Belağat, güzel, etkili ve yerinde söz söylemek demektir. Kur’ân’ın en büyük mucizesi sözlerindeki insanüstü belâğattir. Nâzil oluşundan günümüze kadar hiç bir insan onun kısa bir sûresinin dahi benzerini söyleyememiştir. Çünkü onun sözleri gibi güzel söz söylemek insan kudretinin üzerindedir. İşte bu durum Kur’ân’ın en açık mucizesidir. İnsanoğlu Kur’ân’ın sözlerinin benzerini söylemekten âcizdir. Öyleyse Kur’ân Allah kelamıdır.
Bedîüzzaman Hazretleri, Kur’ân’ın indiği dönemde, böyle hârika, insanüstü sözlerle ilk defa karşılaşan Arapların onun büyüleyici güzelliği karşısında nasıl hayretler içerisinde kaldıklarını şöyle anlatır:
“Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan geldiği zaman, bu dört nevi malûmat sâhiblerine karşı meydan okudu: Başta ehl-i belâgate birden diz çöktürdü. Hayretle Kur’ân’ı dinlediler. İkincisi ehl-i şiir ve hitâbet, yani muntazam nutuk okuyan ve güzel şiir söyleyenlere karşı öyle bir hayret verdi ki, parmaklarını ısırttı. Altın ile yazılan en güzel şiirlerini ve Kâbe duvarlarına medar-ı iftihar için (övünç kaynağı diye) asılan meşhur “Muallakat-ı Seb’a” (yedi asılı)larını indirtti, kıymetten düşürdü.” (Şualar)
Bu yazımızda Kur’ân’ın belâğatli güzel sözleri karşısında o dönemde ve daha sonrasında insanların içine düştükleri şaşkınlıklarını, hayret ve takdirlerini gösteren bazı tarihi hadiseleri sizlerle paylaşacağız.
MÜŞRİKLERİN KUR’ÂN’IN BELÂĞATİNDEKİ GÜZELLİĞİ İTİRAFLARI
ŞAİR LEBİD’İN KIZI
Kâbe duvarına asılan en meşhur yedi şiirden biri meşhur şair Lebid’e aitti. Kur’ân âyetlerini duyan Lebid’in kızı, babasının altın yaldızla yazılıp Kâbe duvarına asılan şiirini oradan indirmiş, “Âyetlerin karşısında bunun kıymeti kalmadı” diyerek Kur’ân’ın üstünlüğünü ve en güzel bir insan sözünün onun yanında sönük kaldığını ilan etmiştir. (Bkz. Şualar, 7. Şua)
VELİD B. MUĞÎRE
Mekke müşriklerinin reislerinden Velid b. Mugire, Resûlullah’ın yanına geldiğinde Hz. Peygamber ona Kur’ân okumuştu ve sanki kalbi yumuşamış gibiydi. Bu haber Ebu Cehil’in kulağına gidince Ebu Cehil derhal Velid’e geldi ve şöyle dedi:
– Muhammed hakkında bir şey söyle ki kavmin işitsin de senin Muhammed’i sevmediğini anlasınlar” Velid:
– Onun hakkında ne diyeyim? Allah’a yemin ederim, hiçbiriniz benden daha fazla şiiri bilmez. Şiirin recezini (aruzun bir vezni) bilmez. Şiirin kasidelerini de bilmez. Cinlerin şiirini benden daha iyi bileniniz yoktur. Ama yemin olsun ki onun söyledikleri bunlardan hiçbirine benzemiyor. Yine yemin olsun ki onun söylediklerinde bir güzellik, bir tatlılık vardır. O sözün üstü meyvelidir, altı çoktur, bereketlidir. Kesinlikle o gâlib olur, hiç kimse ona gâlib olmaz. Kesinlikle o altında kalanı paramparça eder” diye cevap verdi.” (Hayatü’s-Sahâbe)
UTBE BİN REBİA
