Hz. Enes (ra)’dan rivâyet ediliyor: “Resûl-i Ekrem (asm) ile beraber namaz kılan Ensar’dan bir genç vardı. Çirkin işlerden hiçbirini bırakmadan işliyordu. Onun o durumu Resulullah’a anlatıldı. Resûl-i Ekrem: ‘Onun namazı ona o çirkin işleri terk ettirecektir’ diye buyurdu. Gerçekten aradan zaman geçmeden o genç tevbe edip halini düzeltti.”
Öyle ise akşama girdiğinizde ve sabaha girdiğinizde Allah’ı tesbih edin. (akşam, yatsı ve sabah namazlarını kılın). Göklerde ve yerde hamd ona mahsustur. Akşama doğru ve öğlene girdiğiniz zaman da (Allah’ı tesbih edin. İkindi ve öğle namazını kılın).”1
Kur’ân-ı Azimüşşan’da îmandan sonra en büyük hakikat namazdır. Nasıl ki insan şu büyük âlemin küçültülmüş bir örneğidir. Fâtiha-yı şerîfe Kur’ân-ı Azimüşşan’ın nurlu bir misâlidir. Öyle de namaz, başta îmanın ve İslâm’ın esasları olmak üzere bütün varlıkların her çeşit ibâdetlerini içinde toplayan nûrânî bir fihristtir.
Evet, namazda îmanın altı şartı vardır; çünkü Allah’ın var ve bir olduğuna inandığımız için namazla ona ibâdet ediyoruz. Namazda meleklere îman da vardır; çünkü bitirirken sağ ve solumuzdaki meleklere selam veriyoruz. Namazda kitaplara îman da vardır; çünkü Kitâbullah olan Kur’ân’ı okuyarak namaz kılıyoruz. Namazda aynı zamanda peygamberlere îman da vardır; çünkü Allah’ın varlığına ve birliğine ve Hz. Muhammed (asm)’ın da onun elçisi olduğuna ‘Ettahiyyatü’ okurken şahitlik ediyoruz. Namazda öldükten sonra dirilmeye îman da vardır; çünkü namazda okuduğumuz ‘Fâtiha Sûresi’nde ve ‘Rabbenâ âtina’ duâsında âhiret nîmetlerini istiyoruz. Namazda kadere îman da vardır; çünkü kadere ve hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine dair birçok âyet-i kerîme vardır ve bunları da zaman zaman namazda okuyoruz.
NAMAZDA BÜTÜN İBÂDETLER VARDIR
Aynı zamanda namazda İslâmiyet’in beş şartı da vardır. İlk olarak; zaten namaz kılıyoruz. Sonra namazda bir nevi oruç tutmuş oluyoruz. Çünkü namazda bir şey yiyenin namazı bozulur. Hem vaktimizin bir kısmını da ömrün zekâtı olarak namaz için harcıyoruz. Kâbe’ye yöneldiğimiz için hayalen de olsa bir nevî hac yapmış oluyoruz. Tahiyyatı okurken de kelime-i şehâdet getiriyoruz. Demek, namaz İslâmiyet’in beş şartını da böylece içinde topluyor.
Bütün varlıkların ibâdetlerini içinde toplamasını şöyle ifade edebiliriz: Namaz kılan “Allâhu Ekber” diyerek huzur-ı ilâhiye girip, kıyamda, ayakta durmak ile devamlı olarak kıyam halinde namaz kılan bütün melâike ve ruhânilerin ve dimdik ayakta duran ağaçlar vb. varlıkların yaptıkları ibâdetleri temsil eder. Eğilip rükûa gitmek ile devamlı olarak rükû hâlinde Allah’a kulluk eden melâike ve ruhânilerin ibâdetlerini ifade ettiği gibi rükû hâlindeki bütün dört ayaklı hayvanlar vb. mahlukların da ibâdet ve tesbihlerini ifade ediyor. Mahviyeti ifade eden secdeye gitmek ise devamlı olarak secde halinde Allah’a ibâdet eden ve Allah’ı tesbih eden melâike ve ruhânîlerin ve devamlı olarak secdede bulunan sürüngenlerin vb. mahlûkatın ibâdet ve tesbihatını ifade ediyor. Secdeden kalkıp oturmak ise devamlı olarak oturarak bu tarzda Allah’a ibâdet ve O’na tesbih eden melâike ve ruhanîlerin ve oturur gibi görünen taşların, dağların vb. mahlûkatın ibâdet ve tesbihatını da yapmış oluyor.
Demek namaz itikadî ve amelî bütün İslâmî meseleleri ihtiva ettiği gibi şeriat-ı fıtriyeye göre amel eden başta melâike ve ruhâniyât olmak üzere bütün varlıkların her çeşit ibâdetlerini içinde toplar. Nasıl ki insan eşref-i mahlûkat olarak âlemin en münevver bir meyvesi ve küçültülmüş bir numûnesidir; öyle de namaz İslâmî ahkâm ile fıtrî kanunların düsturlarına göre yapılan ve umum mahlûkatın ibâdetlerini içinde toplayan nurânî bir fihristtir.
