Eğer bir namazı veya abdesti veya herhangi bir ibâdeti şartlarını en iyi şekilde yerine getirerek yapacağız diye uğraşırken ifrat edip tekrar tekrar iade ediyor hâle geldiysek ve “Bir türlü şartlarını yerine getiremiyorum” fikrinden kurtulamıyorsak … Her mü’min, âhirete yapacağı en önemli yatırımın günde beş defa namaz yoluyla Rabbi’nin huzurunu çıkmak ve ona şükür ve ibâdetlerini arz etmek olduğunu bilir. Hadis-i şerîfte buyrulduğu gibi namaz dinin direğidir, hem mü’minin miracıdır, hem de kabirde ilk suâle çekileceği amelidir.
İşte mü’min bir kul, bu şuur ile namaza durmuş ve huzur ile ibâdetini yapmaya niyet etmiş iken birden şeytandan veya fikir çağrışımı yoluyla gelen bazı vesveseler, akıl, kalb ve hayalinde uçuşmaya başlar. Namazdaki lezzetini kaçırarak ciddî bir telaş ve heyecana sebeb olur. O vesveseleri kendi fikirleri zannederek “Eyvah ben ne yapıyorum? Benim kalbim bozuk ki namaz gibi en kudsî bir ibâdette en çirkin şeyleri düşünüyorum, hayal ediyorum.” diyerek kendisi ve ibâdeti hakkında ümitsizliğe düşer. Hatta bu sebeble namazı bile terk edebilir. Zaten şeytanın istediği tam da budur.
VESVESE KALBİN SÖZÜ DEĞİLDİR
Bunu çaresi, bilhassa iki gerçeği çok iyi idrak etmektir. Birincisi: O vesveselerin kendi kalbinin sözleri olmadığını bilmektir. Bunun delili, insanın o sözlerden ve hayallerden cidden rahatsız olması ve üzülmesidir. İkincisi: Böyle vesveselerin ona ehemmiyet verdikçe büyüdüğünü ehemmiyet vermezse büyüyemeden söndüğünü bilmektir.(1) Eğer kişi bu iki şeye dikkat ederse vesvesenin kökünü kurutmuş olur. Yani o vesveselerin kendi kalbinin sözleri olmadığına emin olacak ve ehemmiyet verip de merakla zihnini o mesele üzerine yoğunlaştırmayacak.
Kurtulmak niyeti ile dahi olsa zihnini o gibi şeylerle meşgul etmenin iki çeşit zararı olur. Birincisi: Zihin, o noktaya, telaştan gelen bir merakla yöneldiği için hayalde kalıcı izler bırakarak sonraki zamanlarda, hatırlatıcı küçük sebeblerle bile o vesveselerin tekrar hayale gelmesine neden olur. İkincisi: Namazdan maksat Allah’ın huzuruna çıkmak iken bu boş şeyler insanı meşgul edip namazı unutturur, huzura mâni olur.
Netice olarak, kulun yapması gereken şey; böyle vesveselerin zihnini meşgul ettiğini fark ettiği anda, hemen onlarla meşguliyeti bırakıp huzura dönmektir. İsterse o vesveseler kalb ve hayalinde seslerini yükseltmeye devam etsinler, hiç ehemmiyet vermeyerek yola devam etmek gerekir. Tâki huzura zarar vermesin ve hayalde kalıcı izler bırakmasın.
NAMAZIN SIHHATİNE DAİR VESVESE
İnsanların çoklukla başlarına gelen bir vesvese şekli de namazın rekâtlarında veya rükû secde gibi rükünlerinde şüpheye düşmektir. Her ne kadar fıkıhta böyle şaşırma anlarında nasıl bir yol izleneceği belirtilmişse de bazı insanlarda bu şüphe çok ilerleyerek işin içinden çıkılmaz bir hal alabilmektedir. Böyle, ameli sıhhatli ve sağlam bir şekilde yapamamak endişesinden kaynaklanan bu vesvese, ibâdetleri nefse ağır bir hâle getirmekte ve bazen de terke sebeb olmaktadır.
Eğer bir namazı veya abdesti veya herhangi bir ibâdeti şartlarını en iyi şekilde yerine getirerek yapacağız diye uğraşırken ifrat edip tekrar tekrar iade ediyor hâle geldiysek ve “Bir türlü şartlarını yerine getiremiyorum” fikrinden kurtulamıyorsak ve bu hâlin nefsimizde oluşturduğu ağırlığı hissediyorsak emin olmalıyız ki bu bir zorluktur. Hâlbuki insanlara ibâdetin emredilmesindeki gaye onları altından kalkamayacakları zorluklar altında ezmek değildir.
DİNDE ZORLUK YOKTUR!
Bunun çaresi de iki meseleyi çok iyi anlamaktan geçiyor. Birincisi: “Lâ harace fid din – Dinde zorluk yoktur.” ve “Eddînü yüsrun – muhakkak din kolaylıktır” kaidelerini bilmektir. Böyle bir kimse şunu düşünmeli: “Kusursuz bir şekilde ibâdet edeceğim derken dini hakkımda zorlaştırmaktan ise amelimi kusurlu görüp Cenâb-ı Hak’dan kusurlarıyla kabulünü niyaz etmem daha iyidir. Zaten ameli kusursuz görüp gururlanmaktan ise kusurlu görüp Rabbimin afvına sığınmam ve kabulünü onun rahmetinden ümid etmem daha evlâdır.”(2)
İkincisi: Ehl-i hak olan ehl-i sünnet mezhebine göre amelin sahih, yani şartları yerine gelmiş güzel bir amel olması kulun ıttılaına yani haberdarlığına bakar. Hakîkat-i hâle bakmaz.(3) Meselâ namazı kaç rekât kıldığı hakkında şüpheye düşen birisi, “Ben namazı dört rekât kıldım biliyorum fakat gerçekte acaba üç kılmış olmayayım mı?” diye düşündüğünde demeli ki, “Madem ben dört kıldım biliyorum. Hakikatte üç kılmış bile olsam dört kılmış sayılırım. Çünkü İslâmiyet benim bu konudaki bilgimi, haberdar olmamı esas alıyor, gerçekte üç kıldığıma bakmıyor.”
Veya abdest alan birisi, “Acabâ kuru bir yer kaldı mı veya falan uzvumu yıkamış mıydım?” diye vesvese yaptığında şunu düşünmeli: “Bu konudaki benim zihnimdeki kanaat nedir? Eğer benim kanaatim bir eksiklik olmadığı yönünde ise, (hattâ kanaat kesin değil fakat gâlib bir ihtimal ile de olsa) abdestim tamam ve sahih sayılır.”
İşte bu düsturu anlamak çok büyük ferahlık verir ve böyle delilsiz ihtimallerden gelen şüpheleri keser atar.
ELHÂSIL: Nefis ve şeytandan gelen bu gibi vesveselerin insanı fazlasıyla incitip meşgul etmesi cehâletten (vesvesenin ne olduğunu, nereden geldiğini bilmemekten) olduğu gibi onlardan kurtulmanın çaresi de ilimdir.
Dipnotlar:
1. Bkz. Bedîüzzaman Said Nursi, Sözler, 21.Sözün İkinci Makamı (Vesvese Risâlesi) 2. Bkz. aynı eser. 3. Bkz. aynı eser.
Bir yanıt yazın