“MELEKLER”
Semâvât âlemi, yeryüzüne ayak bastığı günden beri âdemoğlunun hep ilgisini çekmiştir. “Acaba orada yaşayanlar var mı? Varsa kimlerdir? Yaşam biçimleri nasıldır? Onlarla irtibat kurmak mümkün müdür? Ne ile uğraşırlar?” gibi sorular insanoğlunu bugüne kadar hep meşgul etmiştir.
Gerek semâvî dinlerde gerekse diğer inanışlarda semâvât sakinlerine farklı isimler verilerek değişik anlamlar yüklenmiştir.
Bu çalışmada sadece semâvâtta değil, vazife icabı kâinatın her yerinde bulunabilen semâvâtın bu nurlu sakinlerinin yani meleklerin varlıklarına dair aklî ve naklî deliller getirilerek onların sıfat ve özellikleri, bazılarınınsa hususî vazifeleri ele alınacaktır.
Arapça’da Melek kelimesi “göndermek” anlamındaki “l’ek” kökünden olup “haberci, elçi, güçlü kuvvetli, tasarrufta bulunan, yöneten manalarına gelmektedir. Çoğulu melâikedir.
SORU:
ALLAH’IN (cc) MELEKLERE İHTİYACI MI VAR? (hâşâ) HER ŞEYE GÜCÜ YETTİĞİ HALDE KÂİNATTAKİ İŞLERİ NİÇİN MELEKLERİNE YAPTIRIYOR?
CEVAP:
“Bir şeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” (Yasin, 82)
“Allah, Samed’dir (her şey her cihetle O’na muhtaç olduğu halde, O hiçbir şeye muhtaç olmayandır)!” (İhlas, 2)
ALLAH HİÇBİR ŞEYE MUHTAÇ DEĞİLDİR
Yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allah, yarattığı hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi meleklerine de muhtaç değildir
Allah (c.c) sonsuz ilim ve kudret sahibidir. Sonsuz ilim ve kudreti ile tek başına her varlığı yaratır. Yarattıklarını istediği şekilde idare eder.
MELEKLER ÇALIŞARAK ALLAH’A İBADET EDERLER
Allah’ın (c.c) her an emrini dinleyen vazifeli memurlardır. Meleklerin yaptığı işler, Allah’a yardım değil O’na (c.c) olan ibâdetleridir.
Meleklerin büyük bir kısmı sadece Allah’ı (c.c) tesbih etmek ile vazifelidir. Kâinattaki düzeni sağlamakla vazifeli olan “amele” melekleri ise hem tabiat kanunları (Âdetullah) ile ilgilenirler hem de Allah’ı zikretmeye devam ederler.
“Amele” melekleri zerreden en büyük gezegenlere kadar her varlığın idaresindeki kanunların uygulanmasında bizzat bulunup, hizmet ederler.
Meleklerin bu kanunları uygulamaları, onların ibâdetleri hükmündedir. Diledikleri gibi yönetme yetkileri yoktur. Meydana gelen her bir durum ve vaziyet Allah’ın (c.c) kontrolü altındadır. Her şey Allah’ın (c.c) yaratması ve düzenlemesi ile olur. Melekler ise Allah’ın her an her emrine itirazsız itaatle ibâdet eden, kâinattın nurdan işçileri hükmündedirler.
ALLAH (C.C) MELEKLERİNDE KENDİ İSİM VE SIFATLARINI SEYREDER
Melekler Allah’ın yardımcıları değil, kendisine ait olan mükemmel isim ve sanatlarını görmek için yarattığı hizmetkârlarıdır.
Her güzel güzelliğini görmek ister. Mesela bir sanatkâr eşi benzeri olmayan bir sanat ortaya koyduğunda ondaki güzelliği ilk önce kendisi izlemek ister. Ve bundan lezzet alır.
İşte Allah (c.c) hem hayret hem hayranlık uyandıran sanat harikası meleklerini öncelikle kendisi seyreder. Çünkü meleklerdeki yüksek kabiliyet, güzellik ve mükemmellik Allah’a (c.c) ait olup, Allah’ın (c.c) isimlerinden akseden parıltılardır.
Allah’ın (c.c), meleklerini çalışırken izlemesi, sanatındaki kendi kudretini, rahmetini, idare ve egemenliğini izlemesi demektir. Allah (c.c), kendi isimlerinin muhteşem faaliyetlerini melekleri üzerinde seyreder.
Allah’ın (c.c), meleklerini idare edip ihtiyaçlarını temin etmesi ve onlara lütuflarda bulunmasından gelen bu lezzetin eşi ve benzeri kesinlikle yoktur. Bu lezzet Allah’ın (c.c) kendi yüce zatına layık “mukaddes bir lezzeti” olup insan bunu tabirden ve idrakten acizdir.
MELEKLER KENDİ İŞLERİNDE ALLAH’IN İSİM VE SIFATLARINI SEYREDERLER
Allah’ın öyle kanunları vardır ki; bu kanunları meleklerine öğretmiştir. Meleklerine Allah (c.c) bu muhteşem kanunlarını işlettirerek kendi isim ve sıfatlarına hayran bıraktırmaktadır.
Hem şu kâinat Allah’ın (c.c) hayret verici ve olağan üstü sanat eserleriyle dolu muhteşem bir sergisidir. Her bir sanatkâr sanatındaki incelik ve güzellikleri anlayacak ve takdir edecek seyircilerin bulunmasını ister.
İnsanlar ve cinler bu mükemmel kâinat sergisindeki takdir edilmesi gereken pek çok sanatı görebilmek için yeterli gelmiyor. Bunun için Allah, bütün isim ve sıfatlarını seyredip takdir etmeleri için yerin merkezinden yedi kat semaya kadar her yerde bulunabilen meleklerini yaratmıştır.
Melekler Allah’ın (c.c) kendilerine emrettiği işleri yapmakla birlikte bu işlerde Allah’ın isim ve sıfatlarını hayranlıkla izlerler. Ve Allah’ı (c.c) hamd ü sena ile tesbih edip, sanatını ve icraatını takdir ederler.
Mesela, gök gürültüsü, Ra’d meleğinin Allah’ın (c.c) kudretini ilan eden bir tesbihi hükmündedir. Hem görevini hem de tesbihini yapar.
MELEKLER ALLAH’IN (C.C) İZZET VE AZAMETİNİ GÖSTEREN PERDELERDİR
“İşlerinde akılların hayrette kaldığı O Zât her türlü kusurdan nihayet derecede münezzehtir.” (Nevevi)
Allah her işi bizzat kendisi yaptığı halde izzet ve azametine zarar gelmemesi için sebepleri kendisine perde yapmıştır. Çünkü insanların pek çoğu cahil olmakla beraber yüzeysel bir bakış ve dar bir düşünce içindedirler. Bu hal çok büyük ve kıymetli işlere küçük, basit ve abesmiş gibi bakılmasına sebep olur. Ve hâşâ: “Allah neden böyle küçük işlerle meşgul oluyor” düşüncesi ile insan Allah’ın o işteki büyüklüğünü idrak edemez.
Hem çok hikmetleri olduğu halde, ilk bakışta çirkin gibi görünen hadiseler vardır. Allah (c.c) bu hadiselerde “İzzetini” muhafaza için kendisini gizler. Böylece “Azameti”nin tenkit edilmesine ve sonsuz “Merhameti”nin, merhametsizce eleştirilmesine ve suçlanmasına izin vermez.
Hatta pek çok kimseler bu gibi hadiselerin iç yüzündeki güzelliği göremez ve gördükleri çirkinliği Allah’a (c.c) (hâşâ) yakıştıramayarak Allah’ın izzet ve azametini tenkit etmeye kalkarlar. Bundan dolayıdır ki Allah (c.c); İzzetine ve azametine dil uzatılmaması için melekleri ve sebepleri bu durumlarda araya perde olarak koymuş böylece insanları bu ağır mesuliyetten kurtarmayı dilemiştir.
