Mûcize, peygamberlik dâvâsına delil olmak üzere Allah tarafından, peygamberlerin ellerinde yaratılan hârikulade hâllere denir. Onlar “Biz Rabbinizin size gönderdiği elçileriz” diye dâvâ ettiklerinde, Cenâb-ı Hakk onlar elinde bazı hârikulade şeyler meydana getirmekle âdetâ, “Evet doğru söylüyorlar. Onlar benim elçilerimdir” demektedir.
Âhirzaman nebîsi olan peygamberimiz (asm) da peygamberlik dâvâ ettiğinde pek çok defa kendisinden mûcizeler istenilmiş ve bin kadar mûcize de onun eliyle gösterilmiştir. Peygamber Efendimiz (asm)’ın Allah Resûlü olduğunun delili yalnız mûcizelerinden ibaret değildir. Pek çok cihetlerden onun dâvâsındaki hakkaniyeti anlaşılabilir. Hatta Üstad Bediüzzaman Hazretleri, onun her bir hâlinin dahi doğruluğuna delil olabileceğini söyler. Meselâ hicret esnasında düşmanları, gizlendikleri mağaranın önüne geldiklerinde, Hz. Ebû Bekir (ra) telaşlanınca “Korkma ve hüzünlenme Allah bizimle beraberdir” demesi gibi her hâli onun doğruluğuna şehâdet eder. Şimdi onun hakkaniyetini ve nihâyet derecede sâdık olduğunu güneş gibi gösteren bir kısım delilleri sıralamaya çalışacağız.
1. KUR’ÂN EN BÜYÜK MÛCİZE
Resûl-i Ekrem (asm)’ın en büyük delili, Allah’tan bizlere getirdiği beyanı mûcize olan Kur’ân’dır. Aslında o bir mûcizeler deryası gibidir. İki yüz kadar mûcizelik yönleri olduğu gibi her bir sûresi, âyeti, hatta kelime ve harfleri dahi birer mûcize sayılır. Kur’ân, pek çok âyetleriyle insanları onun benzeri gibi bir söz getirmeye davet etmiş ve aslâ getiremeyeceklerini de vurgulamıştır. En kısa bir sûresine asılsız bir kıssayla bile olsa bir benzerini getirmeye kadar davetini tekrarlamıştır. Fakat ne o günkü müşrikler, ne de sonra gelen inkârcılar bir kısa sûresinin dahi mislini getirememişlerdir. İşte Kur’ân gerek belâğat ve edebiyatında, gerek hadsiz ilimleri taşıyan manalarında ve gerekse dinlemesindeki halâvet ve tatlılığında bulunduğu seviye itibarıyla taklit edilemez yüksek bir mertebededir. Çünkü Allah’a ait bir kelâmın değil bir beşer, bütün beşeriyet toplansa elbette benzerini getiremezler. Netice olarak Kur’ ân, bütün hakîkatleriyle ve mûcizeleriyle onun en büyük ve ebedî bir mûcizesidir. Ve Allah’ın elçisi olduğunun en büyük delilidir.
2. MAHLÛKATIN EN ŞEREFLİSİ
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ ın Kur’ân’dan sonra en büyük mu’ cizesi, kendi zâtıdır. Yani sahip olduğu pek yüce ahlâkıdır ki; bütün güzel huyların ve hasletlerin tamamı onda vardır. İman, ibâdet, doğruluk, güvenilirlik, tevazu, sevgi, şefkat, cömertlik, iktisat, vakar, cesâret akıl ve zekâ hattâ sîmaca güzellik gibi bütün güzel sıfatlarda insanların en üstünü idi. Hatta herbir haslette en yüksek tabakada olduğuna, dost ve düşman ittifak ediyorlar. Hattâ şecaat kahramanı Hazret-i Ali (kv), tekraren diyordu: “Harbin dehşetlendiği vakit, biz Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın arkasına ilticâ edip sığınıyorduk.” Bunun gibi bütün güzel ahlâklarda en yüksek ve yetişilmeyecek bir derecede bulunuyordu. Elbette böyle bir zât ahlâksızların işi olan yalana ve hîleye tenezzül etmez.
