KUR’ÂN KISSALARI
Kıssa, Kur’ân-ı Kerim’de tarihî kişilere, olaylara dâir yer alan haberler ve bunlardan bahseden ilme denir. Sözlükte “bir kimsenin izini sürmek, ar¬dınca gitmek; bir kimseye bir haber veya sözü bildirmek” gibi mânâlara gelir. Asıl anlamı “nâ¬kil” olan hikâye gerçekçi-hayalî, önemli-önemsiz başkalarına aktarılıp anlatabilecek her tür olayı kapsar. Kur’ân’da yer alan kıssalar için hikâye kelimesinin kul¬lanılmaması bundandır. Zira Kur’ân kıssaları ibret alınacak olan, tari¬hî doğruluk ve gerçeklik niteliği taşıyan olaylardır.1
Kur’ân’da geçen kıssaların bir kısmı tarihî gerçeklik içerisinde değerlendirilir. Nuh ve Lut Aleyhimesselamların yaşadıkları hâdiseler, Ad kavminin helaki, Firavun’un hâdisesi, Âdem ve İsa Aleyhimesselamların yaratılma hâdiseleri, İsrailoğullarının inek kesme meselesi bu nevi kıssalara örnek teşkil ederler. Diğer bir kısmı da sembolik anlatım ve farazî nitelikte ve bir kısım sanatları kullanmakla bir hakîkati anlatmak babındadırlar. Güneşin balçıklı bir suda batması, amellerin çöldeki serap hâline gelmesi nevinden anlatılan kıssalar da bu ikinci kısma örnek olarak gösterilebilir.
MÂHİYET CİHETİYLE KUR’ÂN KISSALARI
1. Tarihî kıssalar: Kur’ân kıssaları içerisinde en geniş yer tutan peygamberlerin kıssalarıdır. Bu kıssalardan bazıları üzerinde daha fazla durulmuştur. Mesela, Hazret-i İbrahim’in (as) tevhid inancı çerçevesinde babası, içerisinde bulunduğu toplum ve Nemrut ile mücâdeleleri. Musa (as)’ın doğumu, Firavun’un sarayına getirilmesi, Firavunla olan mücâdelesi gibi kıssalar Kur’ân’da önemli yer tutan kıssalardandır. Peygamber Efendimizin hayatıyla ilgili kıssalar da oldukça mühim yer tutmaktadır.
Bazı şahıslara dâir kıssalar da tarihî kıssalar başlığında değerlendirilir. Firavun, Nemrut, Karun, Ashab-ı Kehf, Ashabü’l-Fîl, Ashabü’l-Uhdud gibi.
2. Kur’ân’ın nüzulü esnasında meydana gelen olaylar: Bu olaylar da Kur’ân’da kıssa for-munda anlatılmıştır. İsra ve miraç hâdisesi; Medine’ye hicret; Bedir, Uhud, Hendek savaşları ve sefer¬leri; Rıdvan biati ve Hudeybiye Antlaş¬ması gibi.
3. Gaybî kıssalar: Hazret-i Âdem’in yaratılışı, kıyâmet sahneleri, âhiret, cen¬net, cehennem, buralara girecek olanla¬rın durumu ve haberleri de ibret amaçlı olarak kıssa formunda anlatılmıştır.
