Hazret-i Hüseyin ve akrabâsına, o fâcia sebebiyle hâsıl olan netâic-i uhreviye ve saltanat-ı rûhâniye ve terakkiyât-ı maneviye, o kadar kıymetdârdır ki, o fâcia ile çektikleri zahmet, gâyet kolay ve ucuz düşer. Nasılki bir nefer, bir saat işkence altında şehîd edilse, öyle bir mertebeyi bulur ki, on sene başkası çalışsa, ancak o mertebeyi bulur. Eğer o nefer şehîd olduktan sonra ona sorulabilse, az bir şey ile pek çok şeyler kazandım diyecektir. (Mektubat Mecmuası, c. 1, s. 45)
10 Muharrem deyince aklımıza ilk gelenlerden birisi, Hz. Nuh Aleyhisselâm’ın gemisinin büyük tufanın ardından karaya çıkışıdır. Veya Hz. Âdem Aleyhisselâm ile Hz. Havva’nın Arafat’da buluşmalarıdır. Bunun gibi pek çok müjdeli ve güzel hadiselerin yaşandığı 10 Muharrem günü, takvimler Hicret’in 61. senesine gelindiğinde, ehl-i vicdanı kıyamete kadar ağlatacak bir hâdise yaşandı. Hz. Hüseyin (ra), aile efrâdı ve beraberlerindekiler de dâhil olmak üzere 72 kişi Kerbela’da şehîd edildi. Bu şehîd edilen 72 kişinin 23’ü Ehl-i Beyt’tendi.
Bu elîm hadiseyi genel hatlarıyla anlatmadan önce Bedîüzzaman Hz.’nin konu ile ilgili olan 15. Mektûb’da geçen şu izâhâtını ifade etmemiz gerekmektedir: “Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, manevî bir saltanata namzed idiler. Dünya saltanatı ile manevî saltanatın cem’i gâyet müşkildir. Onun için onları dünyadan küstürdü. Dünyanın çirkin yüzünü onlara gösterdi. Ta kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve sûrî bir saltanattan çekildi. Fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı ma’neviyeye tayîn edildiler. Âdî valiler yerine, evliya aktâblarına merci’ oldular. (Mektûbât-1 s.44)” Bu fâcianın hikmetini anlatan bu satırlardan anlaşılmaktadır ki; başta Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin (ra) olmak üzere Ehl-i Beyt’in çektikleri sıkıntılar, gördükleri zulümler, zahiren onlara dünya saltanatını kaybettirmiş ancak çok büyük manevî makamlar elde etmelerine vesile olmuştur. Onlar, sıradan birer vâli değil, herkesin gönlünde taht kurmuş birer büyük evliya olmuşlardır. Büyük müctehidlerin, imamların, tarikat büyüklerinin büyük bir kısmı Ehl-i Beyt’ten çıkmıştır. Ancak bu durum Ehl-i Beyt’i ve onları korumak için canlarını feda edenleri şehid eden zalimlerin cezasız kalacağını göstermemektedir. Ehl-i Beyt’e zulmedenler, ahirette görecekleri azabın yanı sıra bu dünyada da çeşitli şekillerde cezalarını çekmişlerdir.
Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, manevî bir saltanata namzed idiler. Dünya saltanatı ile manevî saltanatın cem’i gayet müşkildir. Onun için onları dünyadan küstürdü. Dünyanın çirkin yüzünü onlara gösterdi. Ta kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve sûrî bir saltanattan çekildi. Fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı ma’neviyeye tayin edildiler. Adi valiler yerine, evliya aktâblarına merci’ oldular. (Mektubat Mecmuası, c. 1, s. 44)
Kerbela Faciası
Hz. Ali’nin (ra) şehid edilmesinin ardından Hilâfet makamına, Hz. Hasan (ra) geçmişti. Ancak Müslümanların arasına fitne düşmesin diye Hz. Hasan (ra), Hilafeti Muaviye bin Ebû Süfyan’a (ra) bıraktı. Bu sebeple Muaviye (ra), Hz. Hasan’a (ra) ve Hz. Hüseyin’e (ra) son derece ikram ederdi. Muaviye bin Ebû Süfyan’ın (ra) vefatının ardından Hilâfet makamına, hak etmediği halde, Muaviye bin Ebû Süfyan’ın (ra) oğlu Yezid oturdu.