Evet, kalbi hüşyar bir zât namaz kılarken bütün varlıklarla omuz omuza verdiğini belki hepsinin önüne geçen bir kumandan olarak bütün o varlıklarla birlikte onların her çeşit ibâdetlerini temsil eden küllî ve büyük bir ibâdet yaptığını düşünüp o ibâdetleri kendi namazıyla beraber Rabbine takdim edebilir. Namazı terk eden ise bütün varlıklara muhalefetle manen onların nefret ve tahkirlerine maruz kalır.
Tefsirlerde namazın pek çok ibâdetleri ihtiva etmesine dair şöyle güzel bir tespit vardır: “Namaz, Allah’ı bir bilenler için düğündür. Nasıl ki düğünde bütün nîmetler toplanıyorsa namazda da ibâdetin bütün renkleri ve çeşitleri toplanır. Bir kul iki rekât namaz kıldığı zaman Cenâb-ı Hakk ferman eder: ‘Ey kulum, zayıflığınla beraber kıyam, rükû, secde, kıraat, tehlil, tahmid, tekbir ve selam olarak ibâdetin bütün çeşitlerini namaz kılarak yaptın. Muhakkak ki benim de Celâl ve azametimle seni nîmetlerin her çeşidi içinde bulunan cennetten menetmem benim için güzel olmaz, sen ibâdetin bütün elvan renk ve çeşitleriyle bana kulluk ettiğin gibi ben de cenneti bütün nîmetleriyle sana vacip kıldım. Sen beni bir olarak tanıdığın gibi ben de sana Cemâl’imi göstermekle ikramda bulunacağım ve muhakkak ki ben lütfumla özrünü ve rahmetimle de senden gelen hayırları kabul edeceğim. Hem ben ateşle azap edecek kâfirleri bulurum; fakat sen benden başka seyyiatlarını ve günahlarını mağfiret edip bağışlayacak ilâh bulamazsın. Yanımda senin için her bir rekâta bedel cennette bir kasır ve huriler vardır ve her bir secde için vechime ve nûruma bakmak saadeti vardır.”2
NAMAZ ALLAH’IN KANUNLARINA İTAATİ ÖĞRETİR
Namaz, insanların kalplerinde Cenâb-ı Hakkın azamet ve büyüklüğünü yerleştirip devam ettirmek ve akılları ve kalpleri ona döndürmekle Allah’ın emir ve yasaklarına itaat ettirmek için de yegâne îlahî bir vesîledir. Şu âyet-i kerîme de bu hakîkati ifade ediyor: “Şüphe yok ki namaz çirkin işlerden ve günahlardan alıkoyar, (namaz kılarak) Allah’ı zikretmek ise elbette (her şeyden) en büyük olandır.”3
Evet, şartlarına uygun kılınan namaz, ilahî kanunları, insanların kendi hayatlarına tatbik etmelerine bir vesiledir. Zaten insan medenî olduğu cihetle şahsî ve ictimaî hayatını kurtarmak için o kanun-ı İlâhiye muhtaçtır.4 Âyette geçtiği gibi namazın günahları terk ettirmesi, Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına uymak demektir. Bununla birlikte günde beş defa namaz kılarak itaate alışan bir kul elbette Allah’ın diğer bütün emirlerine uymakta da yani harama helale dikkat etmekten tutun da toplumu düzenleyen bütün ilâhî kanunlara kadar itaat etmeye daha büyük bir aşk ve şevk duyacaktır. Hz. Enes (ra)’dan rivâyet ediliyor: “Resûl-i Ekrem (asm) ile beraber namaz kılan Ensar’dan bir genç vardı. Çirkin işlerden hiçbirini bırakmadan işliyordu. Onun o durumu Resulullah’a anlatıldı. Resûl-i Ekrem: ‘Onun namazı ona o çirkin işleri terk ettirecektir’ diye buyurdu. Gerçekten aradan zaman geçmeden o genç tevbe edip halini düzeltti.”
Hem bütün mahlûkat arasında bu mukaddes ibâdeti yapabilecek istidadın insana ihsan edilmesi, namaz kılmanın insanın fıtrî bir vazifesi olduğunu isbat eder. Evet, eşref-i mahlûkat olan insan o yüce mertebeyi ancak ibâdet ve ibâdetlerin en mukaddesi olan namaz ile muhafaza edebilir. Aksi halde o büyük şerefi kaybetmek vardır. İslâmiyet noktasında bu kadar hayati önem taşıyan namaz hakkındaki hükme gelince, namazın farziyetini inkâr eden küfre girer. Tembellikle namazı kazaya bırakan ise günah-ı kebâir işler, fâsık bir mü’min olur.
Yazımızı namazı terk edenin ne kadar zararda olduğunu gösteren bir ayet-i kerime meali ile neticelendiriyoruz: “(Sonra o günahkârları görünce cehennem zebanileri dediler ki:) ‘Sizi Sakar’a (Cehennemin o dehşetli vadisine) sokan nedir?’
(Onlar şöyle )dediler. ‘(Biz) namaz kılanlardan değildik.’ ”5
Rabb-i Rahimimiz bizleri istediği şekilde namaz kılan kullarından eylesin. Ve rahmetiyle namazlarımızı ve ibâdetlerimizi kabul eylesin.(Âmin)
Kaynaklar:
1.Rum Sûresi, 17-18 2.Cevheretü’t-tevhid Şerhi, s.124 3.Ankebut Sûresi, 45 4.İşârâtü’l-İ’câz, s. 39 5.Müddessir Sûresi, 42–43
Bir yanıt yazın