Kur’ân’daki kıssaların bir kısmı, bir sûreyi baştan sona kaplayacak şekilde zikredilmiştir. Yusuf, Nuh, Hud, İbrahim, Musa ve İsa Aleyhimüsselamların kıssaları gibi. Bazıları da ya başka yerde uzunca anlatıldığı için veya Kur’ân’ın indirilişi sırasında meydana gelmesi sebebiyle bilindiğinden ibret hatırlatması ka¬bilinden kısaca zikredilmiştir. Fil ve Uhdud kıssaları gibi. Bazıları da ibret için ard arda zikredilmişlerdir. Fecr Sûresi’nde Ad, Semud ve Firavun; Kamer Sûresi’nde Nuh ve kavmi, Ad, Semud, Lut ve Firavun kıssaları gibi. 2
KUR’ÂN KISSALARININ HEDEFLERİ
1- Hz. Muhammed (asm)’in peygamberliğini isbat. Peygamberimiz ve kavmi, geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerin durumlarından tam anlamıyla haberdar değillerdi. Peygamber Efendimiz ümmî bir zât olmakla birlikte, kendine gayb olan hâdiselerden Allah’ın izniyle doğru haber vermiştir. Ki bu konuda Kur’ân’da şöyle denilmiştir: “Ve (o, nefsinin) arzu(sun)dan konuşmuyor! O (söyledikleri) bildirilen vahiyden başka bir şey değildir.” (Necm: 3-4)
“(Ehl-i kitabın bir kısmı:) (Onlar) üç (kişi)dir, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler. Yine (bir kısmı): “(Onlar) beş (kişi)dir, altıncıları köpekleridir” diyecekler. (Hâlbuki bunlar) gayba (karanlığa) taş atmak kabilindendir ve (mü’minler ise): “(Onlar) yedi (kişi)dir, sekizincileri köpekleridir” diyecekler. De ki: “Rabbim, onların sayılarını en iyi bilendir! Onları ancak pek az kimseler bilir.” Öyle ise onlar hakkında (Kur’ân’da bildirilen) açık delillerin dışında münâkaşaya girme ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma!” (Kehf: 22)
2- Sâir bütün peygamberlerin İslâm’ı tebliğ ettiklerini göstermek. “Şanım hakkı için, Nuh’u kavmine (peygamber olarak) gönderdik; bunun üzerine (onlara) dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a ibâdet edin; sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur!” (A’raf: 59)
3- İbret. “Hem O, rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderendir. Nihâyet (o rüzgârlar,) ağır (yağmur) bulutlar(ını) yüklendiği zaman, onu ölü bir memlekete sevk ederiz; böylece oraya su indiririz de onunla her çeşit meyvelerden çıkarırız. İşte ölüleri (de kabirlerinden) böyle çıkarırız; ta ki ibret alasınız!” (A’raf: 57)
4- İman edenlerin kalblerini takviye. “Musa kavmine şöyle dedi: Allah’tan yardım isteyin ve sabredin! Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır; ona kullarından dilediğini vâris kılar. Hem (güzel) akıbet, takva sâhiplerinindir.” (A’raf: 128)
5- Nimeti bildirip hatırlatmak. Allah’ın, peygamberlerine mucize olarak ihsan ettiği nimetler kıssalarla anlatılmış ve Allah’a bağlılığın ve itaatin neticesiz bırakılmayacağı bildirilmiş ve insanlar da onlara benzemeye özendirilmiştir.
Peygamberlerin mucizelerinde iki gâye ve hikmet takib edilmiştir
Birincisi: Peygamber olduklarını halka tasdik ve kabul ettirmektir. İkincisi: İnsanlığın maddeten terakki edip ilerleyebilmesi adına gerekli olan örneklemeyi yapıp insanoğluna peygamberlerin mucizelerini kıssalar nevinden Kur’ân’da zikretmekle insanları cesâretlendirmiş ve şevklendirmiştir. Âdeta insanoğluna “Ey beşer! Şu gördüğün mucizeler, bir takım örnek ve numunelerdir. Fikir birliğinizle, çalışmalarınızla şu örneklerin benzerlerini yapacaksınız.” demiştir.
Evet, mâzi, istikbalin aynasıdır. İstikbalde ortaya çıkacak icatlar, mâzide kurulan esas ve temeller üzerine bina edilir. Günümüz medeniyeti de Kur’ân’da bahsedilen bu esaslar üzerine kurulmuştur. Mesela;
– İlk saat ve gemi, mucize eliyle beşere verilmiştir.