Şu da bilinmelidir ki; melekler Allah’ın (c.c) temiz ve pak perdeleridir. Allah, haksız şikâyetlere maruz kalmamaları için meleklerine de perde olacak sebepler yaratmıştır.
Bir rivayette vardır ki: “Azrail (as) Allah’a (c.c) yalvararak demiş ki: “Ruhları teslim alma vazifesinde senin kulların bana küsecekler, benden şikâyet edecekler.”
Allah (c.c) ona cevaben demiş: Senin vazifene hastalıkları ve musibetleri perde yapacağım. Ta kullarımın şikâyetleri onlara gitsin sana gelmesin.”
İşte ölüm geldiğinde nasıl hastalıklar ve musibetler insanlar ile Azrail (as) arasında bir perdedir. Azrail (as) hiç akla gelmez. Aynen bunun gibi Azrail’in (as) kendisi de bir perdedir. Ta ki ölümdeki hikmetleri, güzellikleri, faydaları göremeyen insanların haksız isyan ve şikâyetleri Allah’a (c.c) gitmesin.
“Her kim Allah’a, Allah’ın meleklerine, peygamberlerine, Cebrail ile Mikail’e düşman olursa iyi bilsin ki Allah da o kâfirlerin düşmanıdır.” (Bakara, 98 )
1-Melâike Bir Ümmettir; Şeriat-ı Fıtriye İle Memurdur
1- Nasıl ki Müslümanlar bir ümmettir ve İslâm şeriatını yaşamak ile emir olunmuşlardır; öyle de melekler de fıtri şeriatı, yani yaratılış kanunlarını uygulamakla vazifelendirilmişlerdir.
2- Şeriat-ı İlahî ikidir. Hem iki sıfattan gelmiş, iki insan muhatab, hem de mükellef olmuş.
2- Çünkü Allah’ın iki çeşit şeriatı yani kanun düzeni vadır. Bu iki şeriatın kaynağı ise Allah’ın sübûtî sıfatlarından iki farklı sıfatıdır.
Biri büyük biri küçük iki insan, bu iki şeriatın muhatap ve sorumlusudur.
3- Sıfat-ı iradeden gelen şer’-i tekvinî, insan-ı ekber olan âlemin ahvalini, hem de harekâtını ki ihtiyarî değil, tanzim eden şer’dir o meşiet-i Rabbanî. (Allah’ın dilemesi)
3- O sıfatlardan birincisi Allah’ın irade, yani dileme sıfatıdır. Onun tecellisi olan şeriata, şer’-i tekvini ya da şeriat-i fıtriye yani yaratılış kanunları denir. Allahu Teala âlemin ve varlıkların yaratılışının bir düzen üzere olmasını dilemiştir. Fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi fen bilimlerinin tespit ettikleri kanunlar, Yüce Allah’ın yaradılışa düzen vermek için irade ettiği ve uyguladığı kanunlardır. Her şeyi yaratan Allah’tır. O kanunlar sadece Rabbimizin nasıl bir yaratma tarzı takip ettiğini ifade ederler. Şu koca kâinat adeta büyük bir insan hükmünde yaratılmıştır. İnsanda bulunan bütün özelliklerin asılları âlemde vardır. İşte bu büyük insan olan âlemin de tâbi olduğu bir şeriat vardır. Fakat bu şeriat âlemde muhakkak surette uygulanır. Yaratılmışların halleri ve hareketleri ona göre düzene girer. Bu kanunlara uymakta varlıkların bir seçme şansı yoktur. Mesela her doğan ölür. Bu bir yaratılış kanunudur. Bu konuda hiçbir kimsenin bir tercih şansı yoktur. Ya da su yüz derecede kaynar. Kimse ben elli derecede kaynamasını istiyorum deme hakkına sahip değildir. Çünkü bu kadar geniş bir âlemde ve bu kadar hassas ölçülerle kurulan bir düzende Allah’tan başkasının yaratılışa parmak karıştırması mümkün olsa idi düzen alt üst olurdu. “Semada ve arzda Allah’tan başka bir ilah olsaydı ikisi de muhakkak bozulurdu” (Enbiyâ, 22) mealindeki ayet-i kerime düzene ikinci bir parmağın karışmadığına işaret eder.
4- Yanlış bir ıstılahla tabiat da denilir.
4- Aslında bütün âlemde kurulu bu ilâhî düzenin adının şeriat-i fıtriye, yani yaratılış şeriatı olması daha doğrudur. Ama maalesef yanlış olarak pek çok insanın dilinde “tabiat kanunları” tabiri yerleşmiştir. Hâlbuki bu tabir, bu düzenin sanki tabii olarak, yani kendiliğinden ortaya çıktığı gibi bir anlama gelmektedir. Bir odanın düzeni bile kendiliğinden ortaya çıkmazken bütün kâinatın sonsuz düzenleri hiç kendiliğinden ortaya çıkar mı?
5- Sıfat-ı kelâmından gelen şeriat ise, âlem-i asgar (küçük âlem) olan insanın ef’âlini (fiillerini), ki ihtiyarî olmuş, tanzim eden şer’dir. İki şer’ bir yerde bazan eder içtima’.
5- İkinci şeriatin kaynağı ise Allah’ın kelâm, yani konuşma sıfatıdır. Allah kelâm sıfatının bir tecellisi olarak semavî kitaplar indirmiş ve insanlara hitâb etmiştir. Büyük âlemde olan şeyler küçültülmüş mikdarlarda insanda bulunur. Adeta insan âlemden süzülmüş bir özdür. Bu yönden insan küçük bir âlem gibidir. İşte büyük âlemin tâbi kılındığı kurallar olduğu gibi küçük bir âlem olan insanın da tâbi olması gereken kurallar vardır. Allah’ın kelâm sıfatından gelen ve insanların yaşayışlarını düzenleyen bu kanun ve kurallara İslâm şeriatı diyoruz. Yalnız insan bu dünyada imtihan olunduğu için ona bir seçme hakkı tanınmıştır. Yani dilerse bu düzene uyar, dilemezse uymaz. Uyanlar kazanın. Uymayanlar kaybeder. Yaratılış şeriatında ise böle bir tercih şansı yoktur. Bazen bu iki şeriatın kanunları birleşir. Yani İslâm şeriatının emir ve yasakları kâinatta cârî olan bu kanunlara uygun bir şekilde gelmiştir. Mesela Allah şeriat-i fıtriyesi ile yaratırken tertemiz ve ölçülü ve israfsız yarattığı gibi İslâm şeriatiyla da insanların temiz, ölçülü ve iktisadlı olmasını emr eder. Bu iki şeriatin birbirine uyumunu Üstad Bediüzzaman 30. Lem’ada şu satırlarla izah eder.
“Evet hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de hakikî zulüm ve mizansızlık (ölçüsüzlük) yoktur. Ve İsm-i Kuddüs’ün cilve-i a’zamından gelen tanzif ve nezafet (temizlik), bütün kâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor.
İşte hakaik-i Kur’âniyeden ve desatir-i İslâmiyeden olan “adalet, iktisad, nezafet” hayat-ı beşeriyede ne derece esaslı birer düstur olduğunu anla. Ve ahkâm-ı Kur’âniye (Kur’ân’ın hükümleri) ne derece kâinatla alâkadar ve kâinat içine kök salmış ve sarmış bulunduğunu ve o hakaikı bozmak, kâinatı bozmak ve suretini değiştirmek gibi mümkün olmadığını bil.”
6- Melâike-i İlahî, bir ümmet-i azîme, hem bir cünd-ü Sübhanî (dir). Birinci şer’a olmuş hamele-i mümtesil, amele-i mümessil.
