Allah doğru yol [sırat-ı müstakim] üzerindedir
Ve bu genelde apaçıktır, gizli değildir
Büyükte ve küçükte, bilende ve bilmeyende
Allah’ın ayn’ı zahirdir
Bunun içindir ki, Allah’ın rahmeti
İster hakîr ister yüce olsunlar her şeyi içine aldı.
SALİH KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ FÜTUHİYYE
Yürüyen binekler O’nun ayetlerindendir
Yolların çeşitliliğinden dolayı böyledir bu
Bu bineklerle kimisi doğru yolu izlerken
Kimisi de ıssız çöllerde gezinip dururlar
Dosdoğru gidenler, ayn ehlidir (ayn bilgisine sahip olanlardır)
Gezinip duranlar ise, uzaklaşanlardır.
Ve her ikisine de O’ndan gelen
O’nun gayblarının açılması herbir yönden gelir.
Bil ki –Allah seni başarıya erdirsin– iş (yani, varetme işi), tek’lik [ferdiyyet] üzerine
dayanır; ve bundandır ki, üçleme [teslis] vardır, çünkü üç, tek olanların [efrad] (yani,
tek sayıların) ilkidir. Ve alem, (üçlemeyi içeren teklikten ibaret bulunan) bu ilahi hazretten
var olmuştur. Allahu Teala şöyle buyurdu: “Biz bir şeyi dilediğimizde ‘Ol!’ deriz,
olur” [Nahl Suresi, 16/40]. Burada Zat, İrade ve Söz vardır. Eğer bu Zat olmasaydı ve
O’nun bir şeyin tekvinine yönelmesi olan İrade olmasaydı ve bu yönelişe eşlik eden
“Ol!” Söz’ü olmasaydı, o şey olmazdı.
ŞUAYB KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ KALBİYYE
Bil ki, kalb –yani, Allah’ı arif olanın (yani, İnsan-ı Kâmil’in) kalbi– (katıksız rahmetten verilen ilahi bir bağış olduğundan) ilahi rahmettendir ve ilahi rahmetten daha geniştir. Çünkü böylesi bir kalp kendi içerisine Hakk’ı sığdırır. Hakk’ın rahmeti ise –genel anlayışa göre– Hakk’ı kapsayamaz. Ve bu anlayışa göre Hak rahmet edendir, rahmet olunan değil. Böyle olunca, O’na rahmet olunması sözkonusu değildir. Ariflerin (Hakk’ın, cem-i ahadiyet makamında rahmet eden ve kesret ve tafsil makamında rahmet olunan olduğu ve dolayısıyla Hakk’ın rahmetinin Hakk’ı kapsadığı yönündeki) anlayışı ise; Allahu Teala’nın, Nefsini –(soluk vermek ve rahatlamak anlamındaki) “tenfis” sözcüğünden gelen– “Nefes”le nitelendirmiş olmasına dayanır.
Ve İlahi İsimler, adlandırılanın ta kendisi olup, bu da Hak’tan başkası değildir. Ve İsimler, kendi hakikatlarının verdiği şeyi talep ederler ki, bu da alemden başkası değildir. Böyle olunca uluhiyet ilah-kılan [me’luh] ister; rububiyet de rab-kılan [merbub] ister — başka türlü (yani, ilah-kılan ve rab-kılan olmaksızın), bunların (yani, uluhiyet ve rububiyetin) ayn olmaklıkları sözkonusu olmayıp, varlık ve takdir yönünden var olmaları ilah-kılan ve rab-kılan sayesindedir. Ve Hak, zatı yönünden alemlerden gani iken, bu durum rububiyet için sözkonusu değildir. İmdi iş, rububiyetin alemi talep etmesiyle, Zat’ın alemlerden gani olması arasında kalmış gibi gözükse de, rububiyet hakikati ve nitelenişinde [ittisaf], bu Zat’ın ta kendisidir, başka değil. [Devamını oku…]
- « Önceki Sayfa
- 1
- …
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- …
- 21
- Sonraki Sayfa »