– Beşerin fikirlerinin birleşmesiyle meydana gelen binlerce fenler, kâinatın ihtiva ettiği bütün nevilerin isimlerini, sıfatlarını, özelliklerini açıklama anlamında olup ilk defa Hazret-i Âdem (as)’ın mucizesinde gözükmüştür.
– Bütün sanatların medarı olan demirin yumuşatılıp kullanılması terakkinin önemli bir basamağı olmuştur. Bu durum öncelikle Davut (as)’ın mucizesinde gösterilmiştir.
– Bu gün uzakları yakın eden hava taşımacılığı, Hazret-i Süleyman (as)’ın mucizesine ancak yaklaşıyor.
– Beşer, kıraç ve kumlu yerlerden suları çıkartan santrifüj âletini, Hazret-i Musa’nın (as) asâsından ders almıştır.
– Tecrübeler sâyesinde ortaya çıkan tıp alanındaki ilerlemeler, Hazret-i İsa’nın (as) mucizesinin ilhamlarındandır.
– Bugün cep telefonlarına kadar her tarafta görüp âşina olduğumuz ses ve görüntü nakli, Yusuf (as) ve Belkıs hâdiselerinde anlatılmaktadır.
– Hazret-i Süleyman’a kuşdilinin öğretilmesi, insanlık adına başka ayrı bir ufuktur. İnsanlık çalışır ve keşfedebilirse, birçok hayvanları birçok işlerde çalıştırması muhtemeldir. Ki bugün artık farelerin depremlerde kullanılması, köpeklerin uyuşturucu ve kurtarma gibi faâliyetlerde kullanılması bir başlangıç olarak görülebilir.
Bu kabilden çok meseleler vardır. İnsanoğlunun bunlara ulaşması ise, bütün onların sâhibi olan Zât’a, yani Allah’a sâlih bir kul olmakla mümkündür. Ta ki mahlukat da insanoğluna ram olsun.3
Günümüz ve sonraki zamanların medeniyetinin inşası da, Kur’ân’da bahsedilen bu kıssalardan gerçek hisse alabilmekle mümkün olduğu âşikârdır. Dert bizim, deva Kur’ân’ındır.
6- İkaz. Kıssaların gâyelerinden biri de, insanları, Allah’ın yolundan çevirmek isteyenlere karşı uyarmaktır. Bunların başında şeytan gelmektedir. Bu mesele, Hz. Âdem ile İblis kıssasında anlatılmıştır. Âdem (as)’ın şahsında şekillenen şeytan ile insanoğlu arasındaki adâvet, kıyâmete kadar devam edeceği ihtar edilmiştir.
“Derken şeytan onları(n ayaklarını) oradan kaydırdı da içinde bulundukları şeyden (o nimetten) onları çıkardı. Bunun üzerine (biz onlara) şöyle dedik: ‘(Ey Âdem, Havva ve Şeytan!) Birbirinize düşman olarak inin! Artık sizin için yeryüzünde bir zamana kadar bir yerleşme ve bir faydalanma vardır.” (Bakara: 36) “Ey iman edenler! İslâm’a tamamen girin; ve şeytanın adımlarına uymayın! Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara: 208)
7- Umumî bir düsturun fertleri olarak her asra bakarlar. Kur’ân-ı Azimüşşan, Allah’ın rubûbiyetine, her bir mahlûkun idaresine, bütün insanların irşadı çerçevesinde en geniş makamdan ve ihatalı nazarla bakar. Hâlbuki Kur’ân’ın muhataplarının çoğu avamdır. Bahsedilen hakîkatleri o çerçevede anlamaları zordur. İşte Kur’ân’ın öyle yüksek bir icaz yönü vardır ki, en kesretli olan avam tabakasının dahi anlayışlarına hitap eder ve onların da istifade etmesini temin eder.
Mesela, geçmiş asırlarda zâlim kavimlerin başına gelen hâdiseleri, musibetleri zikretmek ve peygamberlerin hârika surette kurtuluşlarını bahsetmekle, bu asrın mazlumlarını teselli edip, kurtuluşlarını müjdeliyor. Zâlimleri de tehdid ediyor.
