Yürüyen binekler O’nun ayetlerindendir
Yolların çeşitliliğinden dolayı böyledir bu
Bu bineklerle kimisi doğru yolu izlerken
Kimisi de ıssız çöllerde gezinip dururlar
Dosdoğru gidenler, ayn ehlidir (ayn bilgisine sahip olanlardır)
Gezinip duranlar ise, uzaklaşanlardır.
Ve her ikisine de O’ndan gelen
O’nun gayblarının açılması herbir yönden gelir.
Bil ki –Allah seni başarıya erdirsin– iş (yani, varetme işi), tek’lik [ferdiyyet] üzerine
dayanır; ve bundandır ki, üçleme [teslis] vardır, çünkü üç, tek olanların [efrad] (yani,
tek sayıların) ilkidir. Ve alem, (üçlemeyi içeren teklikten ibaret bulunan) bu ilahi hazretten
var olmuştur. Allahu Teala şöyle buyurdu: “Biz bir şeyi dilediğimizde ‘Ol!’ deriz,
olur” [Nahl Suresi, 16/40]. Burada Zat, İrade ve Söz vardır. Eğer bu Zat olmasaydı ve
O’nun bir şeyin tekvinine yönelmesi olan İrade olmasaydı ve bu yönelişe eşlik eden
“Ol!” Söz’ü olmasaydı, o şey olmazdı.
Bundan sonra, şey’de de üçlü tek’lik [ferdiyyet-i selasiye] zahir oldu ve bu sebepledir
ki, kendisinin kendisi tarafından tekvini ve varlıkla nitelenmesi gerçekleşti — ve
ondaki bu üçlü tek’lik [ferdiyyet], kendisinin (ilahi ilimde) şey-olmaklığı [şey’iyyet],
(“Ol!” emrini) işitmesi ve Var-Kılıcısının [mükevvin] var etme yönündeki emrine
uymasıdır.
Böylece üç, üç’e karşılık geldi. Şey’in, değişmez olarak yokluk halinde bulunan zatı,
Varedici’sinin [mucid] Zatı’na karşılık geldiği; işitmesi, Varedici’sinin İrade’sine
karşılık geldiği ve (Varedici’sinin kendi varoluşu için verdiği emre uyarak) bu emri
kabulü de, Varedici’sinin “Ol!” sözüne karşılık geldiği için, bu şey var olmuştur.
İmdi, Allahu Teala tekvini şey’e nisbet etti. Eğer kendisinde kendi nefsi yoluyla
varolmaklık kuvveti olmasaydı, “Ol!” sözünü işitse bile, varolamazdı [mütekevvin].
Gerçekte, önceden yok [madum] olan şey, tekvin emri verildiğinde, kendini varetti
[icad]. İmdi, Hak Teala, tekvinin Hak’tan değil, “şey”in kendisinden olduğunu ve
Hak’tan olanın, yalnızca o şeye yönelik Emir olduğunu kesinledi. Nitekim, Hak
Teala, “Biz bir şeyi dilediğimizde ‘Ol!’ deriz, olur” [Nahl Suresi, 16/40] sözüyle
Kendisinden haber vererek, kendi Emriyle gerçekleşen tekvini, şeyin kendisine
nisbet etti — ve Hak Teala ne söylerse doğrudur. Ve işin böyle olması da akla
yatkındır. Korkulan ve itaat olunan biri, kölesine “kalk!” dediğinde, köle efendisinin
emrine itaat ederek hemen kalkar. Kölenin bu kalkışında, efendisine ait olan tek şey
kalkması yönündeki emridir ve kalkma eylemini gerçekleştiren efendi değil, kölenin
kendisidir.
Böylece tekvin üçleme üzerine dayanır; bu, biri Hak tarafından ve diğeri de halk
tarafından olmak üzere iki-taraflı bir üçlemedir. Sonra, bu üçleme mantıksal
çıkarımlar yoluyla ulaşılan anlamların varedilmesine de [icad] dayanak oldu. İmdi,
mantıksal çıkarımın üçten oluşan özel bir düzenleniş ve özel bir koşul üzere olması
gerekir ki, ancak bu şekilde kaçınılmaz olarak bir sonuç verir. Özel düzenleniş,
akılyürüten kişinin ortaya koyduğu mantıksal çıkarımını, herbiri iki terimden
[müfred] oluşan iki öncülden oluşturmasıdır — böylece ortaya konan iki öncülde
(toplam olarak) dört terim vardır. Ne var ki, terimlerden biri, iki öncülü –nikahta
olduğu gibi– birbirine bağlamak üzere her iki öncülde de mevcuttur. Böylece, her iki
öncülde de bulunan terimin tekrarlanmasından dolayı, (gerçekte) üç terim vardır. Ve
bu düzenlenişte, tekrarlanan terimin iki öncülü birbirine bağlanması sözkonusu
olduğunda istenen elde edilir (yani, çıkarım gerçekleşir). Ve sonucun doğru olması için
gereken özel koşul, büyük terimin [hüküm] küçük terimden [illet] daha genel olması
veya hiç değilse ona denk olmasıdır. Böyle olmadığı takdirde, sonuç yanlış olur. Ve
sonucun yanlış olması durumu, Allah’a nisbet edilmeksizin fiiller yalnızca kula izafe
edildiğinde veya tekvin Hakk’a izafe edildiğinde –ki Hak, tekvini “Ol!” seslenişinin
yöneldiği şeye izafe etmiştir– sözkonusu olur.