6- Allah’ın melekleri ise büyük bir ümmet ve ilâhî bir ordudur. İnsanlar bahsi geçen ikinci şeriatın uygulayıcıları oldukları gibi melekler de kâinatta câri olan kanunların uygulayıcılarıdırlar. O şeriatin ameleleri hükmündedirler. Mesela Peygamber Efendimiz (sav) “Her bir yağmur tanesini yeryüzüne bir melek indirir” buyurmakla meleklerin yağmur yağmasında ve yağmurun bağlı olduğu kanunların uygulanmasında vazifelerine işaret etmiştir. Yalnız burada şuna dikkat etmek gerekir: Melekler de kâinattaki diğer sebepler gibi Allah’ın yaratmasında rol almış zâhirî birer sebeptirler. Hakiki manada yaratmak Allah’a mahsustur.
7- Hem onlardan bir kısmı ibad-ı müsebbihtir. Bir kısmı da müstağrak, arşın mukarrebîni.
7- Meleklerin diğer bir kısmı ise Allah’ı zikir ve tesbih eden kullardır. Yaptıkları iş sadece ibadet etmektir. Mukarrebûn denilen diğer bir kısım makamca yüksek ve Arşa yakın olan melekler ise Allah’tan gelen çok yüce feyizlere dalmış ve âdeta kendilerinden geçmiş durumdadırlar.
İslâmiyet melâikenin varlığını hem aklî hem de naklî delillerle ispat etmiştir. Îmanın altı rüknünden biri de “melâikeye iman” olduğundan melâikenin varlığına iman etmek farzdır ve onları inkâr etmekse küfürdür. Duyularımızla müşahede edemediğimiz melekler, âlem-i gaybda Allah’ın mükerrem kullarıdır; latîf ve nurani varlıklardır.
MELÂİKENİN VARLIĞINA DÂİR AKLÎ DELİLLER:
Melâikeye iman öyle bir meseledir ki, bir tek meleğin varlığı ile melek taifesinin umumunun varlığı bilinir. Meleklerin varlığına dâir birçok aklî delil vardır. Bu delillerden bir kısmı aşağıda zikredilecektir:
1. Dünyadaki canlılar meleklerin varlığına delildir.
Dünyadaki canlılar meleklerin varlığına delildir; çünkü uzaya nispetle çöldeki bir kum tanesi mesabesinde olan dünyamızda milyonlarca canlı türünün yaşaması ve bir devridaim suretinde dünyanın sürekli canlı türleri ile doldurulup boşaltılması, uçsuz bucaksız semâvâtın boş bırakılmasını aklen kabul edilemez hale getirmektedir. Küçücük dünyayı bunca canlı ile doldurup kâinatın geri kalan kısmını boş bırakmak, büyük bir israf gibi görünmektedir. Hâlbuki âlemin hiçbir yerinde ve hiçbir ferdinde zerre kadar israf ve abesiyete müsaade etmeyen, hadsiz hikmetle iş gören bir zat, böyle bir çirkinliğe asla razı olmaz.
2. Canlı varlıklar sadece gördüklerimizle sınırlı değildir. Kâinatın her tarafı hayat ve şuur sahibi canlılarla doldurulmuştur.
İnsan, canlılardan sadece görüş alanına girenlerini görebiliyor. Bunun dışındaki varlıkları görebilmek için ya üstün özelliklere ya da onları görmeyi sağlayacak aletlere sahip olmak gerekir. Mesela bakteriler ve bir kısım mikroskobik canlılar çıplak gözle görülmez. Onları görmek için ya gözün görme kabiliyeti geliştirilmeli ya da bir mikroskop kullanılmalı. Çıplak gözle görünmeyen canlıları yok farz etmek yalnızca cehaletin delili sayılır. Hâlbuki o varlıkları görememek onların olmadıklarına delil olamaz. Aynen bunun gibi şu nihayetsiz semâvâtın her köşesini görecek gözlere, âletlere sahip olunmadığı halde orada (oraya münasip) canlıların yaşamadıklarını iddia etmek delilsiz bir varsayımdan öteye gidemez. Balıkları suda, aslanları karada yaşayacak şekilde uygun cihazlarla donatan Allah’ın, melâikeyi de semâvâta münasip bir şekilde yaratmasına engel hiçbir aklî neden yoktur.
3. Hayat, meleklerin varlığına delildir.
Varlık, hayatla değer kazanır. Hayat, varlığın kemal mertebelerindendir. Hayatı olmayan bir varlığın varlığı ile yokluğu arasında pek fark yoktur. Mesela büyük bir dağ bir karıncaya nispet edildiğinde, küçük olmasına rağmen karınca dağdan daha değerli olur; çünkü karınca hayat sahibidir. Yaşadığı çevreyle irtibatı, alış verişi vardır. Hatta kâinatla bir şekilde münasebeti vardır. Dünyadaki canlılara bakıldığında onların çok basit ve kesif maddelerden yaratıldığı görülür. O basit ve şeffaf olmayan maddeler hayatla, şuurla nurlandırılmıştır. Toprak ve su basit ve kesif iki maddedir. Fakat bunlardan sayısız canlıları yaratmakla bu iki unsur nurlandırılmıştır. Acaba pis bir sudan (meni) insanları ve hayvanları yaratan, kuru topraktan had ve hesaba gelmez bitki türlerini var eden bir zat, toprak ve suya göre daha şeffaf ve latif olan ateş gibi, nur gibi unsurları hayatsız, şuursuz bırakır mı? Kuru toprağa ve pis suya değer verip de ateşe, nûra ehemmiyet vermemek hikmetine yakışır mı? Elbette nihayetsiz hikmet sahibi olan o Zat-ı Hakîm, hikmetine bütün bütün zıt olan böyle bir abesiyete asla ve kat’a izin vermez. Basit unsurları hayatlı, şuurlu ve idrak sahibi canlılar yaratmak suretiyle değerlendirip de kıymetli olanları hayatsız ve şuursuz bırakarak israf etmez. Ateş gibi nur gibi latif ve şeffaf unsurlardan da latif ve nuranî varlıklar yaratması hikmetinin gereğidir.
4. Şuurun varlığı meleklerin varlığını gerektirir.
Şuur kelimesi lügatte “bir şeyi anlama, tanıma ve kavrama gücü” ya da “kendi varlığından, benliğinden haberdar olma hissi” olarak tarif ediliyor. Hayat nasıl ki varlıkları kıymetli bir hale getirir; varlık, hayatla değer kazanır. Aynen öyle de hayat da şuur ve idrakle nurlanır. Şuur ve idrakin derecesi ne kadar yükselirse hayatın değeri de o nisbette artar. Şuur varlıkları anlayıp tanımamız ve tefekkür edip âlemdeki sırları, hakikatleri kavrayıp keşfetmemiz için verilmiştir. Kendi varlık ve benliğimizin farkına vararak yaratılışımızı ve yaratıcımızı idrak edelim diye ihsan edilmiştir. Demek ki her şuurlu varlığın vazifesi, “şuuru nispetinde tefekkür etmek; yani düşünmek suretiyle âlemin sırlarını, hakikatlerini anlamak”tır.