3. BİN KADAR MÛCİZE
Onun elinde pek çoğu tevâtürle ve sahih rivâyetlerle bildirilen bine yakın mûcize zâhir olmuştur. Kamer Sûresi’nin ilk âyetlerinde bildirildiği gibi gökteki ay bir parmak işaretiyle ortadan ikiye yarılmış. “Attığın zaman sen atmadın. belki Allah attı” (Enfal, 17) âyetinin işaretiyle attığı bir avuç toprak Bedir ve Huneyn harplerinde her bir düşman askerinin gözüne birer avuç olarak gitmiş ve onları bozguna uğratmıştır. Ordusunun susuz kaldığı üç farklı seferde parmaklarından çeşme gibi akıttığı sularla bütün askerlerin susuzluğunu gidermiştir. Hutbe okurken dayandığı kuru bir hurma direği, onun ayrılığından yüksek sesle ağladığını Mescid-i Nebevî’de bulunan herkes işitmiş ve bu hâdise pek çok münafıkların hâlisâne iman etmelerine sebep olmuştur. Duâlarının çok defalar anında kabûlü, az bir yemekle yüzlerce kimseyi doyurması, dağların, ağaçların, taşların, hayvanların hatta cenâzelerin dile gelip peygamberliğine şehâdet etmeleri, gelecekten verdiği haberlerin doğru çıkması, hasta ve yaralıların mübârek elinin ve nefesinin temasıyla şifa bulması, çok defa suikaste maruz kaldığı hâlde her defasında olağanüstü bir tarz ile muhafaza edilmesi gibi pek çok mûcizeler göstermiştir. O kadar ki tarihçe bu zâtın (asm) yaşadığı ne kadar kat’î ise mûcizeler gösterdiği de o kadar kat’îdir.
4. İRHÂSÂT
İrhâsât denilen ve peygamber olmadan önce onda görülen harikulade haller de onun delillerindendir. Doğduğu gece vuku’ bulan, kâbedeki putların devrilmesi ve ateşperestlerin bin senedir yanan ateşlerinin o gece sönmesi gibi hâdiseler, küçüklüğünde başında bir bulutun ona gölgelik etmesi, bulunduğu yerlere bolluk ve bereket sebebi olması, altına oturmuş olduğu kuru bir ağacın yeşermesi gibi hârika haller tarihen sağlam bir surette nakledilmiştir. Hatta amcası Ebû Talib’le Şam’a yaptıkları seferde râhip Bahira onu, başında gölgelik eden buluttan ve sırtındaki peygamberlik mühründen tanımış âhir zaman peygamberi olacağını müjdelemiştir.
5. GEÇMİŞ PEYGAMBERLER VE KİTABLAR
Önceki semâvî kitap ve suhuflar ve peygamberler, ondan en ince ayrıntılarına varıncaya kadar haber vermişlerdir. İsimlerini, vasıflarını nasıl bir ahlâka sahip olacağını, hatta vücut özelliklerini mübarek gözlerindeki kırmızılığa varıncaya kadar bildirmişlerdir. Bakara Sûresi’nin 146. Âyeti’nde, “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (Hıristiyanlar ve Yahudiler) onu kendi oğullarını tanımakta oldukları gibi tanırlar” buyurulmaktadır. Bu âyetin mânâsı hakkında, Yahudi âlimlerinden iken sadece peygamber efendimizin emsalsiz güzelliğini görmekle “Bu yüzde yalan olamaz” diyerek İslâm’la ve sahâbe olmakla şereflenen Abdullah İbn-i Selâm (ra) şu îzahı yapmaktadır: “Ben Hz. Peygamber (asm)’ı gördüğüm zaman oğlumu tanıdığımdan ziyade tanımıştım. Çünkü oğlum hakkında belki anası hıyanet etmiştir diye şübhelenebilirim. Ama Resûlullah (asm) hakkında zerre kadar bile şüphem olamaz. Çünkü onun vasıfları Tevrat’ta yazılı olanların aynısı ve tamamıdır.” (İbn-i Kesîr cilt 1 sh.140) Bin sekiz yüzlü yıllarda Filistin’de yaşayan ve Üstad Bediüzzaman’ın kendisi hakkında mesleken birâderim dediği büyük İslam âlimi Hüseyin Cisrî Hazretleri, eski semâvî kitaplardan Peygamber Efendimiz (asm)’a bakan yüz on dört işareti, o kadar tahrif edilmelerine rağmen çıkarmıştır. Demek ki daha evvel çok daha fazla ve açıkça beyanlar varmış.
