Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!
Kurban, ‘tevhid’in amelî (pratik) hayata akseden kuvvetli bir tezahürü. “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!” mealindeki hitap hem tevhidi, hem ibadeti hem de tevhid ve ibadetin ön şartı olan fedakârlığı ders vermekte.
Kulun, Rabbi için, Rabbinin emriyle Rabbinin verdiği mülkten bir kısmını kurban yoluyla feda etmesi, onu Maksûd’una, Matlûb’una, Ma’bûd’una ulaştıracak kapının aralanmasına vesile olacaktır. Aralanmasına diyorum, zira kapı zaten ‘iman’ ve ‘duâ’ ile çalınmış ve ‘namaz’ ile açılmıştır. Kurban, ‘kapı’nın kapanmamasını dilemektir… Kurban, açılan ‘kapı’dan girecek rûhî olgunluğa erişmek arzusunun ifadesi ve o arzudaki samimiyetinin göstergesidir…
Kurban, zerreden güneşe, sinek kanadından göklerdeki galaksilere kadar her şeyin kilidi ve anahtarı elinde olan Hakk Teâlâ’ya muhabbeti ve itaati artıran ‘mariefetullah’ı kazanma yolunda en mühim engel olan kalbî nizaları, ikilemleri ve ruhi paradoks lekelerini temizleyen mukaddes bir ‘nezafet’ hamlesidir…
Kurban, dünyanın ve içindekilerin faniliğine ve ölümlü oluşuna inanmakta en dehşetli ve şiddetli direnci, inadı, ısrarı sergileyen insanın, inanmak istemediği, adı gibi bildiği hâlde hep sümenaltı yaptığı hakikatlerin altına, üzerinde fenâ damgası vurulu hayvanların kanıyla attığı imza, bastığı mühürdür…
Kurban, ilk bakışta, kan, acı, ölüm, gözyaşı, kesme, biçme, doğrama gibi tahribi, yıkmayı, acıyı hatırlatan bir fiil gibi görünse de hakikatte şefkat, yardımlaşma, temizlenme, insan hayatının devamına destek olma gibi tamire, imara, bir şeyler inşa etmeye sevk eden benzersiz bir ibadettir…
Fert olarak da toplum olarak da ‘kurban’ın vesile olduğu/olacağı hayırlara, güzelliklere, meyvelere en az ekmek kadar, su kadar muhtacız. Asıl bizim için ‘hakiki bayram günü’ kendisi için kurban kestiğimiz Rabbimize her cihetten ve her sahada ve dahi tam bir ihlâs, sadakat ve sebatla yöneldiğimiz gün olacaktır. Ufukta o günün pırıltılarını hep görür olduk; lâkin, hasretimiz, hicranımız samimiyetsiz olsa gerek ki o gün hâlâ doğmadı semamızda…
KURBANIN HÜKMÜ
Kurban, muayyen bir vakitte (Zilhicce ayının 10. günü), muayyen bir hayvanı (deve, koyun, keçi vb.) ibadet maksadı ile usulüne uygun olarak kesmedir. Sözlükte ise yaklaşmak anlamına gelen kurban, Allah’a yaklaşmayı, Allah yolunda malların feda edebileceğini, Allah’a teslimiyeti ve şükrü ifade eder. Kurban, Allah’a yaklaşmak maksadıyla ve yalnız O’nun (Allah’ın) rızâsını kazanmak için kesilir. Allah’tan başkası adına hayvan kesmek haramdır ve bu yola tevessül edenleri Hz. Peygamber (asm) bir hadîs-i şerifte: “Allah’tan başkası nâmına hayvan kesene Allah lânet etsin!” (Müslim, Edâhî, 43-45) şeklindeki ifadeleriyle uyarmıştır.
Kurban hicretin ikinci yılı emredilmiştir. Kurban kesmenin meşruiyeti Kitap, Sünnet ve İcmâ-ı Ümmet ile sabittir. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de; “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!” (Kevser, 108/2) diye kurbanı bizlere bildirmiştir. Hz. Peygamber (asm)’ın da; “İmkânı olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın” (İbn-i Mâce, Edâhı, 2) şeklindeki ifadeleri kurbanın önemini ortaya koymaktadır. Bu ve benzeri naslardan hareket eden Hanefi fukahâsı kurban kesmenin vâcip olduğu görüşündedirler.
KURBAN NASIL KESİLİR?