Âlemdeki bunca hikmet, san’at, nizam ve intizam bir mana için vardır. O da yaratıcıyı tanıtarak varlığından haberdar kılmak, büyüklüğünü ve yüceliğini idrak ettirerek layık olduğu medh-ü senayı yaptırmaktır. Hikmet ve san’atı anlayıp kavrayacak varlıklar olmazsa Yaratanı kim tanıyacak; varlığından kim haberdar olacak? Demek ki hikmet, san’at, nizam ve intizam, şuur sahiplerinin varlığını zaruruî kılar. Şuurlu mahlûkat olmazsa hikmet bilinmez. San’atın, nizam ve intizamın değeri anlaşılmaz. Eğer şuur sahibi varlıklar sadece dünyada yaşıyor olsaydı kâinatın geri kalan kısmında şuurlu mahlûkat olmasaydı oralardaki bütün icraat, san’at ve hikmet bilinmeyecek; bu işler temaşa ve medh ü sena edilemeyeceğinden hadsiz bir israf edilmiş olacaktı. Hâlbuki insan şuurlu olmasına rağmen âlemin her tarafına gidebilecek imkâna sahip değildir. Hatta dünyadaki hikmet ve san’atı dahi tamamıyla anlayabilmiş değildir. Evet, o şuur sayesinde insanoğlu pek çok sırrı çözmüştür. Fakat daha çözül(e)memiş olan nice sırlar, hikmetler var. Mademki Allah ü tealâ dünyanın dışındaki âlemlerde de hadsiz hikmet ve san’atını sergiliyor, buraları nizam ve intizamı altında sevk ve idare ediyor. Nihayetsiz hikmet ve san’at, tefekkür edecek şuurlu mahlûkların varlığını gerekli kılar. Öyleyse o hikmeti, san’atı, nizam ve intizamı israf etmemek için oraya münasip şuurlu varlıkları da yaratacaktır. İşte o varlıklara İslâmiyet melâike adını vermiştir.
5. Allah’ın varlığı meleklerin varlığına delildir.
Allah’ın varlığına ve birliğine dâir olan bütün aklî deliller dolayısıyla meleklerin varlığına da delildirler. Çünkü Cenab-ı Hak gönderdiği bütün ilâhî kitaplarda onlardan bahsetmiş, haklarında bizlere pek çok bilgi verip onlara iman etmemizi emretmiştir. Madem aklî deliller Allah’ın varlığını ve birliğini bizlere ispat ediyor. O’nun kâinatın yegâne yaratıcısı ve hâkimi olduğunu gösteriyor. Nihayetsiz ilim, irade, kudret ve hikmet sahibi olduğunu bildiriyor. Kâinatın yaratıcısının her türlü kusurdan, ayıptan, eksiklikten, âcizlikten münezzeh olduğunu ifade ediyor. Öyle ise bütün bu vasıfların sahibi olan Zat’ın, yarattığını bildirdiği meleklerin varlığında hiçbir şüphe olmaması gerekir.
6. Peygamberler meleklerin hem şahidi hem de delilidirler.
Peygamberlerin hakkaniyetinin delilleri de meleklerin varlığını ispat eder; çünkü peygamberler meleklerle bizzat görüşmüş, vahyin büyük bir kısmı Cebrail (a.s.) vasıtasıyla peygamberlere ulaştırılmıştır. Doğruluk sıfatıyla her dâim muttasıf olan peygamberlerin melâike hakkındaki ittifakları, meleklerin varlığını güneş gibi ispat eder. Peygamberler davalarını hem aklen ve mantıken hem de ahlakî kemâlâtlarıyla muhataplarına verdikleri güven hissi ile ispat ederler. Gösterdikleri mucizeler ise şüphe ve tereddütleri ortadan kaldırıp, inkârcıların inatlarını kırmak içindir. Madem peygamberler aklî ve mantıkî delillerle, ahlakî faziletleriyle, gösterdikleri mucizeleriyle davalarını ispat etmişlerdir; öyle ise bütün peygamberler varlıklarını ittifakla haber verdikleri meleklerin varlığına hem şahid hem de delildirler. Acaba yüz yirmi dört bin peygamberin mucizelerine ve müşahedelerine dayanarak varlıklarını ittifakla haber verdikleri melâikenin vücudunu kim inkâr edebilir? Bu kadar sadık şahidleri kim bulunan bir davayı yalanlayabilir?
7. Kur’ân, hakkaniyetinin delilleriyle melâikenin varlığını ispat eder.
Kur’ân’ın hak kelamullah olduğunu gösteren bütün deliller melâikenin vücudunu da ispat eder; zira melâikenin varlığı ve vasıfları hakkında en geniş izahat onda zikredilmiştir. Eğer Kur’ân gerçekten Allah’ın kelamı ise onda bahsi geçen her şey doğrudur, haktır. Bin dört yüz küsur seneden beri insanlığa yol gösteren Kuran’ın hakikatlerinin aksi ispat edilememiş; hiçbir davası çürütülememiştir. Öyle ise Kur’ân’ın beyanatına dayanılarak kat’i bir kanaatle denilebilir ki, melâike vardır ve Kur’ân’ın hak ve kelamullah olduğu hakikatini çürütemeyen hiç kimse melâikenin varlık delillerini de çürütemez ve onları inkâr da edemez.
8. Evliyalar keşif ve kerametlerinin şahitliğiyle meleklerin varlığına delildirler.
Evliyalar peygamberlerin getirdiği dinî hakikatleri baş ve gönül gözü ile ayne’l-yakîn veya hakka’l-yakîn suretinde, yani görüp yaşayarak, keşf ve zevk ederek ispat ederler. Evliyaların melekleri müşahedeleri de melâikenin varlığına bir delildir. Meslek ve mezhepleri birbirinden farklı, zaman ve mekân itibariyle birbirinden uzak, keşif ve kerametleriyle davalarını ispat eden velilerin, ittifakla meleklerden haber vermeleri bu davaya kuvvetli bir delildir.
9. Avam-ı nâsın melâikeyle görüşüp konuşmaları meleklerin vücuduna delildir.
Gerek Kur’ân’da ve gerekse diğer semâvî kitaplarda meleklerin insanlarla da zaman zaman muhatap oldukları anlatılır. Yeryüzündeki insanların neredeyse dörtte üçünün inandığı semâvî kaynaklı kitaplarda insanların bazı istisnai durumlarda meleklerle karşılaşıp konuştuklarına dair ittifak vardır. Kur’ân’da Hazreti İbrahim’in yanına gelen melekleri insan zan edip onlara yemek hazırlaması, (Hud 69–70) Lut aleyhisselamın kavmine yakışıklı gençler suretinde görünmeleri ve onlarla aralarında geçen olaylar sadece peygamberlerin değil, sıradan insanların da melekleri gördüğüne delildir. (Hud 77–83)
Ayrıca Bedir Harbi’nde müşriklerin melekleri görüp onların kimler olduğunu sahabilerden sorması gibi hadiseler sıradan insanların bile melekleri gördüğüne delildir.
Lût kıssası, Tevrâtın Tekvin Kitâbı’nın 13, 18 ve 19. bablarında anlatılır. “İki melek akşamleyin Sodom’a vardılar. Lut kentin kapısında oturuyordu. Onları görür görmez karşılamak için ayağa kaltı. Yere kapanarak, “Efendilerim” dedi, “Kulunuzun evine buyurun. Ayaklarınızı yıkayın, geceyi bizde geçirin. Sonra erkenden kalkıp yolunuza devam edersiniz.” Melekler, “Olmaz” dediler, “Geceyi kent meydanında geçireceğiz.” (Tekvîn: 19/2.)
Ama içerideki adamlar (Melekler) uzanıp Lut’u evin içine, yanlarına aldılar ve kapıyı kapadılar. Kapıya dayanan adamları, büyük küçük hepsini kör ettiler. Öyle ki, adamlar kapıyı bulamaz oldu. (Tekvîn: 19/10–11.) Tevratın bu ifadeleri Kur’ân’ın ifadelerine çok cihetlerle benzemektedir.
