Peygamberimiz (asm) amellerin niyetlere göre olduğunu buyurmuştur.[1] Niyet meselesini ise Bediüzzaman Hazretleri şu şekilde izah etmiştir: “Bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet, niyet öyle bir hasiyete (özelliğe) maliktir ki, âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acib bir iksir ve bir mayedir.
Keza niyet, ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur. Ve keza niyette öyle bir hâsiyet (özellik) vardır ki; seyyiatı (günahları) hasenata (ibadete) ve hasenatı seyyiata tahvil eder (dönüştürür). Demek niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır. Öyle ise necat, halas ancak ihlas iledir. İşte bu hâsiyete binaendir ki; az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki; az bir ömürde, Cennet bütün lezaiz (lezzetleri) ve mehasiniyle (güzellikleri) kazanılır. Ve niyet ile insan, daimî bir şâkir (şükredici) olur, şükür sevabını kazanır.”[2]
Bu hakikati açıklayacak bir örnek; bir çocuk normal şartlarda anaokulundan tut, ta üniversiteyi bitirinceye kadar yaklaşık yirmi sene ömrünü veriyor. Ortalama sene de 5000 ₺ harcamış olsa, yirmi senede 100.000 ₺ masraf etmiş oluyor. Okula gidip gelirken, ders çalışırken birçok sıkıntı ve meşakkat yaşıyor. Eğer bu arkadaş, bütün bu çalışmaları yaparken “Rahat bir hayat yaşayayım, bir ekmek sahibi olayım” diye niyet ederse, ahiret ve rıza-yı İlahiyi hiç nazara almazsa, bu hayatı yaşadıktan sonra, eğer muvaffak olursa, belki dünyevî bir servete sahip olur, rahat bir hayat yaşar. Hatta bir ekmeği kazanmak için, bu kadar ömrü ve masrafı harcamak yerine, o parayı biriktirse ve gidip bir iş yerinde çalışsa belki de daha çok kazanır.
Bununla beraber yine ölüm gelir, o kişinin hayatı sona erer. Bütün dünyası da başına yıkılır. Ahiretini kazanmadığı gibi dünyasını da kaybeder. Ancak o kişi, dünya için işlediği günahları, cehennemin yakıtı olmak üzere beraberinde götürür. Eğer aynı kişi ahiret ve rıza-yı İlahiyi asıl maksat yaparsa, farz ibadetlerini yapıp büyük günahlarını terk ederek o 20 seneyi yaşarsa, yine muvaffak olduğu takdirde, dünya rahatına kavuşup bir ekmeği kazandığı gibi, yaptığı bütün harcamalar sadaka olur, okumak için çektiği bütün sıkıntılar ibadet olur, yaşadığı ömrün her bir dakikası ve saati ahirette saadet çiçeklerinin açılması için tohum hükmüne geçer. Rabbinin rızasını, ahireti, ebedi bir gençliği, sonsuz bir saadeti kazandığı gibi, dünyasını da kazanmış olur. Eğer ölüm gelip çatarsa, önceki adam gibi, dünyasını ebedi olarak kaybetmiş olmaz. Belki Cenab-ı Hakk, onun dünyasını da cennet suretinde ahirette daimi olarak kendisine ihsan eder.
İşte görüldüğü gibi niyet, aynı meseleyi ne kadar farklı bir hale getirmektedir. Yalnız dünya hayatını niyet eden, ahiretle birlikte onu da kaybettiği gibi, Allah rızasını ve ahiret hayatını niyet eden, ahiretle birlikte dünyasını da kazanmış olur. İşte niyet, böylece yaptıklarımızın mahiyetini değiştirmektedir. Her yaptığımız ve söylediğimiz buna göre kıyas edilebilir. Buna binaendir ki Peygamber Efendimiz (asm), “Kişinin niyeti amelinden daha hayırlıdır”[3] buyurmuştur.
Bediüzzaman Hazretleri de niyetin ne kadar önemli olduğunu şu manada ifade eder: Hem takva denilen günahlardan sakınmanın içinde salih amel vardır. Çünki bir günahı terk etmek farzdır. Bu zamanda her tarafta günahlar yayıldığından, sokağa çıkan kişi, bir dakikada harama bakmak gibi yüz günah işleyebilir. Eğer günah işlememek niyetiyle o yüz günahı terk ederse, yüz farz ibadeti yapmış olur. Günahtan sakınmak için değil de, başka sebeplerden dolayı o günahları terk eden kişi bu sevabı kazanamaz.[4]
Peygamberimiz (asm): “Size bir hadis (söz) söyleyeceğim, onu hafızanızda tutunuz: Dünya, ancak dört kişinindir:
- Allah’ın mal ve ilim verdiği kul ki, malında ve ilminde Allah’dan korkar, o mal ile hısım ve akrabasına yardım ederek sıla-i rahim yapar ve Cenab-ı Hakk’ın, (zekat ve sadaka gibi) ondaki hakkını ihmal etmez. İşte kendisine verilen mal ve ilmi bu şekilde kullanması, o kişi için en üstün bir derecedir.
- Allah’ın ilim verip mal vermediği kul ki, kendisi halis niyetlidir ve “Benim de malım olsaydı, falanın yaptığı gibi o mal ile iyilik yapardım!” diye niyet eder. Bu iki kişinin de sevabı eşittir.
- Allah’ın mal verip ilim vermediği kul ki, malını, bilinçsizce (haram yolda) harcar. Malı hakkında Allah’dan korkmaz, malıyla hısım akrabasını kayırmaz ve Cenab-ı Hakk’ın ondaki hakkını (zekat ve sadakayı) ihmal eder. İşte kendisine verilen malı bu şekilde kullanması, o kişi için en kötü derecededir.
- Allah’ın mal da ilim de vermediği kul ki, bu kimse, “Benim de malım olsaydı bu mal ile falanın (haram yolda malını harcayanın) harcadığı gibi harcardım” diye niyet eder. Her ikisinin de (malıyla günah işleyenin de, onun gibi olmak isteyenin de) günahı birdir”[5] buyurmuştur. Niyet günahları sevaba, sevabları da günahlara böylece çevirmiş olur.
Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi; “Evet, velayetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus lillah için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde ciddî, samimî tesanüdün (dayanışmanın) çok kerametleri olabilir. Hatta şöyle bir cemaatin şahs-ı manevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inayata mazhar olur.”[6]
Cenab-ı Hakk, bizleri niyeti halis olan kullarından eylesin. Âmin.
[1] İmam Nevevî, El Ezkar, s.6, Çağrı yayınları
[2] Mesnevi-i Nuriye, Katre
[3] Beyhakî, Şuabü’l-İman, Beyrut, 1990, v. 343
[4] Kastamonu Lahikası, s. 193
[5] Tirmizi, c. 4, s. 562, hadis no: 2325
[6] 28. Mektub, 7. Risale, 7. Mesele
Bir yanıt yazın