Kurban kesecek kimsenin: Müslüman, hür ve yolculuk halinde bulunmayıp mukim olması, nisap miktarı mala sahip olması gerekir. Kurbanı, kişinin kendisinin kesmesi menduptur. Fakat kendisi kesemiyorsa bir Müslüman’a kestirmelidir. Kurban kesmek için bıçak önceden bilenip hazırlanır ve hayvanın göremeyeceği bir yere konulur. Sonra hayvan ayakları ve yüzü kıbleye gelecek şekilde sol tarafına yatırılır. Hayvanın sağ arka ayağı serbest kalmak şartıyla diğer ayakları bağlanır. Bundan sonra tekbir ve tehlil getirilir. Arkasından “Bismillâhi Allâhü Ekber” denilerek, hayvanın boynuna bıçak vurulur. Nefes ve yemek boruları ile şahdamarı denilen iki ana damarı kesilir. Hayvan soğumaya bırakılır, kanının akması beklenir ve kan aktıktan sonra derisi yüzülür.
KURBAN ETİ VE DERİSİ
Kurbanın eti konusunda en faziletli tutum üçte birini tasadduk, üçte birini dostlara ikram, üçte birini de evde alıkoymaktır. (Kâsânî, a.g.e., V, 81; el-Fetâva’l-Hindiyye, V, 300) Eğer kurban kesenin bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sayısı fazla ve maddi durumu da orta halli ise, kurban etinin tamamını onların yemesi için alıkoymalıdır. Kurban derisini ise kişinin kendisinin kullanması câiz değildir. Fakat deriyi başka bir şeyle değiştirip bir fakire sadaka olarak verebilir veya “İslâm’a hakiki manada hizmet eden kişi ve müesseselere de verilebilir.
BAYRAMDA NİÇİN “ALLAHÜ EKBER” DERİZ?
“O hâlde sayılı günlerde (teşrik günlerinde) Allah’ı (tekbirlerle) zikredin!”[1] Küçükken rahmetlik dedem kurban bayramı yaklaşınca: “Oğlum Kurban Bayramından bir gün önce Arafe Günü sabah namazından başlayıp, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar 23 vakit farz namazlarda selamdan sonra bir defa teşrik tekbiri getir” derdi.
Kibr, büyüklenmek, Yaşça büyük olmak, yaşlanmak, , şerefli olmak, işin zor ve ağır olması anlamındadır. “K-b-r” kökünden türeyen “tekbir” kavramı ıstılahta “Allahu Ekber (Allah en büyüktür) diyerek Allah’ı azamet ve kibriya ile anmak” demektir. “Ekber” ise ism-i tafdîl sigasındadır. İsm-i tafdil Cenab-ı Hakk’ın sıfatları için kullanıldığında hiçbir cihetle ondan daha büyük olmadığından en çok (mutlak) büyüklüğü ifade eder. Allahü Ekber cümlesi, Allah’ı tazim ve yüceltmede en belirgin ifadedir.
Tekbir kavramı Kur’ân-ı Kerîm de dört yerde geçmektedir. Müddessir Suresi 3. ayette “Hem Rabbini, artık (bütün âleme tekbir ile) büyükle!” Ve “Hamd O Allah’a mahsustur ki, çocuk edinmemiştir; hem mülkte kendisine hiçbir ortak olmamıştır; acizlikten (münezzeh olduğundan) dolayı onun için hiçbir yardımcı da olmamıştır. Artık onu tekbir getirerek yücelt!” İsra 111. ayette geçen “kebbir” emri Allah’ı tazim et, eşi, çocuğu ve ortağı olmaktan menetmek demektir. Allahü Teâlâ “tekbir” emri ile bütün bunların reddedilmesini emretmektedir.