Yezid, Hilâfet makamını saltanata dönüştüren, dininde son derece zayıf ve zâlim bir kimseydi. Yezid, ilk iş olarak Medine Valisi Velid bin Utbe bin Ebû Süfyan’a şöyle bir mektûb yazdı: “Yazım sana gelince, Hüseyin bin Ali ile Abdullah bin Zübeyr’i buldur. Onların bana biatlarını al. Eğer biat etmekten kaçınırlarsa, boyunlarını vur! Başlarını bana gönder! Biattan kaçınanlar hakkında ise, Hüseyin bin Ali ve Abdullah bin Zübeyr hakkında olduğu üzere, hükmü yerine getir!”
Medine Valisi, bu mektubu Hz. Hüseyin’e (ra) iletince; Hz. Hüseyin (ra) mühlet istedi ve evine döndü. Ardından da kardeşi Muhammed bin Hanefiyye’nin tavsiyesi üzerine ev halkı ile birlikte Mekke’ye gitti. Bu arada Muaviye’nin (ra) vefat ettiğini işiten Kûfeliler kendi aralarında toplanarak, Hz. Hüseyin’i (ra) Kûfe’ye davet ederek ona biat etme kararı aldılar. Bu durumu Hz. Hüseyin’e (ra) duyurmak için de ona mektup göndermeye karar verdiler.
Her biri üç-dört kişi tarafından imzalanmış hâlde ilk etapta Hz. Hüseyin’e (ra) Kûfeliler tarafından elli mektup gönderilmiştir. Ramazan’ın 10. gününde mektuplar Hz. Hüseyin’e ulaşmıştı. Hz. Hüseyin (ra), Kûfelilerin bu sözlerinde doğru olup olmadıklarını tedkik etmesi için bir mektupla birlikte yakın akrabası Müslim bin Akil’i Kûfe’ye gönderdi. Müslim bin Akil, Kûfe’ye ulaştıktan sonra Kûfelilerden Hz. Hüseyin (ra) adına biat almaya başladı. Bu arada Yezid, Hz. Hüseyin’e (ra) karşı harekete geçip geçmeyeceğinden emin olamadığı mevcut Kûfe Valisi Numan bin Beşir’i görevden alarak yerine İbn-i Ziyad’ı tayin etti. Bir rivayete göre Müslim bin Akil, Hz. Hüseyin’in (ra) adına, Kûfelilerden 18.000 kişinin biatını gizlice aldı. Ve bu durumu Hz. Hüseyin’e (ra) mektupla bildirdi.
Bu mektup, Hz. Hüseyin’e (ra) ulaşınca, aile efradıyla birlikte Kûfe’ye doğru yola çıktı. Bu arada Müslim bin Akil’in kaldığı evin sahibi Hani’ bin Urve’yi, Vali İbn-i Ziyad köşküne getirterek önce kılıcıyla yaraladı. Daha sonra da hapse attırdı. Bunu işiten Müslim bin Akil ve arkadaşları, İbn-i Ziyad’ın köşkünü sardılar. Yaşanan çarpışmalarda Müslim bin Akil yaralandı. Bir kısım arkadaşları da öldürüldü. Halkın büyük kısmı da Vali İbn-i Ziyad’dan korkarak Müslim bin Akil’i yalnız bıraktılar. Müslim bin Akil bir eve sığındı. Sığındığı ev İbn-i Ziyad’ın adamları tarafından kuşatıldı. Müslim bin Akil, İbn-i Ziyad’ın adamlarıyla tekrar çarpıştı ancak çarpışmaktan yorulunca, İbn-i Ziyad’ın adamları onu ele geçirdiler. İbn-i Ziyad, Müslim bin Akil’in boynunu vurdurttu. Müslim bin Akil’in şehâdet haberi Hz. Hüseyin’e (ra) geldiğinde, Hz. Hüseyin (ra) aile efradıyla birlikte Mekke’den Kûfe’ye doğru yola çıkmıştı.
