İnsanları insan olmanın da ötesinde daha bir anlamlı kılan en yüce değer sevgidir. Sevgisiz yürekler, anlamsızlığın girdaplarında soluk alacak her hangi bir menfez de bulamadan, diplerin en dibine doğru iniştedir.
Bu yürek, öldürmenin, üzmenin, yakmanın, yıkmanın ve bilumum kötülük olarak adlandırabileceğimiz fiilin patronu olmaya adaydır artık. O bundan böyle tam anlamıyla bir yürek de değildir adeta canavarlaşmış bir makinedir. Onun bir emri, dünyanın yok olmasını sağlayabilecek tahribat gücüne sahiptir..
Nefret, kin ve bütün kötü duyguların doğurduğu; terörler, savaşlar, zulümler, krizler işte o taşlaşmış kalplerin en verimli ve bir o kadar da acı mahsulleri değil midir? Binlerce yıldır “sevgi önemlidir, hoşgörü gereklidir” deyip tüm insanlığı barışa davet eden Yunus Emreler, Mevlânalar, Hacı Bektaş-ı Veliler, Bediüzzamanlar boşuna mı yazmışlar o koca koca kitapları? Ömürlerini boşuna mı tüketmişler sevgi uğruna?
Tamir etmek elbette tahrip etmekten daha zordur. Bir kibritle bir orman tamamen yakılıp kül edilebilir ama o ormanı oluşturabilmek binlerce sebebin bir araya gelmesiyle mümkündür ancak. Evren fabrikası ve onun bütün unsurları, bütün bir orman hatta o ormandaki her bir ağacın her bir çiçeği için seferber olmuşlar ve çalışmaktadırlar.
Bir elma meyvesini oluşturabilmek için dünya, güneşin etrafında fırıl fırıl dönerken; güneş de harı harıl yüzeyindeki kimyasal reaksiyonları harekete geçirmekte; galaksiler, nebulalar, samanyolları işte o meyve uğruna birer Mevlevî gibi devasa boyutların sınırsızlıklarında dolaşıp durmaktadırlar. Sonuç ise oldukça tatlıdır. Elma oluşmuştur tombul bir kurtçuğu da içinde misafir ederek.
Sevgi gözlükleriyle kâinata baktığımızda, her şey ne kadar da güzel ve ne kadar da anlamlı görünüyor değil mi? İşte bizim düşünmeyi istesek de istemesek de şuuraltımızın en görünmez kılcal damarlarında saklı olan medeniyetimiz, tarihimiz, kültürümüz, inançlarımız bize her zaman, “Sev, hoşgör, komşuna iyi davran!” gibi iyiliği buyuran birer tetikleyici konumundadırlar. Ne kadar istesek de bu değerlerimizden kopmamız, onları bir kenara fırlatıp atıp yolumuza devam etmemiz mümkün olmamıştır.
İşte yaklaşmakta olan şu Ramazan ayı da bütün bu güzel duygularımızı tetikleyen en tatlı dokunuşlardan birisidir hem de ruhumuzun tellerini türlü türlü nağmelerle harekete geçiren bir dokunuştur bu.. Ve, Ramazan ayı, tüm dünyaya yüreklerimizdeki sınırsız sevgiyi göstereceğimiz nadide fırsatlardan birisidir.
Peki bu sevgiyi dünyaya göstereceğiz de çocuklarımız, eşimiz, dostlarımız, öğrencilerimiz sevgimizden mahrum mu kalacak? Tabii ki hayır. Tüm çevremize en yakından en uzağa ama tüm çevremize sevgimizi göstermeliyiz. Öfke, yalan, dedikodu gibi kötülüğü körükleyen bütün yanlışlardan da kaçınmalıyız. Ramazan ayını bir kavga ayı değil de bir sevgi ayı olarak algılamak ve onu bu manaya uygun olarak yaşamak, tüm dünyanın muhtaç olduğu barışa da büyük bir hizmet olacaktır. Öncelikle kendi iç barışımızı sağlamalıyız.
Kısacası “Yaradılanları hoş görmeliyiz Yaradan’dan ötürü”
İşte o zaman Ramazan gerçekten “Hoş Gelir”
İşte o zaman tüm dünya insanları kavgaya, kine değil, sevgiye, barışa, dostluğa yönelir.
Ve işte o zaman bizler “gerçek birer insan” oluveririz.
Bir yanıt yazın