KURBAN” ADANMIŞLIKTIR
Mina tepesinde odun toplamaktı teslimiyetin ismi… Henüz muhâkeme yeteneği gelişen bir çocuğun yaşlarındaydı Hz. İsmail. Yıllar öncesinden ıssız bir çöle inmeleriyle birlikte teslimiyet sınavına tutulmuşlardı ailece. Bekkey’di orası, Beyt-i Mamur’un dünyadaki uzantısı Mekke’ydi… Mekkake kökünden alınmış bir kelime; kemiğin ortasındaki ilik demekti. Mekke kâinatın iliği gibiydi, her şeyin özüydü insanın özünü bulduğu yerdi, mânâsı bile iliğinden koparmaktı benliği. İşte Allah (cc) da en özlü kullarıyla Mekke’yi inşa ediyordu. Arş-ı âlâdaki tavaf onun rububiyyetini tam olarak ilan etmeye yetmiyordu. Mekke önce Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’in Hz. Hacer’in yüreklerinde inşa ediliyordu… Onların teslimiyetine bina edilen mukaddes ilan olan “Hacc” Ebu Kubeys dağından muhâtaplarına lebbeyk dedirtiyordu. Lebbeyk ki en muazzam davete icabetti.. İlk Hacer annemizin ve İsmail’ini çağıran sesti o. Issız bir çöl, sâhiplerini davet ediyordu sessizce.. Kimse itibar etmezdi böyle bir yere, fakat tüm hazinelerin hazinedarıydı, Mekke’nin, Bekke’nin, kâinatın merkezi ilk yaratılan beldenin sâhibi Allah (cc) dı onları davet eden. Kurban ister güzel şeyler, değil mi? Değerli olanı vermedikçe kurban kurban olur muydu? İbrahim (as) ki en değerlisini, canını mancınıkla ateşe götürürken gözünü kırpmamıştı. Neden bu kadar zor olmuştu İsmail’ini götürmek… Rüyaları farklı te’vil etmek… İsmail ki onun seksen senelik duâsıydı… Lâkin emir kılıçtan keskindi. Rüya üç gün üst üste görülmüştü… Rahmânîydi. Zâten adamamış mıydı daha doğmadan o İsmail’ini Rabbine… Fakat bu kadar zor muydu? Candan öteler de varmış insan için asıl onları kurban etmek zordu. Artık vakti gelmişti odun toplamanın… Hz. İbrahim, Rabbinin Âdem babamıza rahmet ettiği dağa doğru, Mina’ya doğru yürümeye başlamıştı… Elinin içinde Hz. İsmail’in küçük avuçları… Değil mi ki Rabbi Rahim’di, Kerim’di, bir hikmeti vardı bu işlerin. En sevgili olan için, sevgilinin feda edilmesini istiyordu. Yoksa onun en sevgili olduğu nasıl bilinecekti, idrak edilecekti. Şeytan görevinin başında bir Hz. İbrahim’e bir Hz. Hacer bir de Hz. İsmail’e sokulup dururken, onlar; “Allah’ın emrine boyun eğmeli” diyorlardı… Bu cevaplar kıyâmete kadar o bölgede şeytanın kaderini tayin ediyordu… O cevaplar kıyâmete kadar o bölgede taşlanarak lanet almak demekti. Hac ibâdeti böylece teşekkül ediyordu. Her mü’min de İbrahimî bir ruh canlanır Mina’da… Ve toplanan taşlar; terk edilen, kurban edilen, her batan günle kaybolan fâniliğin muhâsebesiyle atılmıştır şeytana… Her yürek orda biraz İsmail biraz da Hacer olur. Nasıl Hz. Hacer peşinden kovalamak ister, ama tutar kendini, İsmail ise kaçmamak, bıçağın kesim anını görüp de ani bir kıpırdanmayla Rabbine karşı edepsizlik etmemek için gözlerini bağlatır. Fıtratın gerektirdiklerine bile bir direnç, bir karşı koyuş vardır burda… Rabbü’l-Âlemîn’in verdiği güçle fıtratın gereklerine bile karşı duruş; annelik şefkati, babalık şefkati… Canın hayata en sıkı tutunuşu, ölüm ânını bilmenin elemi… Râzı olmanın destanı yazılmıştı o topraklarda… Hz. İbrahim; Hz.İsmail’in boynuyla bıçak arasındaki Hz. Cebrail’i görünce, bıçak İsmail’ini kesmeyince, feda edince en sevdiğini Rabbine, onun için sevince geri vermişti İsmail’ini Rabbi ona. O en büyüktü, vâdi tekbir sesleriyle çınlıyordu, Velillahi’l-hamd diyordu İsmail (as) hamd ediyordu.. Kendinden sonra hiçbir kurbanlık insan olmayacaktı… Bu imtihanı kazanmak tüm insanların boyunlarındaki borcu kaldırıyordu… Bütün ümmet en sevdiklerini, Allah’tan çok sevmediklerini temsilen bir mübârek hayvan keseceklerdi. Bu hamd gelmiş geçmiş bütün şükürleri ihâta edecek kadar büyüktü… Yüce bir ibâdetin “Haccın” insana idrak ettirdiği mânâların hulâsasını içeriyordu. Onun için yapıyorsan amellerini, her şeyi ona kurban ediyorsun demekti… Nefis için belki de en zor olan onun için ölmek değil, onun için yaşamaktı… Her feda edilenin kurban olduğunu ve tıpkı bir kurbanlık gibi ona feda edilenin tekrar şefâatiyle iâde edileceğini bilmekti. O’nun yolunda kullanılan tüm âzâların, O’nun için geçen zamanların, sabr edilen tüm imtihanların, o mukaddes beldedeki feda edişin küçük bir timsali olduğunu idrak etmekti. Büyük âlemdeki her şeyin küçük âlemdeki yansımasını görmek… İnsanlığın kâinatında, kalbin muazzam kâbesinde, insanların yüreklerinin sığınağı emin beldesi olabilmek… Bazen İbrahim, bazen İsmail, bazen de Hacer hâline bürünmek. Kulluğa sadâkatin, zor anlarda mihenge vurulduğunu bilmek… Vefanın cefakâr dağlarına tırmanırken; yanımızda adaklarımızla, Rahmetin arştan inen tecessümüne gülümseyip “Velillahi’l-Hamd” demek. Hulâsa ben kulum, yani “adanmışım” demek…
Niçin Kurban Keseriz?
