Asr-ı Saâdetten günümüze kadar, yüz binlerce Kur’ân aşığı, Kur’ân hakkında tefsirler, kitaplar, şiirler, makaleler yazmışlar. Hepsi Kur’ân’ı tarife çalışmışlar. Fakat Kur’ân’ı en iyi yine Kur’ân’ın sâhibi tarif etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in, bizzat kendisi için kullandığı bazı isimler ve bir takım sıfatlar, onun mâhiyetini daha iyi tanıtmakta ve dolayısıyla anlaşılmasını da kolaylaştırmış olmaktadır.
Allah kendi kelâmına Kur’ân ismini vermiştir. Bununla beraber Allah kendi kelâmına daha başka isimler de vermiştir. İmam Suyûtî (ra) İtkan adlı eserinde, Kur’ân’da geçen bu isimlerin 50 aded olduğunu yerleriyle beraber zikreder. Onlardan bir kaçının ismi şöyledir: “Kitab-ı Mübin, Kur’ân-ı Kerim, Nur, Huda, Rahmet, Furkan, Şifa, Mev’ıza, Zikir, Mübârek, Hikmet, Müheymin, Sırat-ı Müstakim, Hâdi, Aziz, Büşra, Urvetü’l Vüska.”
Kur’ân’ın bu isimlerinden bir kaçını izah etmeye çalışalım:
1- Kur’ân
Kur’ân-ı Kerim’in en çok kullanılan isimlerinden birisi “el–Kur’ân”dır. Bu isim Kur’ân’da 68 defa geçer. Mesela:
“Kaf, şerefli Kur’ân’a yemin olsun ki” (Kaf Sûresi, 1)
“Şüphe yok ki, bu Kur’ân (insanları) en doğru yola hidâyet eder.” (İsra Sûresi, 9)
Bu isim âdeta yüce kitabımıza özel bir ad olmuştur. Bazı âlimler, Kur’ân-ı Kerim’e böyle bir ismin alem olmasını, onun kırâatine yani okunmasına dayandırmışlardır. “Kur’ân, isim olarak kullanıldığı gibi, “kıraat/okuma” kelimesinin masdarı olarak da kullanılır.” demişler. Kur’ân-ı Kerim’in kendine has özelliklerinden birisi de onun okunmasıdır.
Bazı âlimler de, “Kur’ân” kelimesinin Arapçada “toplamak, cem etmek” manasına geldiğini ve “Kur’ân daha önceki kutsal kitapları kendi bünyesinde cem etmiş, toplamış olduğundan dolayı ona Kur’ân denildiğini” söylemişlerdir.
2- Kitap
Allahu Teâlâ Hazretleri, Kur’ân’ın değişik yerlerinde Kur’ân’dan “kitap” diye bahseder. Bu isim Kur’ân-ı Kerim’de 262 defa geçmektedir. Mesela:
“Şübhesiz ki biz, bu Kitabı sana hak olarak ile indirdik.” (Nisâ Sûresi, 105)
“Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku.” (Kehf Sûresi, 27)
“İşte bu (Kur’ân) da kendisini indirdiğimiz mübârek bir Kitap’tır.” (En’âm Sûresi, 155)
İmam Suyûtî “kitap” kelimesinin “cem etmek, toplamak” manasına geldiğini ve Kur’ân’a kitap denmesinin Kur’ân’ın çeşitli ilimleri, kıssaları, haberleri kendi bünyesinde toplamasından dolayı olduğunu söyler.
Kur’ân-ı Kerim’in elimizdeki tertibine göre, kendisi için kullandığı ilk isim “el–Kitap’tır. “İşte bu, o Kitap’tır ki, onda şüphe yoktur.” (Bakara Sûresi, 2)
Bu âyete göre Kur’ân, henüz indirilmekte iken, kendisine kitap demiştir. Bu adlandırma, o dönem için düşünürsek, hem vahyin devam edeceğine, hem âyetlerin yazıya geçirilerek, sonunda okunan bir kitap olacağına, hem de hükme bağlandığını ve artık hiç değiştirilmeyeceğine işaret ediyor.
