“Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idare etmek için taraf-ı lahutîden geldiği iddia olunan bütün münzel semavî kitabları tam ve etrafıyla tedkik ettim, tahrif olundukları için hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim.
Bu kanunlar değil bir cem’iyetin, bir hane halkının bile saadetini temin edecek mahiyetten pek uzaktırlar. Lâkin Muhammedîlerin (asm) Kur’ânı, bu kayıddan âzadedir. Ben Kur’ân’ı her cihetten tedkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm.
Muhammedîlerin (asm) düşmanları, bu kitab Muhammed’in (asm) zade-i tab’ı olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel hattâ en mütekâmil bir dimağdan böyle hârikanın zuhurunu iddia etmek, hakikatlara göz kapayarak kin ve garaza âlet olmak manasını ifade eder ki; bu da ilim ve hikmetle kabil-i te’lif değildir. Ben şunu iddia ediyorum ki; Muhammed (asm) mümtaz bir kuvvettir. Destgâh-ı kudretin böyle ikinci bir vücudu imkân sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır.
Sana muasır bir vücud olamadığımdan dolayı müteessirim ya Muhammed (asm)! Muallimi ve naşiri olduğun bu kitab, senin değildir; bu kitap lahutîdir. Bu kitabın lahutî olduğunu inkâr etmek, mevzu ilimlerin butlanını ileri sürmek kadar gülünçtür. Bunun için, beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra da göremeyecektir. Ben, huzur-ı mehabetinde kemal-i hürmetle eğilirim.” Prens Bismarck bu sözlerle ifade etmektedir Kur’ân ve tevabii hakkındaki hislerini.
Ve Müsteşrik Sedio: “Hikmet ve felsefenin esası olan kaideler, adalet ve müsavatı öğreten ve başkalarına iyilik etmeyi, faziletkâr olmayı talim eden esaslar, bunların hepsi Kur’ânda vardır. Kur’ân, insanı iktisad ve itidale sevkeder, dalaletten korur, ahlâkî za’fların karanlıklarından çıkarır, teâlî-i ahlâk nuruna ulaştırır; insanın kusurlarını, hatalarını kemale kalbedip insanı i’tilâ eyler.” derken, Fransız muharriri Gaston Care ise, bütün insanlığın kalb kulaklarına bağırıp diyor ki: “İslâmiyet, yeryüzünden kalkacak ve bu suretle hiçbir Müslüman kalmayacak olursa, barışı devam ettirmeye imkân kalır mı? Hayır, buna imkân yoktur.”
ORUÇ VE BARIŞ
İnsan, sosyal bir varlıktır. Taşların birbirine hem hakim hem mahkum vaziyetleriyle kubbe teşkil ettikleri gibi; herbir insan, hemcinsine elzemdir ve muhtaçtır. Hakikat böyle olmakla beraber insandaki benlik, kendisini herkesten azade ve farklı ve üstün görmek ister. Muavenet ile sosyal hayatı temin etmesi gereken insanlar, benlik ile birer firavun-u zelil olmaktadır. Dünya topluluklarının herbir kademesinde bu türden rahatsızlıklar çoklukla boy göstermektedir. Dünyayı savaş alanına çeviren temel problem de fert ve toplumlardaki benlikten, firavuniyetten kaynaklanmaktadır.
Müslüman insanlarla diğer insanların, dünyayı ve insanlık adına barışı anlamaları değerlendirildiğinde görülecektir ki; Müslümanlar, Allah için seven, Allah için kızan insanlardır. Bütün zamanlar boyunca huzur ve düzenin yerleşmesine ve medeniyetin dünyanın her köşesine ulaşmasına vesile, Müslümanlar olmuşlardır. Çünkü Batılıların yukarıdaki ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Müslümanlar ahlâklarını, bütün insanlığın saadet ve huzurunu bütün zamanlarda temin edecek ilahi ve son din olan İslâmiyet’ten almışlardır.
