Rahmân Sûresi’nde 31 defa tekrar edilen “Rabbinizin ni‘metlerinden hangisini yalanlarsınız?” âyetiyle Rabbimiz olan Allah’dan başka bir Mün’îm (nimet verici), bir Muhsîn (ihsan edici), bir Mükrîm (ikram edici) olmadığı ve olamayacağı, cinler ve insanlara nimetleri verenin yalnız ve yalnız Allah olduğu, nimeti göndereni tanımayıp yalanlayanların pek büyük bir küfranda bulunduğu, istifhâm-ı inkârî cihetiyle ifade edilmiştir.
Hâlin gerektirdiği en uygun sözü söylemek manasındaki belağatta, suâlin yeri çok büyüktür. Çünkü yerinde sorulan bir suâl; mevzunun daha iyi izâh ve isbât edilmesine, muhâtabın düşünmeye sevk edilip iknâ‘ veya ilzâm edilmesine, konunun güzelce anlaşılıp, kalplerde daha köklü yerleşmesine hizmet eder. İşte tam bu noktada edebî san’atlardan biri olan, maksadı soru sorma üslûbuyla anlatmaya yarayan istifhâm san’atı kendini gösterir. Belağatçılar istifhâma ıstılahî ve söz san’atı olmak yönünden iki farklı mana vermişlerdir. Istılahî mana olarak; “Zihinde bir şeyin sûretinin hasıl olmasını istemek demektir.” diye tarif edilmiştir.
Söz san’atı olarak ise; “Kişinin cevabını bildiği bir konuyu soru şekline sokarak söylemesine istifhâm (soru sorma) san’atı denir. Bu san’atta kişi ifadeyi soru şeklinde düzenlemekle karşısındakinden cevap beklemez, Sözünü daha etkili kılmak için bu yola başvurur. ” şeklinde mana verilmiştir.
Evet istifhâm üslûbuyla, sözün daha iyi anlaşılmasını sağlamak, muhâtabların dikkatlerini bir noktada toplamak, fikirleri, duyguları daha açık, daha tesirli bir tarzda karşı tarafa aktarmak hedeflenir. Hem bu üslûb yoluyla muhâtabın soruyu cevablamasından çok muhâtabın konuyu anlaması istenir.
Rabbimizin kelâmı olan Kur’ân-ı Mu’ciz’ül-beyân her yönden olduğu gibi istifhâm üslûbunu kullanmak yönünden de en parlak ve en yüksek bir makamdadır. Maksadı soru sorma üslûbuyla anlatmaya hizmet eden istifhâm, kâh isbât için, kâh ikna‘ için, kâh muârızları ilzâm için Kur’ân-ı Mu’ciz’ül-beyân’da yaklaşık 1260 âyette vârid olmuştur. Kur’ân’da toplam 6666 âyet olduğu düşünüldüğünde istifhâm üslûbununun ne kadar çok istimâl edildiği ve bu üslûbun ne derece ehemmiyetli olduğu hemen anlaşılır.
Biz burada Kur’ân’da çok geniş bir yer tutan ve pek çok kısımları bulunan istifhâm üslûbunun sadece istifhâm-ı inkârî kısmından bahsetmeye ve Kur’ân’daki bu kısımla alakalı yüzer âyetlerden denizden damla misâli birkaç numune göstermeye çalışacağız.
İSTİFHÂM-I İNKÂRÎ NEDİR?