İncil’de meleklerin insanlarla diyalog kurdukları şöyle anlatılır: Melek kadınlara şöyle seslendi: “Korkmayın! Çarmıha gerilen İsa’yı aradığınızı biliyorum. (Matta 28/5)
Melekler yanlarından ayrılıp göğe çekildikten sonra çobanlar birbirlerine, “Haydi, Beytehem’e gidelim, Rabb’in bize bildirdiği bu olayı görelim” dediler. (Luka 2/15)
10. Bütün inanışlarda melek inancının var olması meleklerin varlığını ispat eder.
Gerek semâvî gerekse semâvî olmayan inançlarda melek kavramının bir şekilde bulunuyor olması da meleklerin varlığına delildir. Melâikenin varlığına naklî deliller başlığı altında genişçe izah edileceği gibi hem ehl-i akıl hem ehl-i nakil meleklerin varlığında ittifak etmişlerdir. Bu kadar büyük bir çoğunluğun ittifak ettikleri bir meselede nasıl şüphe edilir? Bu kadar insanın iman ettiği bir hakikat nasıl akıldan uzak görülebilir? Meleklerin varlığını inkâr eden insan bütün semâvî dinleri ve kitapları, peygamberleri, evliyaları ve meleklerin varlığını kabul eden bütün inanışları inkâr etmiş olur. Acaba bu kadar kuvvetli bir delili inkâr edenin aklından şüphe etmek daha yerinde olmaz mı?
Buraya kadar zikredilen delillere bakıldığında ortaya çıkan gerçek şudur ki; meleklerin varlığı naklen sabit, aklen câizdir. Bu mesele hakkındaki aklî deliller sadece saydıklarımızdan ibaret değildir. Bunlar denizden bir damla, dağdan bir zerre hükmündedir.
MELÂİKENİN VARLIĞINA DÂİR NAKLÎ DELİLLER:
Melâikenin varlığını ispat eden nakli delillerin en büyüğü hiç şüphesiz semâvi kitapların verdiği haberlerdir. İlâhi kaynaklı bütün semâvî kitaplarda meleklerden bahsedilmiştir. Meleklerin sıfatlarında birtakım farklı inanışlar bulunmakla beraber varlıklarında ittifak edilmiştir. Bunların dışındaki inanışlarda da melek inancı vardır.
Yahudilikte melekler: Bütün Yahudi mezhepleri melekleri kabul etmektedir. Yahudi inancına göre melekler yaratılışın ikinci veya beşinci gününde ateşten yaratılmış saf ruhlardır. Rabbinik literatüründe melekler insanlardan üstün görülmekte, ancak faziletli insanın meleklerden daha üstün olduğu belirtilmektedir. Melekler sınırlı iradeye ve ilahî bilgiye sahip olmakla beraber geleceği ve kıyamet saatini bilmezler. “Allah oğulları (melekler) insan kızlarının güzel olduklarını gördüler ve bütün seçtiklerinden kendilerine karılar aldılar.” (Tekvin, 6/2) sözüne dayanılarak meleklere bir cinsiyet atfedilmektedir. Meleklerin kanatlarından ve uçmalarından bahsedilmesi onların kuvvet ve süratlerine işaret içindir. Melekler yeryüzünden önce yaratılmıştır.
(Eyub, 38/ 6,7)
Onlar gökte ikamet etmektedirler.
(Tekvin, 28/12)
Ruhani tabiatlı görünmez varlıklardır. Yeryüzüne görev için geldiklerinde insan şekline girer ve insan gibi konuşurlar.
(Tekvin, 18/8)
Yahudilik’te meleklerin görevlerini Tanrı’nın yardımcıları olmaları, O’na ibadet etmeleri, vahyi ve şeriatı tebliğ etmeleri, insanları korumaları ve onlara yardım etmeleri, Tanrı ile insanlar arasında aracılık yapmaları şeklinde özetlemek mümkündür.
Hristiyanlıkta melekler: Hıristiyanlıktaki melek inancı Yahudilikteki melek inancı ile benzer nitelikler taşımaktadır. Yeni Ahid’de iyi ve kötü melek tabiri vardır. (Matta, 25/41; Vahiy, 12/7) İyi meleklerin semada ikamet edip Allah’ı tesbih ettikleri ve O’nun huzurunda bulundukları, O’nun ordusunu teşkil ettikleri, oradan yeryüzüne indikleri ifade edilmektedir. (Matta, 18/10; Luka, 1/19) Melekler sınırlı bilgi ve iradeye sahiptirler. (Matta, 24/36; Markos, 13/31–32) İnsan suretinde görünmektedirler. Kendi aralarında sınıflandırılmışlardır. Duman ve ateşten yaratılmışlardır. İncillerde meleklerin sık sık belirli şekiller altıda görünmeleri onlara beden atfedilmesine sebep olmuştur.
Hıristiyanlıkta meleklerin görevleri; genel olarak Tanrı’nın emirlerini insanlara iletmek, insanlara muhafızlık edip onların kurtuluşlarını istemek ve gerektiğinde cezalandırılmalarında aracı olmaktır.
İslâmiyet’te melekler: İslâmiyet’te melekler farklı suretlere girebilen fakat duyularla algılanamayan nurani varlıklar olarak tarif edilir. Gerek Kur’ân-ı Kerim’de (Bakara 2/85; Nisa 4/136) ve gerekse tevatür derecesine gelen hadislerde onlardan bahsedilmiş,(Buhari, “İman”, 37; Müslim, “İman”, 1) iman esasları arasına gösterilmiştir. Nurdan yaratıldıkları, (Müsned, V1, 168; Müslim, “Zühd”, 60) Hazreti Âdem’den önce mevcut bulundukları, Allah’ın hitabına mazhar olup O’nunla bizzat konuştukları, (Bakara 2/30–34; Hicr 15/28–29), hiçbir şey yiyip içmedikleri, (Hud 11/69–70; Zariyat 51/24–28) Kuvveleri şiddetli ve güçlü oldukları, (Necm 53/5; Nisa 4/136) ifade edilmiştir. Ayrıca müşriklerin “Melekler Allah’ın kızlarıdır” şeklindeki ifadeleri red edilmiştir. (Saffat 37/149–150; Zuhruf 43/19) Meleklerin görevleri arasında diğer mahlûkat gibi sürekli Allah’ı tesbih etme, (A’raf 7/206; Ra’d 13/13, Enbiya, 21/20), O’na secde etme, emirlerini yerine getirme, (Nahl 16/49–50; Tahrim 66/6), Peygambere salât-ü selam getirme, (Ahzab, 33/56), mü’minler için dua ve istiğfarda bulunma (Mü’min, 40/7–9) gibi davranışlar sayılmaktadır. Ayrıca türlerini ve sayılarını Allah’tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği ifade edilmiştir.
(Müdessir, 74/31)
Diğer inançlarda melekler: Babil dininde hem Melekler hem de Cinler vardır. Babil’de Asur’da tanrılarla insanlar arasında sürekli bir ilişki kurulduğuna inanılır. Her kişinin birisi önden, diğeri arkadan yürüyen veya biri sağında, biri solunda iki koruyucu meleği vardır. Şedu ve Lamassu denilen, kanatlı boğa şeklinde tasvir edilen, sarayların ve mâbedlerin girişlerinde bekçilik yapan cine benzer varlıklar mevcuttur. (Finet, s. 37–49)
Sümerlerde Melekler yedi gruba ayrılır; bunlar da iyi ve kötü melekler olarak sınıflandırılırdı. İyi meleklerin insanlara iyilik yapıp onları koruduklarına, kötülerin insanlara kötülük yapıp zarar verdiklerine inanılırdı.