Yine Mekke’nin müşrik reislerinden Utbe Bin Rebia Resûlullah (asm)’ın yanına giderek onu tebliğinden vazgeçirmek için epeyce dil döktükten sonra Hz. Peygamber (asm) ona Fussilet Sûresi’nin ilk âyetlerini okudu. Dinlediği sözler karşısında âdeta şok olan Utbe geri dönüp evine kapandı. Bunun üzerine Ebu Cehil yanına giderek hâlini anlamak istedi. Utbe şöyle dedi:
– Muhammed bana öyle bir cevab verdi ki, vallahi o ne sihirdir, ne şiirdir, ne de kâhinliktir. Muhammed, “Buna rağmen yüz çevirirlerse, artık de ki: “(Ben) sizi Âd ve Semûd’un (başına gelen) yıldırımlar gibi bir yıldırım (azâbıy)la korkuttum! Âyetini okuyunca ben onun ağzını elimle kapattım. Sıla-i rahimle yemin verdirdim ki bizim başımıza böyle bir şey getirmesin. Biliyorsunuz ki Muhammed bir şey söylediği zaman yalan söylemez. Korktum ki azab size de isabet eder.
BENÎ ŞEYBAN KABİLESİNDEN MEFRUK
Resûl-ü Ekrem (asm) Benî Şeyban Kabilesi’ni İslam’a davet edince kabile reislerinden Mefruk Resûlü Ekrem’e, “Sen neye davet ediyorsun?” diye sordu. Resûl-i Ekrem, En’am Sûresi’nin 151-153. âyetlerini okudu. Bunun üzerine Mefruk:
“Allah’a and içerim ki senin bu sözlerin yeryüzündeki kimselerin kelâmı değildir. Eğer onların sözlerinden olsaydı onu tanırdık” dedi.” (Hayatü’s-Sahâbe)
EBU CEHİL, EBU SÜFYAN VE AHNES
Kureyş’in reislerinden Ebu Cehil, Ebu Süfyan ve Ahnes birbirlerinden habersiz aynı gece gizlice Resûlullah’ın evi yakınına gizlenerek onun namazda Kur’ân okuyuşunu dinlediler. Tan yeri ağarıp giderken birbirlerinin farkına vararak bir daha böyle yapmamak üzere sözleştiler. Fakat daha sonra Kur’ân’ın câzibesine dayanamayarak iki gece daha gittiler ve birbirlerini aynı halde yakaladılar. Bunun üzerine diğer ikisi, Ebu Cehil’e Muhammed’den işittiklerin hakkında fikrin nedir diye sordular. O da:
– Bizler ve onun kabilesi bugüne kadar at başı giden bir şeref yarışı yaptık. Şimdi onlar kendisine vahiy gelen bir peygamber çıkardılar. Biz onun gibisine nasıl erişebiliriz. Vallahi ona asla inanmayız ve asla tasdik etmeyiz dedi. (Kur’ân-ı Kerim Bilgileri, Osman Keskioğlu)
NADR BİN HÂRİS
Bir gün Mekke müşriklerinden Nadr bin el-Hâris ayağa kalkıp: “Ey Kureyş, vallahi başınıza gelen çok büyük bir iştir! Daha önce bunun benzeri bir şeyle karşılaşmış değildiniz. Muhammed sizin aranızda büyüdü, içinizde en çok beğenilip razı olunan idi, en doğru sözlünüz idi, emânete en çok riâyet edeninizdi. Nihâyet büyüyüp size yeni bir din getirdi. Başladınız “Muhammed bir büyücüdür!” demeğe… Vallahi O’nun size getirdiği sihir değildir. Çünkü bizler sihrin ne olduğunu gördük. O kâhindir, diyorsunuz. Bu da doğru değildir. Biz kâhinleri de gördük, onların kehânetlerini de… Şairdir diyorsunuz. Vallahi bu da doğru değildir. Biz bütün çeşitleri ile şiirin ne olduğunu da biliyoruz. Ve Muhammed’in getirdiğinin şiirle bir ilgisi olmadığı da meydandadır. O bir delidir diyorsunuz. Ne delisi? Yine Allah’a yemin ederek söylüyorum ki, Muhammed bir deli de değildir. Deliliğin saçmalarından, hezeyanlarından, vesveselerinden O’nda eser yok! Ey Kureyş, başınıza gelen şu iş üzerinde ciddi olarak düşününüz! Vallahi sizin başınıza çok büyük bir iş gelmiştir” (Suyûtî)
