim peygamberimizin üstün olduğunu söylüyorum.” dedi. Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri, hıristiyana: “İsa (as)’ın, Hz. Muhammed (asv) Efendimiz’den üstün olduğunu hangi delille isbat ediyorsun?” buyurdu. Hıristiyan: “Bizim peygamberimiz ölüyü diriltirdi.” dedi. Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri: “Ben peygamber değilim, sadece Peygamberimiz Hz. Muhammed (asv)’a uyan bir müslümanım. Eğer ölüyü diriltirsem, Peygamber Efendimiz (asv)’a inanır mısın?” buyurdu. Hıristiyan: “İnanırım.” dedi. Abdülkâdir Geylânî Hazretleri: “Bana harab olmuş, eski bir kabir göster ve Peygamberimizin (a.s.v) üstünlüğünü gör.” buyurdu. Eski bir kabir gösterdi. Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri, kabre döndü ve: “Allah’ın izni ile kalk.” buyurdu. Kabir açıldı ve ölü dirilmiş olarak kabirden çıktı. Hıristiyan bu kerameti görünce, Peygamberimizin (asv) üstünlüğünü ikrar edip, Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin, elinde müslüman oldu.
Vefatından sonra da manevi tasarrufu devam eden dört büyük zattan, (Hayat bin Kays, Ma’rûf-ı Kerhî, Ukayl İbni Müncibî) biri olan Şah-ı Geylani, en büyük yardım edici, imdada koşan manasına gelen “Gavs-ı A’zam” olarak meşhur olmuştur.
Gavs-ı A’zam’ın en çok imdadına yetiştiği, tasarruf ettiği zatlardan biri Bedîüzzaman Hazretleridir. Üstadımız, üstadı Abdulkadir-i Geylânî Hazretlerinin kendine yaptığı binler himmetlerden birini şöyle anlatır: “Ben sekiz-dokuz yaşında iken, bütün nahiyemiz ve etrafında, ahali Nakşî Tarikatında idiler. Oraca meşhur Gavs-ı Hîzan namiyle bir zattan istimdad ediyorlardı, ben akrabama ve umum ahaliye muhalif olarak “Yâ Gavs-ı Geylanî” derdim. Çocukluk itibariyle elimden ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şey kaybolsa, “Yâ Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur.” derdim acibdir ve yemin ediyorum, bin def’a böyle Hazret-i Şeyh, himmet ve duasiyle imdadıma yetişmiştir. Onun için bütün hayatımda umumiyetle fâtiha ve ezkâr ne kadar okumuş isem, Zât-ı Risaletten (asm) sonra Şeyh-i Geylânî’ye hediye ediyordum.” (Sikke-i Tasdik-i gaybî, s. 145)
Dört büyük kutuptan, (Seyyid Ahmed Bedevi, Seyyid İbrahim Desûkî, Seyyid Ahmed Rufâî) biri olan Abdulkadir-i Geylânî Hazretleri, kutbiyet, ferdiyet ve gavsiyet gibi bütün manevi makamları kendisinde cem etmiştir. Hiçbir şahsı merci yapmadan, doğrudan doğruya Kur’ân-ı Azimüşşan’dan ders almıştır. “Ferdiyet” denilen ve çok az kişinin mazhar olduğu bu ihsan-ı İlahiye’ye asrımızda, Kur’ân-ı Kerîm’in i’cazlı tefsiri olan Risâle-i Nur ve onun müellifi mazhar olmuştur.
Gavs-ı Azam’ın en önemli hususiyetlerinden birisi de gaybdan, özellikle istikbalden haberler vermesidir. Allah’ın bildirmesiyle, bazı vakitlerde mazi ve müstakbeli hazır zaman gibi müşahede etmiş, Kur’ân ve iman hizmetinde bulunanlara müjdeli haberler vermiştir. Şah-ı Geylânî gaybten haber verdiği manzum bir eserinde, kendinden dokuzyüz sene sonrasına bakıyor. Ahirzamanda gelecek olan Bedîüzzaman Hazretlerine ve talebelerine açık bir şekilde ve ismen işaret ediyor. Mecmuatü’l-Ahzâb adlı eserin birinci cildinin 562. sayfasındaki bölümlerde, ilgili bilgiler mevcuttur. Bu işaretlerden bazıları şunlardır:
“Ondördüncü asırda “El-Kürdî” lâkabiyle yâdedilen Molla Said, benim müridimdir. O fitne ve belâ asrının her şer ve fitnesinden, Allah’ın izniyle ve havl-i kuvvetiyle onun muhafızıyım.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 153)
Gavs-ı Azam, asırlar ötesinden verdiği haberlerle, hem Bedîüzzaman’la, hem de Risâle-i Nurla alakadar olduğunu göstermiştir. Ehl-i zındıkanın bütün takibat, tazyik, işkence, hapis gibi baskı ve engellemelerine rağmen Üstad Bedîüzzaman ve talebeleri, Cenâb-ı Hakk’ın inayeti ile muvaffak olması, Gavs-ı Azam’ın (k.) Risâle-i Nur ve müellifi Bedîüzzaman Hazretleriyle ilgili kerametlerini teyid etmektedir.
Risâle-i Nur talebelerini, hârika keramet-i gaybiyesiyle himâyetkârane teselli edip, hizmetlerini manen alkışlayan Hazret-i Gavs-ı A’zam Abdulkadir-i Geylânî (ks) heybetli bir zat idi. Az konuşur, çok sükût eder, konuştuğunda gâyet câzib, açık ve net konuşurdu. Şahsı için kızmaz ancak “din” husûsunda aslâ tâviz vermezdi. Misafirsiz gece geçirmezdi. Zayıflara yardım eder, fakirleri doyururdu. İsteyeni geri çevirmez, iki elbisesi varsa, mutlaka birini isteyene verirdi. Yanında oturanlarda; “Ondan daha kerîm ve lütufkâr kimse olamaz.” kanâati hâkim olurdu. Sevdiklerinden biri gurbete çıksa, ondan haber sorar, sevgi ve alâkasını muhâfaza ederdi. Kendisine kötü davrananları affederdi. Kötülüklere dalmış çok kimse, hırsız ve eşkıyâ onun vâsıtasıyla tövbe etti. Köleleri satın alıp, âzâd ederdi. Verdiği sözü tutar, kimseye karşı kötülük düşünmezdi. Onu gören tesiri altında kalır, mübârek biri olduğunu hisseder, kalbi katı ise, yumuşardı.
Baz-ül-eşheb ferd-i ferîd-i deveran, Gavs-ı A’zam Cenâb-ı Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri, uzun ve verimli geçen bir hayatın sonunda ağır bir hastalığa yakalandı ve 561’de (1165) Bağdat’ta “Allahümme refîk al a’lâ.” deyip; “Size geliyorum, size geliyorum.” Buyurarak habibine kavuştu. Allah şefaatine nail olanlardan eylesin.
Bir yanıt yazın