3- Furkan
Kur’ân’ın bir ismi de Furkan’dır. Hak ile bâtılı, helal ile haramı bir birinden iyice tefrik edip ayırt ettiği için, Kur’ân’a bu isim verilmiştir. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de, birçok âyet-i kerime ile Furkan’ın mânâsı nazara vermektedir. Mesela:
“Daha önce de, insanlara hidâyet olarak olarak Tevrat ve İncil’i indirdi, böylece Furkan’ı (Hak ile bâtılı ayıran Kur’ân’ı) indirdi.” (Âl-i İmrân, 3)
Furkan, Kur’ân-ı Kerim’e isim olmasının yanında, aynı zamanda bir sûrenin de ismidir. Bu sûrenin ilk âyetinde: “Âlemlere bir uyarıcı olsun diye, Furkan’ı (hak ile bâtılı ayıran Kur’ân’ı) kuluna indiren (Allah) ne yü¬cedir”. buyurulmuş. (Furkan Sûresi, 1)
Bu âyetler gibi daha birçok âyette, Kur’ân-ı Kerim’e Furkan denilmesi, onun fark (ayırt) edici özelliğindendir. Şu kâinatta, hayır şer, güzel çirkin, nef’ zarar, kemal noksan, ziya zulmet, hidâyet dalâlet, nur nâr, iman küfür, taat isyan, havf muhabbet gibi ezdad beraber bulunuyor. İşte Kur’ân, Furkân olma özelliği ile bütün bu zıtları birbirinden ayırt edecek bir muhtevaya sahiptir.
4- Zikir
Kur’ân-ı Kerim, kendini “Zikir” olarak da adlandırır. Kitab ve Kur’ân’dan sonra kendisi için en çok kullandığı isim Zikir’dir. Bunlardan bir kaçı şöyledir:
“Muhakkak ki, Zikr’i (Kur’ân’ı) biz indirdik, muhakkak onu biz koruyacağız.” (Hicr, 9)
“Sana da, kendilerine indirileni (helal ve haramı) insanlara açıklayasın diye Zikr’i (Kur’an’ı) indirdik; tâ ki düşünsünler.” (Nahl Sûresi, 44)
“İşte bu (Kur’ân) da, mübârek bir Zikir’dir ki onu biz indirdik. Şimdi siz onu inkâr edenler misiniz?” ( Enbiya Suresi, 50)
Bazı âyet¬lerde de Kur’ân’dan, Zikru’l-Hakîm (Hikmetli ifadelerle dolu zikir) diye bahsedilir. Mesela: “(Ey Resûlüm!) Bu (anlatılanlar) ki, onu sana âyetlerden ve hikmetli olan Zikir’den (Kur’ân’dan) okuyoruz.” (Âl-i İmrân, 58)
Zikrin kelime mânâsı, hatırlamak, anmak, bildirmek, haber vermek, gi¬bi anlamlara gelir. Kendini “Zikir” diye tesmiye eden Kur’ân, önceki peygamberlerin unutulan talimlerini ve mâzi kıtasına geçen insanların başlarına gelen felâketleri hikâye ederek yeniden hatırlatarak muhataplarının ibret nazarla¬rına sunar.
Kur’ân insana, ruhlar âleminde verdiği sözü hatırlatır. Sanatkârını, hâlıkını, var ediliş gâyesini hatırlatır. Neci olduğunu, nereden geldiğini, nereye gideceğini ve ne ile emrolunduğunu hatırlatır. Onu, yaratılışına uygun bir hayat çizgisine çeker. Bu mânâda Kur’ân’ın “Zikir” ismi karşılığını bulmaktadır.
