Hakkında insanoğluna çok az bilgi verilen ruhun aslı kâinattaki kanunlara dayanmaktadır. Yani ruh, Cenâb-ı Hakk’ın kâinattaki kanunlarından bir kanunu idi. Yerçekimi kanunu, suyun kaldırma kanunu vesaire… Yeryüzünde, semâvatta bildiğimiz bilmediğimiz ne kadar kanun varsa onlardan bir tanesi de ruh idi. Cenâb-ı Hakk bu kanunu seçti ve seçmiş olduğu bu kanuna hayat verdi. Ve onu vücut sahibi yaptı. Ve üçüncü bir özellik olarak da şuuru verdi. Toparlayacak olursak; ruhun vazgeçilmez üç temel özelliği vardır: Birincisi, vücut sahibi olması (ki buna vücud-u harici denilir), diğeri hayat sahibi olması, bir diğeri de şuur sahibi olmasıdır. Bu üç özellik verildikten sonra ruh; Allah’ın vaz’ etmiş oluğu kanunlardan ayrılmış ve “ruh” diye bugün anlamaya çalıştığımız varlık meydana gelmiştir. Ve insan ruhu meydana gelmiş. Ruhun başlangıç safhası kısaca budur.
Meseleyi farklı bir açıdan şöyle de izah edebiliriz: Şu anda sahip olduğumuz ruhtan, Cenâb-ı Hakk, hayatı çıkarsa, şuuru alsa ve vücuttan uzaklaştırsa, bildiğimiz, evrendeki kanunlardan bir kanun olarak varlığını devam ettirecektir.
Daha farklı bir ifade ile söyleyecek olursak: Allahu Teâlâ bildiğimiz kanunlardan herhangi birisine vücud, hayat ve şuur (bilinç) verecek olsa idi, o kanun dahi anlatmaya çalıştığımız ruh vasfını kazanacaktı, yani kısaca o da ruh olacaktı.
RUH EŞİTTİR HAYAT MI?
Ruh eşittir hayat değildir. Şöyle ki: Daha önce bahsi geçtiği gibi ruhun hayatı vardır. Cenâb-ı Hakk ruha hayat vermiştir. Ama hayat eşittir ruh değildir. Yine bahsi geçtiği gibi, bitkilerin hayatı vardır, ama ruhu yoktur. Ruh sahibi değildir.
Evet, bu özet girişten sonra şöyle bir genelleme yapabiliriz. Ruhun üç tane vücudu vardır, diyebiliriz. Birincisi; ilk yaratılıştaki kendisine has, ama şeklini bilemeyeceğimiz, muhtemelen hiç bilemeyeceğimiz, belki âhirette bilebileceğimiz bir şekli var, bir vücudu var. İkinci vücudu ise; hanesi, yuvası diyebileceğimiz şu bedenimiz. Üçüncüsü ise insanın vefatından sonra Allahu Teâlâ’nın ruha giydirmiş olduğu, ruhun içine girmiş olduğu ğılaf-ı latîfî veya beden-i misalî adını verdiğimiz lâtif, zarif, ince, ama görüntü itibariyle bu bedene benzeyen lâkin ruha münasip, yapı itibariyle ruha daha çok yakışan bir bedeni daha vardır ki Allahu Teâlâ, vefat esnasında ona giydirir ve ruh kabir hayatında bu bedeniyle yaşar.
RUH NEYE BENZİYOR?
Ruhun daha çok yayılan maddelere benzediğini söyleyebiliriz. Ruhun ele alındığı İslâmî kitaplarda ruhun inbisatından bahsedilir. Ne demek inbisat? Kısaca yayılmak demektir. Ruh, yayılabilecek bir özelliğe sahiptir. Güzel kokulu bir gül düşünelim, kokusunu etrafındaki her yere dağıtıyor ve her yer onun güzel kokusuyla dolar. Teneffüs ettiğimiz havayı düşünelim, girdiği her mekânı kaplıyor. Buhar, içinde bulunduğu odayı dolduruyor; ışık, bulunduğu alana yayılıp o mekânı aydınlatıyor. Bu örneklerde olduğu gibi, ruh dahi girdiği bedenin en uzak noktasına varıncaya kadar kaplar. Ve dolayısıyla ruh bedenin her yerinde her noktasındadır. Eğer insan bedeni bugünkü halinden çok küçük veya çok büyük olmuş olsaydı da yine fark etmezdi, ruh bütün o bedeni tamamen kaplama özelliğine sahiptir.
İşte bu inbisat (yayılabilme) özelliğinden dolayı ruh, bedeni terk etmeden geçmişe ve geleceğe maddi âlemlere, manevî âlemlere, âlem-i misâle*, kabre, haşre, cennet ve cehenneme v.s. kadar gider, gidebilir. Fakat bir şartla gidebilir, o da bedeni terk etmemesidir. Çünkü ruhun bedeni terk etmesi sadece vefat esnasında olur, onun dışında ruh yayılarak o âlemlere gider, görür, konuşur, hisseder.
Özellikle sadık rüyalarda gezdiğimiz, gördüğümüz o âlemler, yine ruhun inbisatıyla neticesinde meydana gelen hadiselerdir.
Bir yanıt yazın