(Dhorme, s. 46–47, 266–277)
Hititlerde tanrılar derece itibariyle kendisinden daha aşağıda bulunan Sukkallu adı verilen bazı elçilere ve Guzallu adındaki taht taşıyıcılarına sahipti. Bir kısım Hitit metinlerine göre ana tanrıçanın emrinde elçilik yapan iyilik ve kötülük melekleri vardı. (IDB, I, 129–130)
Zerdüştîlikte Zend Avesta metinlerinde Ahura Mazda’nın yanında Ameşa Spenta (kutsal ölümsüzler) denilen altı baş meleğin bulunduğu belirtilmektedir. Meleklerin insanlara şefaatçi olup onları kötülüklerden koruduklarına inanılır. Ahura Mazda meleklerden oluşan ordusuyla Angra Mainyu ve Deva adı verilen şeytanlardan oluşan ordusuyla sürekli savaş halindedir. Meleklerin temel görevleri tanrı ile insan arasındaki mesafeyi birleştirmek, ilâhî planı, irade ve kanunu bildirmektir. Avesta’da Angra Mainyu kötü, Spenta Mainyu ise iyi ruh olarak kabul edilir. (Christensen, s. 29; IDB, I, 134; ER, I, 283)
Hinduizm, Budizm, Konfüçyüsçülük, Jainizm gibi dinlerde insana vahiy getiren melekleden ziyade kötülük simgesi varlıklara inanç vardır. Hint dinlerinde semada ikamet eden ve ölümlülere görünmeyen “Deva”lar ve “Asura” denilen kötü güçler vardır. Ayrıca “Biruni Deva” denilen meleklerin bulunduğu bunların başkanının “Mahadeva” olduğu, “Deva” isminin ondan geldiği, Hintlilere göre 330 milyon melek bulunduğu ifade edilmektedir. Hintliler’in melekler için yeme, içme, ölüm ve diğer beşeri halleri câiz gördükleri, onların bu dereceye ilimle değil ibadetle varmış olduklarına inandıkları dile getirilmektedir.(Tümer, s. 161)
Taoizm’in oluşturduğu Çin dinlerinde genellikle değişik nitelikteki ruhlardan oluşan görünmez bir dünya vardır. Melek inancı özellikle mistik Taoizm’de vardır. Shang-ch’ing denilen en yaygın mistik akıma göre Yang Hsi gökten gelen bir düzine varlık tarafından ziyaret edilmiş ve kendisine birçok kitap yazdırılmıştır. Kitapları yazdıran varlıklardan başka verilenleri muhafaza edenler de vardır. (Lagerwey, s. 71–72)
Yunan ve Mısır (İskenderiye) “Neoelenisme” felsefesinde meleklere “Ukul-i aşere” (on akıl) denirdi. Bunların ayrı ayrı, irade sahibi nefisleri vardır. Varlıklara gökten gelir, onları ikaz ederler. Gayr-i maddi yani mücerret vücutlara sahiptirler. Bunların en büyüğü “Logos” adı verilen “Akl-ı evvel”dir. Tanrı bütün kâinatı onun vasıtasıyla yaratmıştır. Yunan felsefesinde Akl-ı evvel ve Ukul-i aşere, bütün kâinatın yaratıcısı olarak kabul edilir. Her şeyin mercii, bütün işleri idare eden meleklerdir. Asıl Tanrı, atıl ve batıl, boş ve işsizdir.
MELEKLERİN SIFATLARI
Meleklerin sıfatları hakkındaki bilgilerimiz Kur’ân ve hadislere dayanmaktadır. Dolayısıyla meleklerin sıfatları hakkındaki bilgilerimiz sınırlıdır.
Meleklerin Ehl-i sünnet ve’l cemaat âlimlerinin âyet ve hadislere dayanarak ittifakla haber verdikleri sıfatlarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Melekler; Allah Teâlâ’ya ibadet ve taatle meşgul olan nuranî varlıklardır. Allah’ın kendilerine verdiği emri aynen yerine getirirler. Asla itaatsizlik etmezler.
“Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten koruyun! Onun üzerinde sert, şiddetli, Allah’ın kendilerine emrettiğine isyân etmeyen ve ne emr olunursa yapan melekler (zebâniler) vardır.” (Tahrim, 6)
Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Melekler nurdan yaratıldılar, cinler dumanlı bir alevden yaratıldılar. Âdem de size vasfı yapılandan yaratıldı. “ Müslim, Zühd 60, (2996).
Ebu Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu. Semada dört parmak sığacak kadar boş bir yer yoktur, her tarafta Allah’a secde için alnını koymuş bir melek vardır. Tirmizî, Zühd 9, (2313); İbnu Mâce, Zühd 19, (4190).
Göklerde ve yerde kim varsa O’nun (kulu)dur. O’nun katında bulunan (melek)ler de) (O’na ibâdet etmekte kibirlenmezler ve yorulmazlar. Gece gündüz usanmadan (O’nu) tesbîh ederler! (Enbiya, 19/20)
2. Melekler yiyip içmezler. Erkeklik ve dişilikleri yoktur. Allah’ın kuludurlar.
“Rahmân (olan Allah, melekleri) çocuk edindi” dediler; (hâşâ!) O, bundan münezzehtir. Bil‘akis (onlar) şerefli kılınmış kullardır. (Enbiya, 26)
“Kendileri Rahmân’ın (itâatkâr ve şerefli) kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onların yaratılışlarına şâhid mi oldular? Onların (bu asılsız) şâhidlikleri yazılacak ve (bu hususta) sorguya çekileceklerdir.” (Zuhruf, 19)
“And olsun ki elçilerimiz (melekler) İbrâhîm’e müjde ile geldiler: “Selâm (senin üzerine olsun)!” dediler. Bunun üzerine (O da:) “Selâm (sizin üzerinize de olsun)!” dedi; beklemeden (onlara) kızartılmış bir buzağı getirdi. Fakat ellerinin ona uzanmadığını görünce, onlar(ın durumların)ı yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir çeşit korku düştü. (Onlar ise:) “Korkma! Şübhesiz ki biz (Allah’ın melekleriyiz ve) Lût kavmine (azab vazîfesi ile) gönderildik!” dediler.” (Hud, 69/70)
3. Melekler gözle görül(e)meyen nurdan varlıklar olmasına rağmen Cenab-ı Hak onlara, gerektiğinde diledikleri kesif cisimler ve insan şekline girerek görünme gücü vermiştir.
(Habîbim, yâ Muhammed!) Kitab’da (bu Kur’ân’da) Meryem’i de yâd et! Hani, âilesinden (ayrılarak evinin hemen yanında) doğu tarafında bir yere çekilmişti. Onların ötesinde (ibâdet edeceği sâkin bir yer için) bir perde de edinmişti. Derken ona rûhumuzu (Cebrâîl’i) gönderdik de kendisine düzgün bir insan sûretinde göründü. (Meryem, 16/17)
Peygamberimiz aleyhissalatü vesselam Cebrail aleyhisselamı sahabeden Dihyet-ül Kelbî suretinde gördüğünü meşhur Cibril hadisinde beyan etmiştir. (Buharî, İman, 1; Müslim, İman, 1)
4. Meleklerin ikişer, üçer, dörder kanatları vardır.
Hamd, göklerin ve yerin Fâtır’ı (yaratıcısı), melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. (O, mahlûkātı) yaratmada (maddeten veya ma‘nen, kime) ne dilerse arttırır. Şübhesiz ki Allah, herşeye hakkıyla gücü yetendir. (Fatır, 1)
KUR’ÂN-I KERİM VE HADİS-İ ŞERİFLERDE BAHSİ GEÇEN MELEKLER VE VAZİFELERİ
Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde meleklerin çeşitli görevleri belirtilmiş, yaptıkları işlere göre aldıkları özel isimler beyan edilmiştir. Kur’ân’ın beyanına göre melekleri şu üç büyük grupta toplamak mümkündür:
1. “İlliyyûn, Mukarrebûn” diye zikredilen melekler. Bunlar, daima Cenab-ı Hakkı tesbih, takdis, tekbir, tehlil ve tenzih ile O’na ibadetle meşguldürler.
2. “Müdebbirât” diye bilinen meleklerdir. Bunlar, kâinatın nizam ve intizamında Allah’ın verdiği vazifeleri yerine getiren emirber kullarıdır.