Hz. Hüseyin (ra) ve beraberindekiler Kûfe yolu üzerinde iken, Kûfe Valisi İbn-i Ziyad’ın görevlendirdiği çok sayıda atlı ve silahlı birlikler, onları takip ediyorlardı. Kerbela ismi verilen mevkie geldiklerinde Hz. Hüseyin (ra) ve kafilesi, bu birlikler tarafından konaklamaya mecbur tutuldular. Hz. Hüseyin (ra) Kerbela’ya inince; “Üzüntülü, tasalı, mihnetli ve belalı yer! Babam, Sıffin’e giderken buraya uğramıştı. Ben de yanında idim. Durdu ve buranın neresi olduğunu sordu. İsmi kendisine haber verilince: ‘Onların hayvanlarından aşağı indirilecekleri yer, işte burasıdır. Kanlarının döküleceği yer de işte burasıdır.’ demişti. Bunun ne demek olduğu kendisinden sorulunca da: ‘Muhammed’in (asm) Ehl-i Beytinin yükleri, ağırlıkları işte burada indirilecek.’ demişti. dedi” Hz. Hüseyin (ra) ve aile efradı ile beraberindekiler Kerbela’ya indiklerinde Muharrem ayının başları, Çarşamba günüydü. Hz. Hüseyin’in (ra) Kerbela’ya inişinin ertesi günü İbn-i Ziyad’ın görevlendirdiği Ömer bin Sa’d ve beraberindeki 4 bin atlı Kerbela’ya geldi. Ömer bin Sa’d, Hz. Hüseyin’e (ra) elçi gönderdi. Hz.Hüseyin (ra) elçiye: “Benim tarafımdan Ömer bin Sa’d’a de ki: Şu şehir (Kûfe) halkı bana yazı yazdılar, kendilerinin imam ve önderi bulunmadığını bildirdiler, yanlarına gelmemi istediler. Bu hususta bana kesin söz verdiler. On sekiz bin kişi, biat ettikten sonra biatlarını bozdular. Yakınlarına geldiğim zaman, yazdıkları yazılarına aldandığımı anladım. Geldiğim yere dönüp gitmek istediğimde, Hürr bin Yezid bana mani oldu ve bu yere kadar getirip beni indirdi. Aramızda yakın ve mühim bir akrabalık var. Bırak beni, buradan dönüp gideyim.” dedi.
Ömer bin Sa’d, Hz. Hüseyin’in (ra) bu ifadelerini İbn-i Ziyad’a haber verdi. İbn-i Ziyad, Ömer bin Sa’d’a, Hz. Hüseyin’den (ra) Yezid için biat almasını ancak biattan sonra durumu değerlendirebileceğini söyledi. Ayrıca İbn-i Ziyad’dan gelen emir doğrultusunda, Hz. Hüseyin (ra) ve beraberindekilerin etrafı sarılarak su kaynaklarına ulaşmaları engellendi ve susuz bırakıldılar. Hz. Hüseyin (ra), Ömer bin Sa’d’la tekrar görüştü ve şu tekliflerde bulundu:
“Bırakın, ben geldiğim yere dönüp gideyim.
Elimi Yezid bin Muaviye’nin eline koyayım. Aramızdaki mesele hakkında gereğini o düşünsün ve hükmünü versin.