BEDEVÎNİN SECDESİ
Çöl Arabı olan bedevî bir zât “Şimdi sen, sana emrolunanı açığa vur! Müşriklerden yüz çevir!” (Hicr: 94) âyetini işit¬ince, hemen secdeye kapandı ve sen Müslüman mı oldun diye sorulunca:
-Ben, onun fesâhatindan (sözün güzelliğinden) dolayı secde ettim!” dedi.” (Suyûtî)
BAŞKA BİR ZAT
Başka birisi de, “Vaktâ ki, ondan umutlarını kestiler, fısıldaşarak bir yana çekildiler” (Yûsuf, 80) âyetini bir adamdan işitince:
-Ben şehâdet ederim ki; bu sözün benzerini bir yaratık söylemeye güç yetiremez!” demiştir.” (İslam Tarihi, Asım Köksal)
KUR’ÂN’IN GÜZEL SÖZLERİNİN TESİRİ İLE İMANA GELENLER
HZ. ÖMER
Peygamber (asm)’ı öldürmek niyeti ile yola çıkan Hz. Ömer (ra) yolda kız kardeşi ve eniştesinin de Müslüman olduğunu öğrenmiş ve yolunu değiştirerek hışımla kardeşinin evine gitmişti. Fakat evde yazılı Kur’ân sayfasını ele alınca âyetlerin ifade ettiği mânâlar karşısında hayretlere düşmüş ve şöyle demişti: “Bu söz ne kadar güzel ve ne kadar şereflidir”. Böylece kalbi İslam’a ısınan Hz. Ömer kalkıp Resûlullah (asm)’ın huzuruna gider ve İslam’la şereflenir. (İbnu’l-Esir)
MEDİNELİ ENSAR
Akabe Biatında Medine’den İslam’a giren ilk altı kişiye Hz. Peygamber (asm) İbrahim Sûresi’ni 35. âyetten sûrenin sonuna kadar okudu. Onların kalpleri titredi. Bunu dinlediklerinde hemen Allah’a itaat ve peygambere icâbet ettiler. (Hayatü’s-Sahâbe)
ŞAİR TUFEYL B. AMR
Devs kabilesinin şairi olan Amir Bin Tufeyl Kur’ân’ı dinlemekle nasıl Müslüman olduğunu şöyle anlatır:
-Mekke’ye gittiğimde Kureyş’ten bazı kimseler Hz. Peygamber (asm) aleyhinde o kadar propaganda yaptılar ki ben, Muhammed’in sözünü dinlememeye ve onunla konuşmamaya karar verdim. Hatta mescide gittiğim zamanlar sözlerini işitmemek için kulaklarımı tıkıyordum. Ertesi gün mescide gittim, baktım ki Hz. Peygamber, Kâbe’nin yanında ayakta ibâdet ediyor. Ona yakın bir yerde durdum. Bütün tedbirlerime rağmen Allahu Teâlâ onun sözlerinin bir kısmını bana duyurdu. Duyduklarım çok güzel şeylerdi. Kendi kendime şöyle dedim:
“Ben akıllı ve şair bir kişiyim. Çirkin ile güzeli ayırt edebilirim. Niçin ben bu kişi ile konuşup da ne söylüyorsa anlamayayım. Eğer getirdikleri güzelse kabul ederim, çirkinse atarım.” Bu karar üzerine Hz. Peygamber’in gitmesini bekledim. O doğruca evine gitti. Ben de arkasından giderek evine girdim ve “Ey Muhammed! Kavmin bana senin hakkında şunları şunları söyledi. Andolsun ki onlar seni bana korkunç göstermek için çok çaba sarf ettiler. Öyle ki seni işitmemek için kulaklarıma pamuk bile doldurdum. Fakat Allahu Teâlâ ille de bana senden bir şeyler dinletmek istedi. Senden duyduklarım çok güzel şeylerdi. Görüşlerini bana da anlatır mısın?’ dedim.