Öncelikle istifhâm-ı inkârî üslûbun’daki inkâr ibaresi inanmamak ve küfür manasındaki inkâr değildir. İstifhâm-ı inkârî üslûbu, bir şeyin münker, hoşa gitmeyen ve istenmeyen bir şey olduğunu, öyle olmaması gerektiğini soru sormak yoluyla muhâtaba anlatmak ve soru sormak yoluyla muhâtabın yanlış davranışını yine muhâtabın kendisinine sorgulatmak gayesiyle kullanılır. Belağatçılar istifhâm-ı inkârî için, “Sorulan şeyin, örfen veya hukuken münker yani hoş görülmeyen bir şey olduğuna delâlet ettiğini söyleyip şöyle misâllendirmişlerdir;Sebebsiz yere arabasını yolda durduran bir kişiye: “Sen başkasının yoldan geçmesini mi engelliyorsun? ” sorusu yöneltilirken, aslında onun yaptığı işin münker bir iş olduğu ve öyle yapmaması gerektiği İstifhâm-ı inkârî cihetiyle belirtilmek istenmektedir.” demişlerdir.
ÂYETLERDEN MİSÂLLER
Hucurât sûresinde geçen meâlen “Bazınız, bazınızı gıybet etmesin! sizden bir kimse, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? ” âyetinde öyle te’sirli bir suâl sorma üslûbu vardır ki; bu üslûbla bir mü’minin başka bir mü’min kardeşinin arkasından hoşlanmayacağı bir şekilde konuşmasının ne kadar çirkin bir akılsızlık olduğu hem bu kötü fiili yapanın ne kadar fena bir vicdansızlıkta bulunduğu hem bu davranışın toplum hayatında ölmüş kardeşinin etini yemek iğrençliğinde bir insafsızlığı doğurduğu çok etkili bir şekilde beyan edilmiştir.
Yine, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Tabiat Risalesinin başında zikrettiği şu âyet-i kerîme İstifhâm-ı inkârîye güzel bir misâldir: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şübhe olur mu? ” Bu âyetde gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında nasıl şübhe edersiniz? Hiç böyle bir Allah hakkında şübhe edilir mi? Varlığı ve birliği, göklerin ve yerin varlığından daha zâhir, daha kat’i olan böyle bir Allah hakkında şüphe edilmez ve edilmemeli manası istifhâm-ı inkârî yoluyla gösterilmiştir.
Yine Bakara Sûresi’ndeki, “Siz Kitâbı okuyor olduğunuz hâlde, insanlara iyiliği emredip de kendinizi unutuyor musunuz? Hiç akıl erdirmez misiniz?” meâlindeki âyetiyle Kitabı yani Tevratı okuyan insanlar olarak, başkasını ıslah etmek isterken kendi nefsini ıslah etmeyi unutmanın, başkasını irşad ederken kendini o irşaddan mahrum bırakmanın ve nihâyette başkasını ateşten kurtarırken kendini ateşe atmanın ne kadar akılsızca bir hal olduğu, İsrâiloğullarına san’atlı bir suâl sorma vasıtasıyla anlatılmıştır.
Son bir misâl olarak; Rahmân Sûresi’nde 31 defa tekrar edilen “Rabbinizin ni‘metlerinden hangisini yalanlarsınız?” âyetiyle Rabbimiz olan Allah’dan başka bir Mün’îm (nimet verici), bir Muhsîn (ihsan edici), bir Mükrîm (ikram edici) olmadığı ve olamayacağı, cinler ve insanlara nimetleri verenin yalnız ve yalnız Allah olduğu, nimeti göndereni tanımayıp yalanlayanların pek büyük bir küfranda bulunduğu, istifhâm-ı inkârî cihetiyle ifade edilmiştir.
KAYNAKLAR
1. Rahmân 16 2. Cürcânî, et-ta‘rîfât s.73 3. İ.Kocakaplan, Açıklamalı Edebî San’atlar s.75 4. Hemzetü’l-İstifhâm fi’l Kur’âni’l Kerîm s.7 5. Atîk, İlmu’l-Me’anî s.99 6. Âyet-i kerîme meâlleri için Hayrât Neşriyâtın Kur’ân-ı Kerîm ve Muhtasar Meâlinden istifâde edilmiştir. 7. Hucurât 12 8. Osmanlıca Lem’alar s.185 9. İbrâhîm (As) 10 10. Bakara 44 11. Rahmân 16
Bir yanıt yazın