Kurban ibadetiyle bir yandan ibadet etmenin vermiş olduğu sevap ve haz alınırken, diğer yandan da toplumda bulunan ihtiyaç sahiplerine ihtiyaçlarının aktarılması neticesinde, toplum birlikteliği sağlanmasının huzuru yaşanır.
Kurban, Allah’a karşı olan yakınlığını arttırır
Kurban kelimesinin lûgat anlamı, kendisi ile Allah’a yaklaşılan şey demektir. Bu manadan da anlaşıldığı gibi kurban; Allah’a yaklaşmaya ve O’nun rızasını kazanmaya vesilesidir.
İnsan nisyandan geldiği için fıtraten unutmaya ve gaflete düşmeye çok meyillidir. Bunun için çoğu zaman Cenabı Hakk’ın kendisine verdiği malın, mülkün, evladın hakiki sahibini unutur, hakiki mal sahibi olduğunu düşünüp gurura ve kibre girebilir.
Kurban emri ise insana hakiki mal sahibinin kim olduğunu hatırlatır. Bütün o nimetlerin Rabbimiz’in birer lütfu olduğunu ve onun izni olmadan hiçbir şeyin olamayacağını hissettirir. Böylece Cenabı Hakk’a karşı gönlünde derin bir şükran duygusu oluşur. Bu hal ise onun Rabbine yakınlaşmasına ve onun rızasını kazanmaya sebep olur.
Kurban, kullar için fırsattır
“Kurbanın derisindeki her tüy sayısınca size sevap vardır. Kanının her damlası kadar mükâfat vardır. O sizin mizanımıza konacaktır. Müjdeler olsun.”(İbni Mace)
“Kurbanlarınız semiz olsun. Onlar Sıratta bineklerinizdir.” (Zâdül Mukvin)
Kurban vesilesiyle kişinin Allahu Teâlâ’ya karşı olan itaati ölçülür
Kurban; kişinin samimiyetinin bir ifadesidir. Allah, kurban kesme emriyle kullarını imtihan etmekte, onların takvalarını, ilâhî emre itaatteki titizliklerini, Allah’a yakınlık derecelerini ölçmektedir. Hacc suresi, 37. ayette bu husus şöyle belirtilir: “Onların ne sadaka edilen etleri, ne de kanları hiçbir zaman Allah’a yükselip erişmez. Fakat sizden O’na yalnız takva Allah’ın emirlerine itaat ve yasaklarından uzaklaşma titizliği ulaşır…”
Kurban ile Hz. İbrahim (as) ile Peygamber Efendimiz’in (asm) sünneti devam ettirilmiş olur
Kurban Hz. İbrahim’in sünneti olduğu gibi Peygamber Efendimiz’in de sünnetlerindendir. Nitekim sevgili Peygamberimiz (asm) vefatına kadar on yıla yakın bir süre hep kurban kesmiştir. Bu yüzden kurban ibadetini yerine getiren kişi iki peygamberin sünnetini de devam ettirmiş olmaktadır.
Ashab-ı Kiram (ra): “Ya Resulallah! Şu bayramda kesilen kurban nedir?” dediler. Peygamber Efendimiz (asm): “Babanız İbrahim’in sünnetidir” buyurdu. (Zeyd bin Erkâm) “Resulullah (asm) Medine’de on sene ikamet etti ve her sene kurban kesti.” (Tirmizî)
Kurban verilen nimetlere karşı şükürdür
“Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik.” (Hac, 36)
Kurban kişiyi cimrilikten korur
“İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz. Ama içinizden cimrilik yapanlar var. Kim cimrilik yaparsa ancak kendi zararına cimrilik yapmış olur. Allah her bakımdan sınırsız zengindir, siz ise fakirsiniz.” (Hac, 38) buyurarak bizi kendi yolunda harcamaya davet etmekte ve cimrilikten sakınmamızı emretmektedir.
Peygamberimiz de (asm) bir hadisi şerifinde cimriliğin zararını şöyle ifade etmektedir:
“Cimrilikten sakının; Çünkü cimrilik, sizden önce geçenleri helak etmiş, onları kan dökmeye ve haramı helal görmeye sevk etmiştir.” (Müslim)
ALINTIDIR
Bir yanıt yazın