Bunun üzerine Hz. Peygamber bana İslâm’ı anlattı ve Kur’ân okudu. Allah’a yemin ederim ki o güne kadar bundan daha güzel bir söz duymamış ve bundan (İslam’dan) daha âdil bir durumla da karşılaşmamıştım. Bunun üzerine şehâdet getirdim.” (Hayatü’s-Sahâbe)
DIMÂD BİN SALEBE
Cinlenmiş hastaları tedavi etmekle tanınan Dımâd Bin Salebe’ye Resûlullah’ın mecnun olduğunu söylemişlerdi. O da yanına gelip bana müsâade edersen seni tedavi edebilirim diye teklifte bulunmuştu. Peygamberimiz (asm) da ona Kur’ân’dan âyetler okudu. Âyetlerin ifadeleri karşısında şaşkına dönen Dımad Resûlullah’tan (asm) bir daha okumasını rica etti. Aynı âyetleri bir kez daha dinledikten sonra büyük bir heyecanla şöyle dedi:
– Ben kâhinleri, sihirbazları ve şairleri çok dinledim, fakat onların sözlerinde bunun benzerini görmedim. Bu sözler onların bütün laflarının üstündedir. Bunlar denizlerin derinliklerini coşturacak sözlerdir. Bana elini ver sana biat edeyim dedi ve biat etti. (Hayatü’s-Sahâbe)
EBU ZERR’İN KARDEŞİ ÜNEYS
Müslim’in rivâyetine göre Ebû Zerr şöyle demiştir: “Kardeşim Üneys Mekke’ye gidip gelmişti. Bana: “Mekke’de bir adamla karşılaştım, kendisinin Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu söyledi” diye bahsetti. Ben Üneys’e: “Peki insanlar bu hususta ne diyor?” dedim. Üneys de bana: “İnsanlar: “Bu bir şairdir, bir kâhindir” diyorlar” dedi. Ben kendisine: “Ey Üneys, aslında sen de bir şairsin, O’nun söyledikleri şiire benziyor mu?” dedim. Üneys: “Ben O’ndan duyduklarımı şiirle kıyas ettim, açıkça şiir olmadığını gördüm. Kâhinlerden işittiğim şeylerle de kıyasladım, kehânete benzer bir tarafı olmadığını da gördüm… Vallahi aslında Muhammed doğru söylüyor; kendisine şair veya kâhin diyenler ise yalan söylüyor” dedi. Kardeşimin bu sözlerinden sonra Mekke’ye gittim.” (Suyûtî, Peygamberimizin Mucizeleri)
AMR BİN CEMÛH
“Seleme Oğullarının gençleri müslümanlığı kabul ettikleri zaman, Amr bin Cemûh oğluna hitâben: “Git Muhammed’i dinle, O’ndan duyduklarını bana gelip aynen haber ver!” dedi. O da gidip Hz. Peygamberi dinledi. Peygamber kendisine Fâtiha Sûresi’ni okudu. Gelip aynen babasına tekrarladı. Amr, Fâtiha Sûresi’ni dinledikten sonra:
– Allah Allah, bu ne kadar hoş ve ne kadar güzel bir kelam! Muhammed’in okudukları, hep böyle güzel midir?” demekten kendisini alamadı. Oğlu da: – Evet babacığım, karşılığını verdi.” (Suyûtî, Peygamberimizin Mucizeleri)
KAYS BİN NESÎBE