5- Hudâ
Kur’ân-ı Kerim’in kendisi için en çok kullandığı isimlerden biri de “Hudâ”dır. Hudâ ve hidâyet aynı fiilin mastarlarıdır. İkisi de aynı anlama gelir. Kur’ân doğru yola hidâyet veren en mukaddes bir rehber olduğu için, onun bir isminin de Hudâ olması pek anlamlıdır.
Cenâb-ı Hak birçok âyet-i kerimede kitabından bu isimle bahseder. Mesela:
“O Ramazan ayıdır ki, insanlara doğru yolu göstermek ve Hidâyet ile Furkân’dan (hak ile batılı ayıran hükümlerden) apaçık deliller olmak üzere, Kur’ân onda indirilmiştir.” (Bakara, 185)
“İşte bu, o Kitab’dır ki, onda şüphe yoktur. Takvâ sahipleri için bir Hidâyet’tir.” (Bakara, 2)
Birinci âyetin mânâsına göre Kur’ân, “Huden li’n-nâs” vasfıyla bütün insanlara hakkı ve hakîkati gösterir ve doğru yola hidâyet eder. İkinci âyetin mânâsına göre de, “Huden li’l-muttekîn” vasfıyla, onun gösterdiği yolda yürüme gayretinde olan insanları, hakîkate ve saâdete ulaştırır.
6- Şifâ
Kur’ân’ın bir ismi de Şifâ’dır. Bu isim şu âyetlerde gelmiştir:
“Ey insanlar! Muhakkak ki size Rabbinizden bir nasihat, gönüllerde olana bir Şifâ ve mü’minler için bir hidâyet ve bir rahmet (olan Kur’ân) gelmiştir.” (Yunus Sûresi,57)
“De ki: O, iman edenler için bir hidâyet ve Şifâ’dır.” (Fussilet Sûresi, 44)
Kur’ân’ın maddî hastalıklarımıza şifa olmasının yanında, asıl manevî hastalıklarımıza şifa olması söz konusudur. Peygamberimiz (asm), “Kur’ân, ölü kalplere şifadır.” der. İşte âyetlerde de geçen mânâ da budur. Kur’ân, Allah’ı unutan, haramların, günahların, gaflet ve dalâletlerin istilasına uğrayan kalplere birer şifa kaynağı olduğu için bu isim kullanılmıştır.
7- Nur
Kur’ân, Tevrat’a ve İncil’e Nur dediği gibi, kendini de, Nur diye isimlendirir. Mesela:
“Doğrusu size Allah’dan bir Nur ve apaçık bir kitap (Kur’ân) gelmiştir. (Mâide ,15)
“O halde Allah’a ve Resûlüne ve indirdiğimiz o Nura (Kur’ân’a) iman edin!” (Teğâbün, 8)
Kur’ân, kalbleri, fikirleri nurlandırdığı için ona nur denilmiştir. Bir kısım âlimler dünyadaki nuru, iki kısma ayırır. Bunlardan biri, gözle görülen ve gözün gör¬mesini sağlayan nurdur. Öbürü ise, basîret gözüyle (gönül gözüyle) akledilen, fark edilen nurdur. Bunlar da, aklın ve Kur’ân’ın nurudur. Şu halde Kur’ân’ın nuru, manevî, tevhidî ve ahlâkî anlamda insanların körlüğünü gideren bir nurdur.
Rabbimizin, Hatemü’l-Enbiya’sı için ebedî bir mucize olsun diye indirmiş olduğu Kur’ân, sûreleri¬nin nerdeyse hepsinde parlak ve şanlı vasıflarla övülmüştür. Biz bunlardan sâdece bir kaçını istifâdelerinize arzedebildik.
Cenâb-ı Hakk, insanlar ve mü’minler için bir rahmet, bir ihsan ve bir rehber olarak gönderdiği bu aziz kitabından azamî derecede istifâde etmek için, onu sıhhatli anlamayı ve yorum¬lamayı bizlere nasip etsin.
Bir yanıt yazın