İslâmiyet içerisinde, Müslümanları bu ahlâk ve anlayışa taşıyacak bir çok unsurlar, emirler vardır. Biz bu yazımızda, orucun hikmetlerinin anlatıldığı Ramazan Risalesi’nden istifade ederek mevzuu değerlendirmeye, dünya barış ahlâkının kalıcı olarak yerleşmesi için, İslâmiyet’in hükümlerine uyan insanların varlığının ve artmasının lüzumuna değinmeye çalışacağız.
ORUCUN HİKMETLERİ, MÜSLÜMANLAR ve SAİRLERİ
1- Kur’ân’ın ifadesi ile yeryüzü İlahî bir sofra hükmündedir. Gafletle unutulan bu hikmeti Müslümanlar, orucun telkiniyle anlarlar ve Rahman’ın huzurunda kulluklarını ifade ederler. Sairleri için dünya, cinayetlere, savaşlara, her türlü çirkefe zemin hazırlayan bir mekan hükmündedir. Başı boş, hali bir hazine…
2- Bir iğne ustasız, bir mektup katipsiz olmadığı gibi; yeryüzündeki nimetler de sahipsiz değildir. Herbirisi bütün kainatın sahibi ve hakiminin mutfağında pişirilir ve bizlere takdim edilir. Her şeye bir bedel ödeyen, hiç olmazsa teşekkür eden biz insanlar, bu nimetlerin sahibine de şükür borçluyuz.
Fakat bu şükran halini her zaman hissedemediğimizden, oruç bize bu borcomuzu talim eder ve bizleri şükre sevkeder. En zengin insan bile oruç vesilesiyle, bu nimetlerin başkasına ait olduğunu anlar. Kıymetlerini takdir eder. Sairleri ise, her şeye sahiplenir, kendinden bilir. Bu anlayışın neticesi oşarak ortaya çıkan israfla atılan bir günlük ekmeğin, Afrika’yı doyuracağı çok defalar yazılıp çizilegeldi.
3- İnsanlığın kelaynak kuşlarını kurtarma yarışına girdikleri dünyamızda, yandaki komşusunun açlıktan öldüğü adiyattan oldu neredeyse. Şefkatin hayvanlara, bitkilere bolca dağıtıldığı dünyada, insanların üzerlerine atılan bombalarda, dinleriyle dalga geçerek, “Ramazan hediyesidir” yazıldığı tarihlere ve beyinlere kazındı. Gaston Care’in dediği gibi, yeryüzünden Müslümanlar kalksa, neredeyse şefkat kelimesi de lügatlerden çıkarılacak hale gelecekti. Çünkü Müslümanlar oruç sayesinde, hemcinslerine karşı şefkati de öğrenirler. Diğerinin halini elitik olarak değil, bizzat yaşayarak anlarlar ve başkalarına kendilerine davranılmasını istedikleri gibi davranırlar.
4- İnsan için en âlî makam, Allah’a kulluktur. Fakat insanın nefsi sınır tanımak, sınırlanmak istememektedir. Özellikle asrımızda sınırları tayin edilmemiş hürriyetlerin çokça dillendirilmesi, toplum yapısına müthiş zararlar iras etmiştir. Herkes kendisine malik bir hürriyetle hareket etmek istediğinden; ne bir aileden, ne bir milletten, ne de dünya barışından söz edilemez hale gelinmiştir. Allah’a kul olamayan nefisler, ya herşeye kul olmak ya da her şeyi kulluğuna almak yarışına girmişlerdir. İşte oruç, Müslümanlara insanların başıboş olmadığını, bir kısım sınırlar dahilinde mükemmelliklerin yakalanabileceğini öğreten en mühim amillerdendir.