İsterseniz beni, Müslüman serhadlarından bir serhada onun yakınlarından birisi olarak gönderin de, cihadla uğraşayım. Ne ben onlara karışayım, ne de onlar bana karışsınlar” dedi.
Hz. Hüseyin’in (ra) bu teklifleri İbn-i Ziyad’a iletilince, İbn-i Ziyad önce memnun oldu, ancak daha sonra Şimr bin Zilcevşen adlı kışkırtıcının kışkırtmalarına kanarak, Ömer bin Sa’d’a, Hz. Hüseyin’in (ra) teslim olmasını aksi halde onu ve beraberindekileri öldürmesi yönünde talimat gönderdi. Hz. Hüseyin (ra), teslim olmayı reddedince de, Ömer bin Sa’d ve adamları Ehl-i Beyt’e saldırmak için hazırlık yapmaya başladılar.
Bu sırada, Hz. Hüseyin (ra) çadırının önünde oturuyordu. Kızkardeşi Hz. Zeyneb, Hz. Hüseyin’e (ra): “Ey kardeşim! Yaklaşan sesleri işitmiyor musun?” dedi. Hz. Hüseyin (ra) başını kaldırdı: “Rasûlullah’ı (asm) rüyamda gördüm. Bana, ‘Sen bize dönecek, geleceksin!’ buyurdu” dedi. Ömer bin Sa’d ve beraberindekiler, Hz. Hüseyin (ra) ve Ehl-i Beyt’e saldırdılar. Çok ciddî çarpışmalar oldu. Nihâyetinde 10 Muharrem Cuma günü öğleden sonra Hz. Hüseyin (ra) şehid edildi. Onunla birlikte Ehl-i Beyt’ten 23 kişi şehid edilmişti. Onları koruyan 49 kişi de bu çarpışmalarda şehid düştüler. Hz. Hüseyin’in (ra) ve şehidlerin naaşlarına Ömer bin Sa’d ve beraberindekilerin yaptıkları işkenceler ve saygısızlıklar, hâlâ içimizde bir yaradır. Ancak bu facia ve bunun gibi hadiseler, Âlem-i İslâm’ın bölünmesine değil, tam tersine zulme karşı birleşmeye vesile olmalıdır.
Çekilen Sıkıntıların Neticesi
Yukarıda kısa bir özeti yer alan Kerbela faciasının, muteber kaynaklara göre hazırlanmış ayrıntılı hâli için Mustafa Asım Köksal’ın Hz. Hüseyin (ra) ve Kerbela Faciası isimli kitabına müracaat edilebilir. Hz. Hüseyin (ra) ve Ehl-i Beyt, bu çektikleri sıkıntılar neticesinde çok büyük uhrevî mükâfatlar ve manevî makamlar elde etmişler, buna karşılık onlara zulmedenler ise hem bu dünyada insanların vicdanlarında mahkûm olmuşlardır, hem de ahirette Cenâb-ı Hakk’ın katında bu zulümlerinin hesabını vereceklerdir.
Bedîüzzaman Hazretleri, Ehl-i Beyt’in çektikleri sıkıntılara mukâbil kazandıkları mükâfâtlarla ilgili verdiği şu misalle konuyu daha iyi anlamamızı sağlamaktadır: “Hazret-i Hüseyin ve akrabasına, o facia sebebiyle hâsıl olan netâic-i uhreviye ve saltanat-ı rûhâniye ve terakkiyât-ı maneviye, o kadar kıymetdârdır ki, o facia ile çektikleri zahmet, gayet kolay ve ucuz düşer. Nasıl ki bir nefer, bir saat işkence altında şehîd edilse, öyle bir mertebeyi bulur ki, on sene başkası çalışsa, ancak o mertebeyi bulur. Eğer o nefer şehîd olduktan sonra ona sorulabilse, az bir şey ile pek çok şeyler kazandım diyecektir. ” (Mektubat 1, s. 45)
ALINTIDIR
Bir yanıt yazın