Gaflet ve dalâletin verdiği yanlış bakış açısıyla geçmiş ve gelecek zamanı yok hükmünde gören nazarları, iman nuruyla kâh evvele, kâh sonraya götürmekle nurlandırıp ünsiyete sebep olmakta ve insanı vehmî korkularından kurtarmaktadır.
Kur’ân’da bazı küçük hâdiseleri tarihvarî bir surette ısrarla tekrar etmekte ne mânâ var? Bir ineği kesmek gibi bir küçük vâkıayı çok önemli bir hâdise gibi tavsif etmek ve anlatmak neden?
Kur’ân-ı Hakîm’de çok cüzî hâdiseler vardır ki, her birisinin arkasında bir düstur-u küllî, umuma bakan kâide ve kurallar saklanmıştır. Bu hâdiseler küçük olmakla birlikte, herkesi ilgilendiren kanunların bir ucu olarak gösterilmiştir.
Mesela, İsrailoğullarına kesilmesi emredilen inek (bakara) meselesi. Kur’ân-ı Kerim bu ‘bakara’nın ayrıntıları üzerinde o kadar durmuştur ki, Kur’ân’daki en uzun sûre ismini bu hâdiseden almıştır. (Bakara Sûresi). Bedîüzzaman Hazretleri bu olayın Kur’ân’da bu kadar tafsilatla yer tutmuş olmasıyla ilgili olarak şunları söylemektedir:
Mısır Kıta’sı Büyük Çöl’ün bir parçasıdır, yani çöldür. Nil nehrinin varlığıyla gâyet verimli bir tarla hükmüne geçmiştir. Bu anlamda çiftçilik ve ziraat önem kazanmış ve insanların çok rağbet ettiği bir meşgale olmuştur. Hatta o dereceye gelmiş ki, ziraat kutsanmaya, ineğe tapılmaya başlanmış. Yahudiler de bu fikri ve hissi durumdan çokça etkilendikleri Kur’ân’da zikredilen bu ‘inek kesme’ hâdisesinden anlaşılmaktadır.
Kur’ân-ı Azimüşşanın, Musa Aleyhisselama peygamberlik gelmesi ve ‘inek kesme’ hâdisesinin emredilmesiyle bahsettiği konu, sâdece basit bir ‘inek kesme’ hâdisesi değildir. Belki o milletin seciyelerine işleyen bakarperestlik (ineğe tapma) düşüncesinin ortadan kaldırılma hâdisesidir.4 Ki değişik asırlarda yaşayan herkes, putlaştırdığı maddelerden bu hâdisenin ikazıyla ders alsın ve uyansın. Aklını kalbini Allah’a yöneltsin.
SÖZÜN KISASI
Kur’ân, kıssa anlatmıştır. Fakat bu kıssalar sırf tarihî bir olayı, hâdiseyi zikretmekten ibâret değildir. Her ne kadar bu meselelere itirazlar gelmiş olsa da, Bedîüzzaman Hazretleri Risâle-i Nur eserlerinde bu mevzuları izah etmiş, hikmetlerini, asrın insanları olan bizlere ders vermiştir. Bir de bu gözle Yirmi Beşinci Söz olan Mucizat-ı Kur’âniye Risâlesi’ni okumanızı tavsiye ediyoruz. Kur’ân’ın nüzulünün 1400. yılı münâsebetiyle Kur’ân adına bir efkârın oluşturulmaya çalışıldığı böyle bir zamanda biz Müslümanların da Kur’ân’dan hakkıyla istifade etmemizi Rabbim cümlemize nasib eylesin. Âmin.
1 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 25, s. 498.
2 A.g.e. s. 499.
3 Bediüzzaman Said Nursi, Zülfikar Mecmuası, s. 89.
4 Bediüzzaman Said Nursi, Zülfikar Mecmuası, s. 77.
Bir yanıt yazın