3. Peygamberlere vahiy getiren ilâhî elçilerdir.
Yerlerde ve göklerde, Kürsî’de, Arş etrafında, Beyt-ül Ma’mur ve Sidret-ül Münteha’da Cennet ve Cehennem’de sayısız melek vardır. Bütün meleklerin yaptıkları çok çeşitli görevlere ve yaptıkları işlerin mahiyetine göre onları tanzim edip yöneten dört büyük melek vardır. Bunlar meleklerin başları ve âmirleridir. Bunların en büyükleri vahiy meleği olan Cebrâil aleyhisselamdır. Ruhların kabzı vazifesiyle meşhur olan meleğin adı ise Azrâil aleyhisselamdır. Mikâil aleyhisselam ise tabiatta ve kâinattaki olayları tanzim eden meleklerin başıdır. İsrâfil aleyhisselam ise sûra üflemekle vazifeli olan melektir. Bu dört melek meleklerin “Resûlleri”dir. Meleklerin görevlerini şöyle sıralanabilir.
a. Melekler Allah’tan ilâhî vahyi getiren ve haber ulaştıran elçilerdir.
Hamd, göklerin ve yerin Fâtır’ı (yaratıcısı), melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. (O, mahlûkātı) yaratmada (maddeten veya ma‘nen, kime) ne dilerse arttırır. Şübhesiz ki Allah, herşeye hakkıyla gücü yetendir. (Fatır, 1)
(Rabbin,) melekleri kendi emriyle, kullarından dilediğine: “Şübhesiz ki benden başka ilâh olmadığı(nı insanlara bildirmek) ile korkutun da benden sakının!” diye vahiy ile indirir. (Nahl, 2)
Hem muhakkak ki o (Kur’ân), gerçekten âlemlerin Rabbinin tenzîli (peyderpey indirmesi)dir. Onu Rûhu’l-Emîn (Cebrâîl), korkutuculardan olman için, apaçık Arabca bir lisân ile senin kalbine indirmiştir.(Şuara, 192/195)
Cebrâil aleyhisselam elçilik yapan melâikenin en meşhuru ve en büyüğüdür. Elçilik vazifesi, sadece peygamberlere vahiy getirmekle sınırlı değildir. Bunun dışında Allah’ın emri ile dünya’ya ve diğer alemlere çeşitli görevler için sürekli geliş gidişi vardır. O’nun da kendisine has ibadeti ve tesbihatı vardır.
b. Peygamberleri destekleyip onlara kuvvet vermek ve zorluklara karşı onları teselli etmek. Peygamberlere müjde vermek.
Meryemoğlu Îsâ’ya da mu‘cizeler verdik ve Rûhü’l-Kudüs (Cebrâîl) ile ona kuvvet verdik. (Bakara, 87)
İşte bu peygamberlerin bazısını bazısına üstün kıldık. Allah, içlerinden bazılarıyla (bizzat) konuşmuş, bazılarını da derecelerle yükseltmiştir. Meryemoğlu Îsâ’ya ise apaçık deliller (mu‘cizeler) verdik ve onu Rûhü’l-Kudüs (Cebrâîl) ile takviye ettik. (Bakara, 253)
And olsun ki elçilerimiz (melekler) İbrâhîm’e müjde ile geldiler: “Selâm (senin üzerine olsun)!” dediler. (Hud, 69)
c. Mü’minlere dara düştüklerinde yardım edip onlara müjde vermek.
Şübhesiz ki “Rabbimiz Allah’dır” deyip, sonra (ihlâs ile) dosdoğru olanların üzerine (ölüm ânında, kabirde ve haşir meydanında): “Korkmayın, üzülmeyin ve va‘d olunup durduğunuz Cennetle sevinin!” diye melekler iner.(Fussilet, 30)
Hani Rabbinizden yardım istiyordunuz da: “Şübhesiz ben size ardı ardına (gelen) bin melekle yardım ediciyim!” diye duânızı kabûl etmişti.(Enfal, 9)
Yine o vakit Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu: “Şübhesiz ben sizinle berâberim; haydi îmân edenlere sebât verin! İnkâr edenlerin kalblerine korku salacağım; haydi vurun (onların) boyunları üstüne! Ve vurun onların bütün parmaklarına!” (Enfal, 12)
d. Mü’minlere hidayetleri için dua ve şefaat etmek. Peygamberleresalat ü selam getirmek.
Arşı taşıyan ve onun etrâfında bulunan (melek)ler, Rablerine hamd ile (O’nu) tesbîh ederler ve O’na îmân ederler ve (kendileri gibi) îmân edenler için mağfiret dilerler. (Şöyle derler:) “Rabbimiz! (Sen) herşeyi rahmet ve ilim cihetiyle kuşatmışsındır; artık tevbe edip senin yoluna uyanlara mağfiret eyle ve onları Cehennem azâbından koru!” (Mü’min, 7)
Muhakkak ki Allah ve melekleri, o peygambere salât ederler. (Ahzab, 56)
Göklerde nice melekler vardır ki, Allah’ın dileyeceği ve râzı olacağı kimseler için izin vermesinden sonra olması müstesnâ, onların şefâatleri de hiçbir fayda vermez.(Necm, 26)
e. Dünya ve âhiretteki ilâhî cezaları icra ve infaz etmek.
(Fakat) melekleri görecekleri gün, işte o gün, günahkârlara müjde yoktur ve (melekler onlara): “(Size müjde) yasaktır, yasaklanmıştır!” diyeceklerdir. (O vakit artık) her ne amel işlemişlerse ele almışız da, onu (etrâfa) yayılmış toz zerreleri hâline getirmişizdir.
O gün Cennet ehli, kalacak yer i‘tibâriyle en iyi ve istirâhat edecek yer cihetiyle de en güzel olan(lar)dır. O gün gökyüzü, bulutlarla yarılacak ve melekler bölük bölük indirilecektir. (Furkan, 22/25)
(Melekler) dediler ki: “Ey Lût! Şübhesiz ki biz, Rabbinin elçileriyiz; (onlar) sana aslâ dokunamazlar; artık gecenin bir kısmında, âileni yola çıkar ve içinizden hiçkimse geri dönüp bakmasın! Karın müstesnâ! Çünki onlara gelen (azab) ona da isâbet edicidir. Muhakkak ki onlara va‘d olunan azab zamânı, sabah vaktidir. Sabah (zâten) yakın değil mi?” (Hud, 81)
f. Cennet ve Cennet ehlinin işlerini idare ederek onlara cennet nimetlerini ikram etmek.
Rablerinden sakınanlar da bölük bölük Cennete sevk edilmişlerdir. Nihâyet oraya vardıkları zaman, kapıları açılmıştır ve bekçileri onlara: “Selâm size; tertemiz oldunuz! Artık ebediyen kalıcı kimseler olmak üzere buraya girin!” derler. (Zümer, 73)
Cennet meleklerine genellikle “Rıdvan” idarecilerine ise “Hazene-i Cennet” adı verilir.
g. Cehennem ve Cehennem ehlinin işlerini idare edip cezalarını infaz etmek.
İnkâr edenler zümer hâlinde (bölük bölük) Cehenneme sürülmüşlerdir. Nihâyet oraya vardıklarında, kapıları açılır ve bekçileri onlara: “Size içinizden, Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve sizi bu gününüzle karşılaşmaktan korkutan peygamberler gelmedi mi?” der. (Onlar:) “Evet (geldi)! Lâkin kâfirler üzerine azab sözü hak olmuştur!” derler. (Onlara:) “İçinde ebediyen kalıcı kimseler olarak Cehennemin kapılarından girin!” denilir. Artık kibirlenenlerin yeri ne fenâdır! (Zümer, 71/72)
Sakar’ın ne olduğunu, sana ne bildirdi? (O,) ne (et, kemik) bırakır, ne de terk eder! (Ölmezler ki kurtulsunlar!) İnsana çok susamıştır! Üzerinde on dokuz (Cehennem bekçisi) vardır! Biz) Cehennemin sâhiblerini (o zebânîleri) meleklerden başkası yapmadık. (Müdessir, 27/31)
(Cehennem bekçisine:) “Ey Mâlik! Rabbin(e duâ et) bizim üzerimize (artık ölümle) hükmetsin! (Ölelim de kurtulalım!)” diye seslenirler. (Mâlik:) “Doğrusu siz, (bu azabda ebedî olarak böyle) kalıcılarsınız!” der. (Zuhruf, 77)
Kur’ân’da Cehennem melekleri zebânî, idarecileri ise Mâlik adıyla zikredilmiştir.
g. Meleklerin bir kısmının görevi de Arş’ı yüklenmektir.
