Düşünelim ki, Allah her gün 24 milyardan daha değerli olan 24 saatlik bir sermayeyi elimize veriyor ve yalnızca bunun bir saatini ibâdete tahsis etmemizi istiyor. Biz 24 saatten birini ibâdete tahsis etmez ve “kalbim temiz” dersek bu söz ne kadar doğru olur?
Namaz kılan iki insan bir araya geldiklerinde, aralarında namaz kılmaktan kaynaklanan bir huzursuzluk olmaz. Çünkü ikisi de namaz kıldığı için aralarında psikolojik bir denge vardır. Fakat namaz kılan ve kılmayan iki şahıs bir araya gelince durum değişir. Psikolojik denge bozulur. Psikolojik dengenin bozulması ister istemez, namaz kılmayan insanı rahatsız eder. Namaz kılmayan şahıs bir suçluluk duygusu hisseder veya namaz kılanların yanında kendini küçülmüş, aşağılanmış hisseder. Bu durumda dengeyi sağlayabilmek için, ya namaz kılmasa dahi kendisinin kötü biri olmadığını, “kalbinin temiz olduğunu” söyleyerek, kendini müdafaa cihetine gidecek. Veya namaz kılanlara hücum edecek, namaz kılanların ne kadar kötü olduklarını ispat etmeye çalışacaktır. Böylelikle bozulan dengeyi düzeltmiş olacak, hatta bazen dengeyi kendi lehinde ağır hale getirecektir.
Psikoloji kitapları, insanın, kendini kaygı verecek bir ortamda hissettiği zaman, “savunma mekanizmalarını” harekete geçirdiğinden bahsederler. Savunma mekanizmalarının pek çok çeşitleri vardır. Yukarıda anlattığımız mevzu psikolojideki “yansıtma” kısmına örnek olarak kabul edilebilir. Psikoloji kitapları “yansıtmayı” şöyle tarif ediyorlar: “Kişinin kendi kusurlarını başkalarında görme davranışı.” Kusurlu insan başkalarının kusurlarını bahane ederek kendini mazur, olumsuz hareketlerini doğru ve zorunlu imiş gibi gösterir. Böylelikle içinde bulunduğu kaygılı durumdan kurtulmaya çalışır.
Namaz kılmayan insanların, namaz kılanlarla karşılaşınca hemen “kalbim temiz” deyip kendilerini müdafaaya geçmeleri ve dindarlara hücum ederek onları aşağılamalarının temelinde başka bir gerekçeleri yoktur.
Günümüz toplumunda bu ruh haleti oldukça yaygındır. Eğer namaz kılıyorsanız ve namaz kılmayan insanların ortamına dâhil olursanız, bu hallerle mutlaka karşılaşırsınız.
***
Siz birisine “kalbinin temizliği”ne itimad ederek 24 Milyar borç verseniz, daha sonra bu adam borcunun değil tamamını, 1/24’ünü de ödemese bu adamın kalbinin temiz olduğuna ne kadar inanırsınız. Düşünelim ki, Allah her gün 24 milyardan daha değerli olan 24 saatlik bir sermayeyi elimize veriyor ve yalnızca bunun bir saatini ibâdete tahsis etmemizi istiyor. Biz 24 saatten birini ibâdete tahsis etmez ve “kalbim temiz” dersek bu söz ne kadar doğru olur?
İnsanlara borcunu ödemeyen kimsenin kalbinin temiz olduğuna inanmadığımız gibi, Allah’a olan kulluk borcunu yerine getirmeyenlere de inanmamak daha doğrudur. Asıl ödenmesi gereken en mühim borç, Allah’a olan borcumuzdur. Çünkü o bizi ibâdet için yaratmış, dünya saltanatından daha büyük, akıl, göz, kulak gibi nimetlerle bizi donatmıştır. Hangimiz aklını veya gözlerini 100 milyon dolara satar. Bu nîmetlere rağmen, “şükür” borcunu ödemediği halde “kalbim temiz” diyen insan sözünde samimi değildir.
***
Ebû Hureyre (radıyallâhu anh) şöyle anlatır:
“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle dedi: ‘Sizden birinizin kapısının önünde bir nehir bulunsa ve bu nehirde hergün beş defa yıkansa, acaba üzerinde hiç kir kalır mı, ne dersiniz?’
Orada bulunanlar: ‘Onun üzerinde kir namına hiçbir şey kalmaz!’ dediler.
Peygamber Aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdu:
‘İşte bu, beş vakit namazın misalidir. Allah onlar sayesinde bütün hataları siler.’”
(Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesei, İbn Mace.)
Günd e 5 defa namaz nehrine girip çıkanın hali böyle. Peki ya ömründe bir defa bile böyle bir nehre girmeyen, yıkanmayanın hâli nasıldır?
Bir yanıt yazın