(“Ol!” emrini) işitmesi ve Var-Kılıcısının [mükevvin] var etme yönündeki emrine
uymasıdır.
Böylece üç, üç’e karşılık geldi. Şey’in, değişmez olarak yokluk halinde bulunan zatı,
Varedici’sinin [mucid] Zatı’na karşılık geldiği; işitmesi, Varedici’sinin İrade’sine
karşılık geldiği ve (Varedici’sinin kendi varoluşu için verdiği emre uyarak) bu emri
kabulü de, Varedici’sinin “Ol!” sözüne karşılık geldiği için, bu şey var olmuştur.
İmdi, Allahu Teala tekvini şey’e nisbet etti. Eğer kendisinde kendi nefsi yoluyla
varolmaklık kuvveti olmasaydı, “Ol!” sözünü işitse bile, varolamazdı [mütekevvin].
Gerçekte, önceden yok [madum] olan şey, tekvin emri verildiğinde, kendini varetti
[icad]. İmdi, Hak Teala, tekvinin Hak’tan değil, “şey”in kendisinden olduğunu ve
Hak’tan olanın, yalnızca o şeye yönelik Emir olduğunu kesinledi. Nitekim, Hak
Teala, “Biz bir şeyi dilediğimizde ‘Ol!’ deriz, olur” [Nahl Suresi, 16/40] sözüyle
Kendisinden haber vererek, kendi Emriyle gerçekleşen tekvini, şeyin kendisine
nisbet etti — ve Hak Teala ne söylerse doğrudur. Ve işin böyle olması da akla
yatkındır. Korkulan ve itaat olunan biri, kölesine “kalk!” dediğinde, köle efendisinin
emrine itaat ederek hemen kalkar. Kölenin bu kalkışında, efendisine ait olan tek şey
kalkması yönündeki emridir ve kalkma eylemini gerçekleştiren efendi değil, kölenin
kendisidir.
Böylece tekvin üçleme üzerine dayanır; bu, biri Hak tarafından ve diğeri de halk
tarafından olmak üzere iki-taraflı bir üçlemedir. Sonra, bu üçleme mantıksal
çıkarımlar yoluyla ulaşılan anlamların varedilmesine de [icad] dayanak oldu. İmdi,
mantıksal çıkarımın üçten oluşan özel bir düzenleniş ve özel bir koşul üzere olması
gerekir ki, ancak bu şekilde kaçınılmaz olarak bir sonuç verir. Özel düzenleniş,
akılyürüten kişinin ortaya koyduğu mantıksal çıkarımını, herbiri iki terimden
[müfred] oluşan iki öncülden oluşturmasıdır — böylece ortaya konan iki öncülde
(toplam olarak) dört terim vardır. Ne var ki, terimlerden biri, iki öncülü –nikahta
olduğu gibi– birbirine bağlamak üzere her iki öncülde de mevcuttur. Böylece, her iki
öncülde de bulunan terimin tekrarlanmasından dolayı, (gerçekte) üç terim vardır. Ve
bu düzenlenişte, tekrarlanan terimin iki öncülü birbirine bağlanması sözkonusu
olduğunda istenen elde edilir (yani, çıkarım gerçekleşir). Ve sonucun doğru olması için
gereken özel koşul, büyük terimin [hüküm] küçük terimden [illet] daha genel olması
veya hiç değilse ona denk olmasıdır. Böyle olmadığı takdirde, sonuç yanlış olur. Ve
sonucun yanlış olması durumu, Allah’a nisbet edilmeksizin fiiller yalnızca kula izafe
edildiğinde veya tekvin Hakk’a izafe edildiğinde –ki Hak, tekvini “Ol!” seslenişinin
yöneldiği şeye izafe etmiştir– sözkonusu olur.
Öyleyse, insan üzerinde apaçık delil sabit oldu. Her kim bu hikmeti anlar ve bu
hikmeti kendinde yerleşik kılar ve bu hikmeti kendisi için meşhud kılarsa,
kendinden başkasıyla ilgilenmekten yana rahata erer ve başına gelen hayır ve şerrin
ancak kendinden geldiğini bilir. “Hayır”dan kastım, bir kimsenin garazına uygun
düşen ve tabiatına ve mizacına hoş gelen şeydir. “Şer”den kastım ise, bir kimsenin
garazına uygun düşmeyen ve tabiatına ve mizacına hoş gelmeyen şeydir.
Bunu müşahede eden [şuhud] (marifet sahibi) bir kimse, bütün varlıkların –her ne
kadar kendileri tarafından dile getirilmese bile– özürlerini ikame eder ve başlarına
her ne geldiyse, nefslerinden geldiğini bilir. Ve biz, bunun böyle olduğunu, “İlim,
malum’a tabidir” sözüyle belirtmiştik. Dolayısıyla, böylesi bir kimse, başına,
garazına uymayan bir şey geldiğinde şöyle der: “Kendin yaptın, kendin ettin.”
Allah doğruyu söyler ve hidayet eder.
ALINTIDIR
Bir yanıt yazın