Bir gün Süleym Kabilesin’den bir adam, Peygamber’i (asm) ziyâret edip O’ndan bazı sözler dinlemiş, O’na bazı şeyler sorup cevaplar almış. Kays bin Nesîbe adındaki bu adam kabilesine döndüğü zaman, bir Müslüman olarak dönmüştür ve onlara hitâben demiştir ki:
– Ey kavmim! Beni dinleyiniz, ben, bundan önce Diyâr-ı Rum’un âlimlerinin söylediklerini de dinledim, İranlılar’ın iniltilerini de işittim, Arapların şiirlerini de duydum! Emin olunuz ki, Muhammed’in okuyup söyledikleri, bunların hiç birine asla benzememektedir. Haydi bana itaat ediniz ve O’nun getirdiği haktan nasibinizi alınız!” (Suyûtî, Peygamberimizn Mucizeleri)
SAHÂBELERİN VE SONRAKİ MÜSLÜMANLARIN SÖZLERİ
İnsan Sûresi nâzil olduğunda Hz. Peygamber (asm) bunu sahâbîlerine okudular. Cennetin vasıflarından bahsedilen kısma gelindiğinde orada bulunanlardan siyah bir kişi bir çığlık atarak cansız yere düştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Arkadaşınızın ölümüne cennete karşı duyduğu iştiyak ve arzu sebep oldu” buyurdular. (Taberanî)
Halifeli¬ği döneminde Hz. Ömer Arab’ın en meşhur şairlerinden Lebid’den şiir okumasını is-temişti. O da Bakara Sûresi’ni okuyunca Hz. Ömer: “Ben senden kendi şi¬irinden okumanı istemiştim.” dedi. Bunun üzerine Şair Lebid Kur’ân’a olan hayranlığını şu sözlerle ifade etmiştir:
– Yüce Allah bana Bakara ve Al-i İmran sûrelerini öğrenmeyi nasip ettikten sonra bir beyit olsun şiir söylemedim. (İbn-i Abdilberr)
Arab Dili âlimlerinden olan Asmâî, bir câriyeden dinlediği sözün güzelliğine hayran olarak:
“Allah aşkına, sen ne kadar da fesahatlısın! (akıcı ve güzel sözlüsün)” demekten kendini alamadı. Bunun üzerine câriye:
“Mûsâ’nın anasına: ‘Onu, emzir. Sana onun hakkında bir tehlike gelince, kendisini denize bırak. Korkma. Kederlenme. Çünkü Biz, onu yine sana geri döndüre¬ceğiz. Hem onu peygamberlerden biri de yapacağız diye vahyettik.” (Kasas, 7) âyetinden sonra, şu ben¬imki, bir fesahat mi sayılır?” diye cevab verdi. (İslam Tarihi, Asım Köksal)
“İlm-i belâgatın dâhilerinden Abdülkahir-i Cürcanî ve Sekkakî ve Zemahşerî gibi binlerle dâhi imamlar ve mütefennin edibler icma’ ve ittifakla karar vermişler ki: “Kur’ân’ın belâgatı, tâkat-ı beşerin fevkindedir (insan gücünün üstündedir), yetişilmez.” (7. Şua)
Üstad Bedîüzzaman Hazretleri de “edebiyatın mucize-i kübrası” dediği Kur’ân’ın ifadelerindeki tatlılığa şu mealdeki sözleriyle işâret etmiştir: “Kalbi bozuk olmayan, aklı doğru çalışan, vicdanı marazsız, zevk-i selim sâhibi her adam Kur’ân’ın ifadelerinde güzel bir akıcılık, latif bir uyum, hoş bir ahenk, benzersiz bir fesahat görür.” (25. Söz)
Bir yanıt yazın