Said bin Âmir, îman etmesiyle birlikte bütün himmetini İslâm’a verdi. İslâm’ın her çağrısında hazır oldu. Resûl-i Ekrem’in sağlığında, yoluna kurban olmak için bekleyen sahâbe ordusunun bir neferi olarak yaşadı. Sonrasında Humus’un valiliğiyle hizmetkârlığını yaptı İslâm’ın. Evet, o bir valiydi ama Humus’un en fakirlerinin listesi eline ulaştığında Halîfe Ömer, ağlayacaktı. Çünkü listenin başında valisinin adını okuyacaktı..
Üzerinden nice geçmişti o hazin ölümün. Ama o hâlâ dipdiri karşısındaydı. Yeryüzünün en kararlı gözleri bakıyordu işte yine ruhunun derinliklerine. Bakıyor… bakıyordu. Baktıkça o, bedenini bir titreme sarıyordu. Oturduğunda o! Yürüdüğünde o! Kapattığında gözlerini, yine o! Ve darağacını secdegâh edip de namaz kılışı gamsız kedersiz! Rükû rükû, secde secde meydan okuyuşu ölüme!
Said on dört yaşındaydı ve bin bir kahırdaydı. O âna kadar düşündüğü ne varsa hepsini yitirdiği o yürek yangınından beri dudakları da başka şey söylemiyordu.
“Ey Hubeyb! Ey ölümün öldürmeye çalıştığı esnada ölümü kalbinden vuran adam! Sen bana ne yaptın?”
Toprağa düşen şehîdin binler meyvesinden biriydi Said. Ve o daha duramayacak, rûhunun teslim olduğu hakîkati bütün müşriklerin önünde ilân edecekti.
“Hubeyb’e yaptıklarınızı kabul etmiyorum! Ve ben de Müslüman oluyorum. İşte duyun! Lâ ilâhe illâllah
Muhammedurrasûlullah!”
Said bin Âmir, îman etmesiyle birlikte bütün himmetini İslâm’a verdi.
İslâm’ın her çağrısında hazır oldu.
Resûl-i Ekrem’in sağlığında, yoluna kurban olmak için bekleyen sahâbe ordusunun bir neferi olarak yaşadı. Sonrasında Humus’un valiliğiyle hizmetkârlığını yaptı İslâm’ın. Evet, o bir valiydi ama Humus’un en fakirlerinin listesi eline ulaştığında Halîfe Ömer, ağlayacaktı. Çünkü listenin başında valisinin adını okuyacaktı.
Bir gün, İslâm ordusunu teftiş etmek üzere Humus’a gelen halife, halka valileri hakkında sorduğunda valilerinin üç garip hâli bulunduğunu, bundan dolayı şikâyetçi olduklarını söylediler. Valisinin makamına ehliyeti konusunda kanaati tam olan Hz. Ömer, bu konuda yanılmamış olmak için Allah’a duâlar etti ve halkı valileriyle bir araya getirdi. Said bin Âmir teslimiyet ile hesap vermeye hazırdı.
Halk Hz. Ömer’e dönerek teker teker şikâyetlerini bildirdiler. Halkın ilk memnuniyetsizliği valilerinin sabahları makamına geç gelmesiydi. İbni Âmir üzgün, özrünü sundu Halîfe’ye:
“Emîrim! Bunu söylemek istemiyordum ama şimdi mutlaka söylemem gerekti. Benim evime bakacak kimsem yok. Bu yüzden sabah vakitlerinde evin ihtiyacını görüyor. Yemeklerini, hamurlarını yapıyorum. Ekmeklerini ellerine verip ancak çıkabiliyorum.”
İkincisini söyleyin dedi Ömer. Halk valilerinin ayda bir gün hiç makamına gelmediği şikâyetinde bulundular. Said ibni Âmir arzetti:
“Benim sadece bir kat elbisem vardır. Ayda bir sefer onu yıkayıp kurutuncaya kadar bekliyorum ve o gün vazifemin başında olamıyorum.”
