Demek akıl ve fikrin tam nûrlanması ve istikameti yakalaması manevî kalp ile olmaktadır. Yoksa beynimizin kıvrımları ve nöronları arasından ilim ve basîret ortaya çıkmaz. Kalp, vahye ve ilhama mazhar olduğundan, insanlık içinde gerçek münevverler ve insanlığın nurlu önderleri, başta peygamberler ve onların arkasından giden asfiyâ ve evliyâ olmuştur.
İnsanlık tarihi boyunca her toplumda bir kısım insanlar kendilerine münevver, yani aydın ismini vererek hem kendilerini hem de toplumu aydınlattıkları iddiasında bulunmuşlardır. Hâlbuki bazı aydınların(!) kendilerini ve toplumu karanlık derelerde perişan ettiklerini ve hem dünya, hem de ahiret saadetlerini mahvettiklerini görmekteyiz.
Bediüzzaman Hazretleri Lemaat’ta, aklın nûru kalpten gelir diyerek, kalpteki ziya olmadan münevverin fikir nûru olamayacağını şöyle ifade etmektedir: [Devamını oku…]
İSLÂM İLİMLERİ
TEFSİR İLMİ
Tefsir ilmi; “Beşerin takatı derecesinde, Allah’ın muradına delâleti yönünden, Kur’ân-ı Kerîm’den bahseden ilimdir” diye tarif edilir. Ayrıca “Kur’ân’ı Kerîm’in mânâlarını keşif ve onda olan müşkil ve garip lafızlardan, kastedilen şeyi beyandır.” diye de tarif edilmiştir.
Kur’ânı ilk tefsir eden Peygamberimiz (asm)’dır. O Allah’tan aldığını tebliğ etmekle mükellef olduğu gibi kitabı “beyan” (açıklama) ile de mükellefti. Peygamberimizden sonra başta “Tercümanü’l-Kur’ân” lakabıyla meşhur olan İbni Abbas ve diğer sahabelerin tefsirleri gelir. Onlardan sonra da tabiinin tefsiri gelir. Sonraki dönemlerde de pek çok âlim tefsir ilmiyle meşgul olmuş ve çeşitli tefsir kitapları telif edilmiştir. Oldukça muhtasar –Celaleyn tefsiri gibi- tefsirler olduğu gibi, 100 cilt civarında –İbni Nakib El-Makdisi’nin tefsiri gibi- hacimli tefsirlerde vardır. [Devamını oku…]
Musibetin mâhiyeti
وَاتَّقُواْ فِتْنَةً لاَّ تُصِيبَنَّ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنكُمْ خَآصَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Hem öyle bir fitneden sakının ki (geldiği zaman) içinizden sâdece zulmedenlere dokunmaz (umuma gelir)! Ve bilin ki şübhesiz Allah, azâbı pek şiddetli olandır.” لو أن عبادي أطاعوني لأسقيتهم المطر بالليل ، وأطلعت عليهم الشمس بالنهار ، ولم أسمعهم صوت الرعد
“Kullarım Bana hakkıyla ibâdet etseler, gündüz rahatsız olmasınlar diye, yağmuru gece yağdırırdım. Güneşi gündüz doğdururdum. Gök gürlemesini de onlara duyurmazdım.” Bu âyet-i kerîme ve hadis-i kudsî ile ifâde edilen şu ki musibet çoğunluğun yaptığı hatanın neticesidir. Musibete mâruz kalan insanlar ise, üç sınıfa ayrılır. 1.Takva sâhibi sâlihler ve çocuklar gibi mâsum olanlardır. İmtihan gereği, deprem gibi, umuma gelen musibet onlara da zarar verir. Fakat sonsuz merhamet ve şefkat sâhibi olan Cenâb-ı Hak, bu kimselerden vefat edenlere şehid sevabını, mallarından zâyi’ olanlarına sadaka olarak âhiret sevabını, sıkıntı çekenlere ise o nisbette ecir ve mükâfat vererek o zararlarını telâfi eder. O musibet onlar için bu cihette rahmet olur. Hatta en makbul bir ibâdet hükmüne geçer. Zîra Bedîüzzaman Hazretleri’nin de izah ettiği gibi ibâdet iki kısımdır. [Devamını oku…]
- « Önceki Sayfa
- 1
- …
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- …
- 337
- Sonraki Sayfa »