Necran Papazları, bozuk ve zehirli bir anlayışın ibretlik örneğidir. Sağlıklı bir toplum inşası için özellikle altı çizilmesi gereken dersler ihtiva eden bu kıssayı bir kez daha burada değerlendirmek istiyorum.
Necran, Mekke ile Yemen arasında, Hicaz beldelerinin en güzeli ve en hoşudur. Peygamberimiz (asm), her kabile gibi Necranlıları da İslâm’a davet etmiş ve Necran Piskoposuna bir mektup göndermiş. Piskopos, durumu halkının ileri gelenleriyle görüşmüş ve neticede Necranlılar hicretin 10. yılında Medine’ye bir heyet göndermişler.
Necran heyetinden olan Ebû Hârise ve kardeşi Kürz’ün başından seyahat esnasında şöyle bir hâdise geçmiş: Bineğinin ayakları birbirine dolaşan ve yüz üstü yere düşen Kürz, “Yüzünün üzerine düşsün, helâk olsun!” diye Resûlullah’a (asm) bedduâ etmiş. Ebû Hârise: “Sen düş! Sen helâk ol!” deyince Kürz: “Ey kardeşim sen bunu bana niçin söyledin?” diye kızgınlıkla sormuş. Ebû Hârise: “Vallahi o bizim bekleyip durduğumuz paygamberdir” demiş. Bu cevap üzerine iyice şaşıran Kürz, “Peki, sen, bunu biliyorsun da Ona tâbi olmaktan seni alıkoyan nedir?” demiş. Ebû Hârise’nin cevabı şu olmuş: “Eğer, dediğini yapacak olursam, şu kavim bize yaptığı hizmeti, itibarı, hürmeti bir daha yapmaz! Bizden yüz çevirir ve aksini yaparlar. Bizde gördüğün herşeyi elimizden çekip geri alırlar!”
Medine’de bizzat Resûlullah ile görüşen ve Âl-i İmrân Sûresinin ilk 64 âyeti haklarında nâzil olan Necranlılar, burada da İslâm’ı reddetmişler, Peygamberimizin lânetleşme davetini başta kabûl etmişler ancak daha sonra peygamberlik sıfatlarını daha iyi anladıklarından buna da yanaşmamışlar. Neticede Resûlullah’ın takdir edeceği bir anlaşmayı imzalayarak Necran’a dönmeye râzı olmuşlar.
Necran Papazları’nın hâlinden pekçok dersler çıkarmak mümkün. Ancak birçoğu daha sonra Müslüman olan bu şahıslardan alınacak birinci ders; ‘Gerçeği bildiği hâlde ona inanmamak’ yahut ‘hakikati ketmetmek/ saklamak’ gibi sıfatların nasıl bir rûh hâliyle ortaya çıktığını anlamak olmalı kanaatindeyim. Meseleyi biraz daha açalım…
Necran Papazları, Peygamberimizin Allah’ın Resûlü olduğunu biliyorlar mıydı?.. Evet!..
Onun sıfatlarını, hem okudukları kitaplarında hem de Medine’de bizzat görüp itiraf etmemişler miyidi?.. Evet!..
Peki bunlara rağmen niçin îman etmemişlerdi?.. Cevabı Ebû Haris’ten alalım..
“Eğer, îman edecek olursam, şu kavim bize yaptığı hizmeti, itibarı, hürmeti bir daha yapmaz! Bizden yüz çevirir ve aksini yaparlar. Bizde gördüğün herşeyi elimizden çekip geri alırlar!”
İşte aradığımız ‘sır’ Ebû Hârise’nin bu cevabında. Şugüne geldik, bu cevap hiç eskimedi. Gerçeği bildikleri hâlde gizleyenlerin, hakikatin farkında oldukları hâlde yalanlayıp halkını aldatanların boyunlarında da bu cevabın asılı olduğundan hiç şüpheniz olmasın.
Bir yanıt yazın