6. ÂRİFLER, KÂHİNLER VE HÂTİFLER
Kendisinden evvel onun dünyayı şereflendireceğini haber verenler yalnız kitaplar ve peygamberlerden ibaret değildir. Ârif-i billâh denilen ve putlara tapmayan bir kısım kâmil insanlar da geleceğine yakın onu müjdeleyen haberler vermişlerdir. Şık ve Satıh gibi bir kısım meşhur kâhinler de onun geleceğini ihbar edenler arasındadır. Hatta yalnız sesi duyulup kendileri görülmeyen ‘hâtif’ denilen cinnîlerin bağırarak verdiği haberler de tarihlere geçmiştir. Ayrıca eski dönemlerden kalma bazı taşlarda onun isim ve sıfatlarının yazılı olduğu görülmüştür. Demek ki o Zât (asm) tarih boyunca yolu gözlenmiş mübarek, yüce bir zâttır.
7. İNSANLARDA YAPTIĞI BENZERSİZ İNKILÂP
Peygamber Efendimiz’in, peygamberlik vazifesini îfâ etmek ve İslâm dînini te’sis etmek ve Hakk’ı tebliğ etmek için gösterdiği olağanüstü gayret ve dirâyeti, metâneti ve asla yılmaması, sabır ve kahramanlığı, ancak arkasında Allah’ın kudret ve inâyeti bulunan bir zâtta görülebilecek fevkalade bir mertebededir. Çünkü meydana çıktığında bütün kavim ve kabilesi hatta amcası dahi ona düşman iken yirmi üç sene gibi kısa bir zamanda cahiliye devrinin bütün kirlerini temizlemiş bütün Arap yarımadasını iman ve Kur’ân’ın nurları ile doldurarak o asır hakikaten bir asr-ı saadet olmuştur. O devrin, kendi kızlarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşîleşmiş, câhil, kaba ve âdetlerine son derece mutaassıp insanlarından bütün o vahşî, kötü âdet ve ahlâklarını temizlemiş ve yerlerine en güzel ahlâkları, damarlarına işleyecek bir şekilde sâbit olarak yerleştirmiştir. Çok kısa bir zamanda o câhiliye toplumunu öyle bir terbiyeden geçirmiştir ki daha yüz sene geçmeden batıda Fransa içlerine, doğuda Çin’e kadar ilerleyerek gittikleri yerlere îman ve Kur’ân nurlarını neşretmişler ve o zamanın medenî milletlerine hocalık ve idârecilik yapmışlar, onlara gerçek insanlık ve medeniyeti öğretmişlerdir. Bu küllî ve muhteşem inkılâbın tarihte başka bir emsaline rastlamak mümkün değildir.
8. FEVKALÂDE İBÂDET VE TAKVASI
Peygamber Efendimiz (asm)’ın geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmış olduğu hâlde şahsî takvâ ve ibâdetlerinde gösterdiği gayret de hârikuladedir. Dîninde bulunan bütün ibâdetlerin bütün çeşitlerinde en ileride idi. “Neden kendinizi bu kadar yoruyorsunuz” denildiğinde, “Ben Rabbim’e çokça şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurmuştu. Allah’ın yasak ettiği şeylerden herkesten ziyade ictinâb etmiş ve “İçinizde Allah’tan en çok korkanınız benim” demiştir. Üstelik fevkalâde daimî harbler ve mücâdeleler içinde, tam tamına ibâdetlerin en ince sırlarına kadar riâyet etmesi, hatta harb devam ederken dahi namazı cemaatle kılması, elbette dâvâsına herkesten çok kendisinin iman ettiğini gâyet açık bir şekilde gösterir.
Bir yanıt yazın