Halkın üçüncü şikâyeti ise Said’in bazı zamanlar ânîden yere düşüp bayılması, bir vakit kendine gelememesiydi. Humuslular artık buna da bir izah istiyordu.
Halîfe Ömer valisinin gözlerine baktı müşfik. Bu sualle fakir valinin çehresi sararmıştı. Ve ellerinin titreyişi fark ediliyordu. Yıllarca içinde yaşayan bu ızdırabı nasıl dile dökecekti şimdi? Beyninden hiç silinmeyen o yürek yakan hâtırayı nasıl gözler önüne serecekti? Derin bir nefesle içinde depreşen o müzmin acıyı bastırmaya çalıştı. Gözlerini kapattı bir zaman, öylece baktı o hazin sahneye.
İşte dün gibi karşısındaydı Hubeyb. Bedir’deki hezîmetlerinin intikamını almak hırsıyla bağırıp çağıran kalabalıkların içinde, elleri düğümlü. İdam sehpasına getirildiğinde namaz kılmak istiyor, çıktığı darağacında kıldığı namazıyla kaç yüreği esir ediyor da kimse bilmiyor.
Bütün sesleri sus pus eden namazının ardından gözleri müşriklerin reisine pervâsız bir nazar atarken gür sesi sarıyor her yeri. “Ölümden korkarak namazı uzattığımı sanmayın. Ölümden aslâ korkmuyorum!”
Kudurmuş güruh mübârek vücudunu kan fışkırıncaya kadar bıçaklıyor, parçalıyor. O acılarla kıvranırken idraksiz bir müşrik soruyor:
—Şimdi sana izin versek çocuklarının yanına gidiversen ve Muhammed de senin yerinde olsa ne hoş olur değil mi?
Hubeyb’in verdiği cevapla, Ebû Süfyan bile yüreğinde kıvılcımlar hissediyor.
—Vallahi benim, çocuklarımın yanında olmama mukâbil değil
Muhammed’in burada eziyet çekmesini istemek; şu an oturduğu yerde ayağına bir diken batmasına gönlüm râzı olmaz!
Peygamber düşmanlarından bir kez daha nefret ediyor Hubeyb. Ve son sözlerini ise çok az kimse işitiyor.
—Allah’ım onları unutma! Onları yok et! Ve hiç birini sağ bırakma!
Said bin Âmir o gün halkının huzurunda Hubeyb’in şehit edilişini baştan sona anlattı. Ve ekledi. “O şehit edilirken ben oradaydım.”
Humuslular valilerinin artık ayakta durmakta zorluk çektiğini görüyorlardı. Aziz şehîdin hayatının bu son sahnesi çok dokunmuştu onlara. Valilerinin hâli ise daha bir dokunmuştu. Said bir Âmir zor duyulan bir sesle “Ben hep korktum.” dedi. “O şehit edilirken orada bulunup sadece seyredenlerden biri olarak Allah’ın beni helâk etmesinden ve aslâ affetmemesinden korktum. İşte bu yüzden onu her hatırladığımda bu korkuyla şuurumu kaybediyorum.”
Halk, valilerini daha iyi anlayabilmiş olmaktan memnun lâkin onu bir hayli üzdükleri için de mahçuptu. Hz. Ömer ise böyle bir mânâ insanının vazife başında olmasından dolayı Allah’a hamd makâmındaydı. Memnûniyetinden ve valisini sıkıntıdan kurtarmak için bin dinar tahsis edip kendisine verdi.
Evine geldiğinde ise Said önce eşinin gönlünü aldı sonra daha ellerine geçeli bir saat olmadan o bin dinarı dul kadın ile yetim çocuklara dağıttı. Soranlara şöyle diyordu: “Ben öyle bir zâta borç olarak veriyorum ki; en muhtaç olduğumuz bir anda bize geri verecek.”
«—Allah’ım onları unutma! Onları yok et! Ve hiç birini sağ bırakma!»
Bir yanıt yazın