Soru: Kur’ân’ın bozulmadığını nerden bilebiliriz? Daha doğrusu nasıl ispat ederiz?
Cevap: Cenâb-ı Hakk Kur’ân’ı koruyacağını şöyle vaat etmiştir: “Doğrusu Kur’ân’ı biz indirdik, onun koruyucusu elbette biziz..” (Hicr, 9) Madem Allah-ü zül Celâl Hazretleri koruyacağını vaat etmiştir, bütün dünya bir araya gelse yine bozamazlar.
Kur’ân’ın bu güne kadar korunarak gelmesi ise şöyle olmuştur:
Kur’ân âyetleri her nâzil olduğunda, Sevgili Peygamberimiz (sav) hemen vahiy kâtiplerine yazdırırdı. Onlardan da diğer sahabeler alır, çoğaltır ve ezberlerdi. Ayrıca sahabelerden pek çoğu Kur’ân’ın tamamını ezberleyerek hâfız olmuşlardı.
Hz. Osman’ın halife olduğu, daha İslamiyetin ilk dönemlerinde Kur’ân-ı Kerimler çoğaltılarak İslam ülkelerine gönderilmiştir. Bugün yeryüzünde bulunan bütün Kur’ân mushafları onlardan aynen çoğalarak bu günlere gelmiştir.
O günden sonra da gerek Kur’ân yazmak ve gerekse ezberlemek en büyük ibadetlerden sayılmıştır. Bu şekilde her asırda bütün İslam âleminde milyonlarca hâfız yetişmiş ve milyonlarca
Kur’ân yazılmıştır. Bugün yeryüzünde bulunan eski-yeni, bütün Kur’ân Mushaflarının tamamı aynı olduğu gibi, üçüncü halife olan Hz. Osman döneminde yazılıp çoğaltılan Kur’ânlar da bu gün mevcuttur ve şimdiki Mushaflarla tamamen aynıdır. Yani “Kur’ân bozulmuştur” demeye sebep olacak hiçbir farklı Kur’ân yeryüzünde yoktur. Zaten böyle bir iddia da yoktur.
Hâlbuki diğer kitaplarda durum böyle değildir. Kur’ân-ı Kerim’in dışındaki ilahi kitaplar, insanlar tarafından sonradan değiştirilmiş ve asılları kaybolmuş ve pek çok batıl fikirler karışmıştır. Meselâ günümüzde Hıristiyanların elinde, birbirinden epeyce farklı, hatta birbirine zıt hükümleri olan dört ayrı İncil vardır. Lâkin yeryüzünde ikinci farklı bir Kur’ân ise yoktur.
Kur’ân’ın bozulmadığını anlamanın en güzel yolu onu okuyarak manalarından ve mucizelerinden haberdar olmaktır. Bu yönden söylenebilecek o kadar çok mucizeli özellikleri vardır ki, saymakla bitmez.
Meselâ, kâinattaki bütün ilimlerin ve bütün gerçeklerin özleri Kur’ân’da vardır. Bu kadar bilgi bolluğuna rağmen, ne ayetler arasında çelişki, ne de kâinattaki gerçeklerle bir çelişki vardır. Bu da onun Allah kelamı olduğunun ve bozulmadığının en önemli delillerinden biridir. Bu delile Kur’ân şöyle işaret eder: “Kur’ân’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı.” (Nisa, 82)
Ayrıca, insan aklına ters düşen hiçbir şeyin bulunmaması da Kur’ân’ın Allah kelâmı olduğunu açıkça göstermektedir. Aksine Kur’ân devamlı insanları akıllarını çalıştırmaya, düşünmeye ve ayetlerini anlamaya teşvik eder. Mesela, bir Kur’ân ayeti şöyle buyurur: “Allah, ayetlerini düşünesiniz diye böylece açıklamaktadır.” (Bakara, 242)
Kur’ân’ın bozulmadığının en bariz delillerinden biri de sözlerindeki insan üstü belağattır. Yani bir insanın yetişemeyeceği kadar yüksek bir edebî seviyede olmasıdır. İnsanların onun benzerini söyleyemeyeceklerini Kur’ân şöyle ilan eder. “De ki: İnsanlar ve cinler, birbirine yardımcı olarak bu Kur’ân’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar.” (İsra, 88)
Üstelik belağati O’nu bozulmaktan korumuştur. Kur’ânın mucizeliğinin onun bozulmasını engelleyen bir set vazifesi gördüğünü Üstad Bediüzzaman şöyle anlatır: “Kur’ân’ın i’cazı (ifadelerindeki mucizelik) tahrifine (bozulmasına) bir seddir. Evet madem Kur’ân mu’cizedir, beşer onun taklidini yapamaz. Âyetleri başka kelâmlar (sözler) ile tebdil edilmekle (değiştirilerek) tahrif ve tağyiri mümkün değildir. Çünkü müfessir, müellif ve mütercimlerin muharrif (bozucu) üslûblarının kisvelerini (lafızlarını) âyâtın (ayetlerin) kisvesiyle iltibas ettiremezler (karıştıramazlar). Âyetlerde i’caz damgası vardır. O damganın altında olmayan kelâmlar âyet addedilemez (sayılamaz). Öyle ise i’caz, tahrif ve tağyiri kabul etmez.” (Mesnevî, Habab)
“Doğrusu Kur’ân’ı biz indirdik, onun koruyucusu elbette biziz..”
Hicr, 9
Bir yanıt yazın