İnsan öyle bir makamdadır ki, namazı bile bütün mahlukatın ibâdetlerinin hulasasıdır. Hem mahlûkatın ortasında durmuş, Habîbullah’tan aldığı dersi bütün kâinat nâmına okuyan bir halîfedir.
Rabbimizin, “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım” buyurmuş olması, insanların ve cinlerin en mühim ve büyük vazifesinin Allah’a (cc) kulluk ve ibâdet olduğunu aşikâre ifade etmektedir. Kur’ân’ın bu emrine imtisal edip uyanlar yakînen bilirler ki, hakîkatte her şey Allah’a müteveccih ve ibâdet üzeredir.
İnsanlar içerisinde Allah’ın (cc) bu emrine en fazla riayet eden ve dikkate alan, şüphesiz ki Peygamberimiz (asm) olmuştur. İbâdetin her çeşidine en üst seviyede ve en ileri derecede ittiba etmiştir. Öyle ki, ubûdiyeti onu ‘mahbûbiyet’ (sevgili) makamına çıkarmış ve kendisine Miraç yolunu açmıştır. Ve şu kâinatın Yaratıcısı, Miraç vasıtasıyla ‘birlik’ nûrunu ve tecellîsini o mümtaz abdine göstermiş, bütün mahlûkatı nâmına onu muhatap almış, İlâhî maksatlarını ona ve onun nezdinde diğer kullarına bildirmiştir.
Ubûdiyeti cihetiyle Mabûd’a vâsıl olan Peygamberimiz (asm), bütün ümmetinin muhabbet-i İlâhiyeye mazhariyetleri ve rızâ-yı İlâhîyi kazanabilmeleri için, bütün kâinatın sâhibi ve bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’ın râzı olduklarını muhtevî İslâmiyet’in, başta namaz gibi mühim hediyeleriyle ümmetine gelmiş ve onlara da bir nevî Miraç yolunu açmıştır.
Evet, hadîs-i şerifin ifhâmıyla, namaz mü’minin miracıdır. Hem Allah’a en yakın olunan ibâdet hallerinden birisi, belki birincisi namazdır. Her bir mü’min bilir ve hisseder ki, namazında Rabbinin huzurundadır. Yine bilir ki, kendisiyle beraber huzurda olan binlerce mü’min vardır. Ve yine bilir ki, aslında bütün mahlûkat kendi hallerince Allah’a dönük ve ibâdettedir.
Ağaçlar, kıyam temsilcileri olmuşlardır. Dört ayaklı hayvanlar, sürekli rükû halindedirler. Sürüngenler ise, secdeden başlarını kaldırmazlar. Mahlûkatın armonisi gözlemlendiğinde, ritmik bir namaz hali çıkar ortaya. Dünya değirmeninin zaman öğüttüğü şehâdet âleminde, âdeta ebed güfteleri bestelenir.
Ve insan… Evet, insan îmanıyla ve ibâdetiyle o mahlûkatın ibâdetini gören, anlayan ve idrak edip bu hali Rabbine arz edendir. Nasıl ki Peygamber Efendimiz (asm) bütün mahlûkat nâmına bütün kâinatın Yaratıcısı ile görüşmüş ve onların ibâdetlerini ve tahiyyelerini Rabbine takdim etmiş ise; her bir insan dahi her bir namazında, kâinatın ortak dili olan namaz ile kâinatın tahiyyelerini Rabbine takdim eder. Bütün mahlûkat ile beraber “Allahü Ekber” der.
İnsan öyle bir makamdadır ki, namazı bile bütün mahlukatın ibâdetlerinin hulasasıdır. Hem mahlûkatın ortasında durmuş, Habîbullah’tan aldığı dersi bütün kâinat nâmına okuyan bir halîfedir. Muhtelif akvâmın hacda kabîle, dil, renk fark etmeksizin aynı yöne dönük, aynı kelâmı konuşur oldukları gibi; farklı nevîler olmakla beraber, konuştukları mânâ aynıdır. İbâdetleri ortaktır. Hepsi huzurda, hepsi namazda yekvücut olmuşlardır.
Namaza kıyam eden bir mü’min ağaçlara yârân olur. Rükûda bir kısım mahlûkata omuz verir. Sücudda vecde varmıştır. Rabbine en yakın olduğu andadır. Toprakla bütünleşmiş, benliğini atmış, tam bir kul olmuştur. Her “Allahü Ekber” deyişinde benlikte küçülmüş, kemâlâtta mahbûbiyete yürümüştür.
Fakat namazsızlığın revaç bulup, namaz kılmanın ayıp sayıldığı zamanımız insanı, kendisini tam bir yalnızlıkta ve stres karanlığında buluvermiştir. Namazdan uzaklaşmakla dinden uzaklaşmış, dost bildiği dünya arkadaşlığının kötülüklerini gördükçe, günden güne yıkılmıştır. Namaza sırtını dönmekle Rabbine sırtını dönmüş ve koca dünyada bir yabancı, bir yalancı hükmüne geçmiştir. Mü’mine namaz arkadaşı olan mahlûkatı, kendisine âdeta düşman bilmiştir.
Hâlbuki kendisine verilen vazife ne kadar büyüktür. Mahlûkatın ibâdetinin fihristliğini yapan namazı kılacaktır. Onların kendi halleriyle söylediklerini, o kendi diliyle ve fiiliyle ifade edecektir. Fakat namazsızlığıyla, hem vazifeden düşmüş hem de kendini sıkıntılara düşürmüştür. Böyle bir asrın insanının en mühim vazifesi, Kur’ân’a ittibadır ve namazı kılmaktır.
Evet, kâinat bir mescittir. Bütün mahlûkat huzurda ve ubûdiyettedir. Yaptıkları işin şuurunda olmasalar da disiplinlerinden kahir ekseriyetle taviz vermeyen mahlûkatın huzur hallerini bozmadan gelin bizde safa dizilelim. Rahmân’ın huzurunda el ele verelim. Hep bir ağızdan “Allahü Ekber” diyelim.
Bir yanıt yazın