Kur’ân-ı Kerîm, misaldeki matematik ders kitabının önceki tüm kademelerin matematik ders kitaplarının esaslarını içine alması gibi, umum suhuf ve kitapların bütün hakikatlerini içinde cem’ edip, topluyor. Ve Hz. Muhammed (asm) de umum Peygamberlerin vârisi olarak, hepsinin vazifesini yapıyor. Hakikaten vahiy, Kur’an-ı Azimüşşan’la kemâl bulduğu gibi; nübüvvet de Muhammed-i Arabî (asm) ile tam ve mükemmel bir mertebeye ulaşmıştır.
Bir zaman, Rize’deki arkadaşlarımı ziyarete gittim. Dönüşte üç dört arkadaş, beni uğurlamak üzere, otobüs yazıhanesine kadar geldiler. Orada, bineceğim vâsıtanın gelmesini beklerken, o arkadaşlar Peygamber Efendimiz’e ve Kur’ân-ı Azîmüşşân’a dair bazı sorular sordular. Ben onların suallerine cevap verirken, yazıhanede oturan ve bizi pür dikkat dinleyen bir yolcu, bana hitaben:
— Siz din hocası mısınız? diye sordu. Ben de ona cevaben:
— Dinimi öğrenmeye gayret eden birisiyim. Eğer İslamiyet hususunda bir sualiniz varsa sorabilirsiniz, dedim. O da:
— Pekâlâ dedi. Madem Hz. Muhammed (sav) en son peygamber ve Kur’ân-ı Kerîm de en son kitaptır. Allah neden başta Hz. Muhammed ile Kur’ân’ı göndermemiş de, yüz yirmi dört bin peygamber ile yüz üç suhuf ve kitabı gönderdikten sonra onları göndermiş. Hâlbuki en evvel onları gönderseydi daha iyi olmaz mıydı?
Sorduğu suale cevap vermeden evvel, ona mesleğinin ne olduğunu sordum. O da muallim olduğunu, köy enstitülerinde yetişen öğretmenlerden olduğunu söyledi. Ben de ona bir başka soruyla karşılık verdim:
— Madem öğretmensiniz, öyle ise ben de sizin mesleğinizle alâkalı bir misal ile sualinize cevap vereyim, dedim ve şu misali verdim: Bir çocuk önce beş sene ilkokula gider, sonra üç sene ortaokula gider, daha sonra üç sene lisede okur. Ardından eğer imtihanı kazanırsa, ancak o zaman üniversiteye gidebilir. Peki, madem bu çocuk üniversiteye gidecek, baştan itibaren bu kadar okul okutmadan, o çocuk doğrudan üniversiteye gönderilse, sizce daha iyi olmaz mı?
— Hayır, olmaz, diye cevap verdi.
—Demek ki bir talebenin, üniversiteyi okuyabilmesi için, o seviyeye gelmesi lazımdır. Eğer bir talebe ilkokul, ortaokul ve lise ders kitaplarını okumazsa, o okullardaki öğretmenlerden ders almazsa, üniversite kitaplarından ve üniversite hocalarının anlattıklarından bir şey anlayıp da istifade edemez. Evet, nasıl ki hem ilkokuldaki matematik dersi, hem ortaokuldaki, hem lisedeki ve hem de üniversitedeki matematik dersleri, netice itibariyle “matematik dersi” olarak adlandırılır ve hepsi de doğrudur. Fakat en son sırada yer alan ve hepsinden sonra okutulan üniversite seviyesindeki matematik ders kitabı; ilkokul, ortaokul ve lise seviyelerindeki matematik ders kitaplarının esaslarını da içine aldığı gibi; üniversite hocasının verdiği ders dahi ilkokul, ortaokul ve lise hocalarının verdiği dersleri içine alır. Demek ki ilkokul, ortaokul ve lise seviyesindeki matematik ders kitapları, üniversite seviyesindeki matematik ders kitabını anlamak için ve onların bedelinde okutuluyor. Aynı zamanda ilköğretim hocaları da, talebeler üniversite hocasını anlasınlar ve ona uygun bir seviyeye gelsinler diye, üniversite hocasının bedelinde talebelere ders veriyorlar.
Aynen bu misaldeki gibi; insanlar dünyaya ilk geldiklerinde; tecrübesiz, hayat şartlarına câhil, ilkokula giden talebe gibi her şeyi öğrenmeye muhtaç bir vaziyette gönderilmişler. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem Aleyhisselam’ın ümmeti yalnız çocuklarıdır. Çünkü o zaman dünyada başka insan yok. On suhuf ders kitabı olarak onlara yeterli gelmiş ve böylece insanların bilgi ve tecrübeleri arttıkça, yani ortaokul ve liseyi bitirip üniversite talebesi seviyesine gelince, Allah (cc), onlara en son kitap olan Kur’ân-ı Kerîm’i ve en son muallim ve hoca olan Hz. Muhammed’i (asm), göndermiş.
Demek ki, Kur’ân-ı Kerîm, misaldeki matematik ders kitabının önceki tüm kademelerin matematik ders kitaplarının esaslarını içine alması gibi, umum suhuf ve kitapların bütün hakikatlerini içinde cem’ edip, topluyor. Ve Hz. Muhammed (asm) de umum Peygamberlerin vârisi olarak, hepsinin vazifesini yapıyor. Hakikaten vahiy, Kur’an-ı Azimüşşan’la kemâl bulduğu gibi; nübüvvet de Muhammed-i Arabî (asm) ile tam ve mükemmel bir mertebeye ulaşmıştır.
Bu izahtan bir hakikat daha anlaşılıyor, o da şudur: Her Peygamberin dersini dinleyen ümmetinin, ondan sonra gelen Peygambere de iman etmesi lazımdır. Yoksa yetiştiği veya bildiği halde bir tek Peygamberi ve kitabı kabul etmeyen, iman etmiş olmaz. Velev ki Allah’ı (cc) kabul etsin ve diğer Peygamberlere de iman etmiş olsun. Cenab-ı Hakk, bizleri muhafaza eylesin. Âmin.
İşte bir yolculuk öncesinde, otobüs yazıhanesinde karşılaştığımız öğretmenin sorusuna bu mânâda bir cevap verdim. O da anlattıklarımı dinledi ve kabul etti.
Bir yanıt yazın