Arşı taşıyan ve onun etrâfında bulunan (melek)ler, Rablerine hamd ile (O’nu) tesbîh ederler ve O’na îmân ederler ve (kendileri gibi) îmân edenler için mağfiret dilerler. (Şöyle derler:) “Rabbimiz! (Sen) herşeyi rahmet ve ilim cihetiyle kuşatmışsındır; artık tevbe edip senin yoluna uyanlara mağfiret eyle ve onları Cehennem azâbından koru!” (Mü’min, 7)
h. İnsanları korumak ve amellerini kaydedip muhafaza etmek.
O kimseyi önünden ve arkasından ta‘kīb eden (melek)ler vardır; Allah’ın emriyle onu korurlar. (Ra’d, 11)
O, kullarının üstünde mutlak gālibdir ve üzerinize (amellerinizi) muhâfaza edici (Kirâmen Kâtibîn denilen yazıcı) melekler gönderir. (En’am, 61)
Hem şübhesiz üzerinizde, elbette (amellerinizi) muhâfaza edici (melek)ler vardır. Kirâmen kâtibîn (şerefli yazıcılar)! Her ne yaparsanız bilirler! (İnfitar, 10/12)
i. Kabirdekilerin sorgu sualini yapmak.
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kul kabrine konulup, yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup: “Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) denen kimse hakkında ne diyordun?” diye sorarlar. Mü’min kimse bu soruya: “Şehadet ederim ki, O, Allah’ın kulu ve elçisidir!” diye cevap verir. Ona: “Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı cennette bir mekâna tebdil etti” denilir. (Adam bakar) her ikisini de görür. Allah da ona, kabrinden cennete bakan bir pencere açar. Eğer ölen kâfir ve münafık ise (meleklerin sorusuna): “(Sorduğunuz zatı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!” diye cevap verir. Kendisine: “Anlamadın ve uymadın!” denilir. Sonra kulaklarının arasına demirden bir sopa ile vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibaret olan) iki varlık dışında ona yakın olan bütün (kulak sahipleri) işitir.” [Buhârî, Cenaiz 68, 87; Müslim, Cennet 70, (2870); Ebu Davud, Cenaiz 78, (3231); Nesâî, Cenaiz 110, (4, 97, 98); Tirmizî, Cenaiz 70, (1071) -Ebu Hureyre’den.]
j. İnsanların ruhlarını kabzetmek.
De ki: “(Canınızı almak husûsunda) size müekkel olan (vekil kılınan) ölüm meleği canınızı alacak; sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”(Secde, 11)
Nihâyet birinize ölüm geldiği zaman, elçilerimiz (olan melekler) onun canını alırlar; onlar (vazîfelerini aslâ) ihmâl etmezler.(En’am, 61) ifadelerinden Azrail aleyhisselamın yardımcılarının da var olduğu anlaşılıyor. Ayrıca hadisler, mü’minlerin ruhlarını alan meleklerle azap ehlinin ruhlarını alan meleklerin farklı şekillere bürünerek ölecek kişiye göründüğünü bildirmektedir.
k. Tabiat olaylarını (Allah’ın izniyle) sevk ve idare etmek.
İbn-i Abbâs (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Yahudiler, gök gürültüsünün ne olduğunu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’den sordular: “Bulutlara müvekkel olan melektir. Berâberinde ateşten kamçılar var. Bununla bulutları Allah’ın dilediği yere sevkeder”diye cevap verdi. Onlar tekrar sordular: “Ya şu işitilen ses, o nedir?” “Bu, bulutların istenen yere gitmeleri için onlara yapılan bir sevkdir” dedi. Tirmizî, Tefsir Ra’d, (3116)
l. Ümmetinin salât-ü selamlarını Peygamber (a.s.m)’e ulaştırmak.
İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissâlatu vessalâm) buyurdular ki: “Yeryüzünde Allah’ın seyyâh melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (ânında) bana tebliğ ederler.” Nesâi, Sehv 46. (3, 43).
m. Allah’ı zikredenlerin etrafını sarıp onlarla beraber bulunmak.
Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İmam âmîn deyince siz de âmîn deyin. Zira kimin âmîn’i meleklerin âmîn’ine tevâfuk ederse geçmiş günahları affedilir.” İbnu Şihâb der ki: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) âmîn derdi.” Buhârî Ezân 112; Müslim, Salât 72, (410); Muvatta, Salât 44, (1, 87); Ebü Dâvud, Salât 172, (936); Tirmizî, Salât 185 (250); Nesâî, İftitah 34, 35, (2,144); İbnu Mâce İkâmet 14, (851).
n. Gece gündüz insanları takip edip ibadetlerine şahitlik etmek.
Ebu Hüreyre anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:”Gece ve gündüzde bir kısım melekler nöbetleşe aranızda bulunurlar. Bunlar sabah namazı ile ikindi namazında toplanırlar. Sonra sizi geceleyin takip eden melekler (hesabınızı vermek üzere huzur-u İlahiye) yükselir. Sizi çok iyi bilen Allah, bu meleklere sorar: “Kullarımı nasıl bıraktınız?” “Biz onları namaz kılıyorlarken bıraktık, biz onlara namaz kılarlarken vardık!” derler.” [Buharî, Mevâkitu’s-Salat 16, Bed’ü’l-Halk 6, Tevhid 23, 33; Müslim, Mesacid 210, (632); Muvatta, Kasru’s-Salat 82, (1, 170); Nesaî, Salat 21, (1, 240, 241).]
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)’nin rivayetine göre, “… Sabah namazı şâhidlidir” (İsra, 78) âyeti hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yapmıştır: “Onda gece melekleri de gündüz melekleri de, hazır bulunurlar” [Tirmizî, Tefsir, Benû İsrâil, (3136)
o. İnsanları hakka, hayra ve iyiliğe çağırmak.
İbn-i Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor:
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah’tandır ve hemen Allahu Teala’ya hamdetsin. Kim de içinde şerr ve inkâra çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah’a sığınsın.”
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu sözlerine şu meâldeki âyeti ekledi:
“Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, size cimriliği emreder.” (Bakara 268). Tirmizî, Tefsîr, (2991).
Melekler insanlardan efdal midir?
Ehl-i Sünnet âlimlerine göre, bütün peygamberler, meleklerin rasulleri sayılan dört büyük melekten efdal, yani Allah katındaki dereceleri daha yüksek ve faziletlidirler. Meleklerin rasulleri ise bütün insanlardan daha faziletlidirler. Bu konuda icma’ vardır. İnsanlardan takva ve amel-i salih sahipleri de derecelerine göre meleklerin (rasulleri hariç) tamamından daha faziletli ve üstün olarak kabul edilmişlerdir. (Cürcanî, Şerhu’l Mevâkıf, III, 216-220, İstanbul 1311; Taftazanî, Şerhu’l Makasıd, II,146-149, İstanbul 1277)
Melâikelerle görüşmek istersen hazır ol. Hem evhâm-ı seyyieden temizlen. İşte Kur’ân âlemi kapıları açıktır. İşte Kur’ân Cenneti. [Müfettihâtül ebvâbdır]
Gir, bak!
Melâikeyi o Cennet-i Kur’âniye içinde güzel bir surette gör!
SÖZLER, 29. SÖZ, 189.SH
Bir yanıt yazın