5- Bazen de insan kendi mahiyetini unutur, kendindeki aczi, fakrı görmek istemez. Kendisini adeta ölümsüz zannedip, lezzetli ve menfaati olan şeylere bağlanır, şiddetle dünyaya dalar. Kendini terbiye eden Halık’ını unutur, dünya ve ahiretini mahvedecek ahlâksızlıklara düşer. Oruç ise, insanın midesindeki açlık vesilesiyle zaafını anlamasına ve bu vesileyle gafletten kurtulmasına yardımcı olur. Acizini anlayan insan, başta Rabbine ve sosyal hayatın varlığına sebep olan insanlara karşı ihtiyacını bilir. Uzlaşmanın temel faktörü olan kendindeki aczin ihsasıyla, toplumda zarar değil, faydalı bir fert haline gelir.
6- Ramazan ve Ramazandaki oruç, bütün âlem-i İslâm’ı bir fert hükmüne getirir. Bu ayda nazil olan mukaddes kitapları Kur’ân’a ilgileri daha yoğun olarak herbir Müslüman, sair Müslümanlara karşı her zamankinden daha şiddetli muhabbet hissi duyar. Dünya insanlığının sadece menfaatte birbirlerini hatırlamalarına mukabil, sırf Allah için birliktelik hissederler. Temel değerleri olan iman ve Kur’ân’da ittifak ederler. Çıkarları hiçbir zaman çatışma unsuru olmaz.
7- Hiçkimse ölmek istemez herhalde. Ne var ki ölüm muhakkak. Bunu anlamayan ya da anlamak istemeyen insanlar, hala ölümsüzlüğün sırrını aramakta, bu uğurda öldürdükleri canları da göz ardı etmektedirler. Halbuki günün geceye değişmesi, yazın kışa dönmesi ve bir çok örneklerle zahirdir ki, dünya ahirete değişecek. Biz insanlar bu dünyaya ahiret namına ticaret için gönderildiğimizi Kur’ân söylemektedir.
Bütün hikmetlerin Hâkim-i Hakîm’i olan Allah (cc), Ramazan vesilesiyle bu ticaretimize cüluslar dağıtmakta, İlahlığını zihinlerimizde pekiştirmektedir. Dünya saltanatlarında bile her vesileyi bayram yapıp insanların zihinlerinde kendilerini canlı tutmaya çalışanların varlığı, bu hakikati anlamamıza zannederim yardımcı olabilir.
İşte Müslümanlar, böyle ulvi bir bayram olan Ramazan’da, sadece midelerine değil, bütün azalarına da oruç tuttururlar. Gözlerini haramdan, dillerini gıybetten ve sair azalarını diğer kötü şeylerden bu oruç vasıtsıyla kurtarabilirler. Zira büyük fabrika olan mide tatil ederse, diğerleri ona uymakta zorlanmazlar. İyi bir insan, iyi bir terbiye ile yetişir. Bu da İlahî bir terbiye olan oruç vesilesiyle elde edilebilir.
8- Bütün felsefesini yemek üzerine kuran Roma medeniyeti nerede, karnına iki taş bağlayarak insanlığı irşad eden Muhammed’in (asm) kurduğu İslâm medeniyeti nerede? İslâmiyet, insanlığa insanın tekamülü için lazım olan bütün terbiye ve ahlâkı öğreten ve talim eden bir dindir. İslâmiyet içerisinde hiçbir hüküm yoktur ki, insanlığın faydasına olmasın.
Ruh ve beden dengesinin kurulup, maddî manevî terakkinin tesisi, İslâmiyet’in öngördüğü oruç sayesinde olduğu aşikardır. Zira iflas eden bütün medeniyetlerin rağmına İslâmiyet’e ilgi gün geçtikçe artmakta, İslâmiyet’in ve Müslümanların dünya için ne kadar lüzumlu olduğu her geçen gün yeniden anlaşılır olmaktadır. Hem anlayış, empati, muavenet, şefkat, merhamet gibi ulvi duygular Müslümanlarda daha ön plandadır. Batılıların başına sarık koyup terörist ilan ettikleri insanları saymazsak, Endülüs’ten Çin’e, Rusya’dan Afrika’ya her beldede dünya barışı ve insanlığın selameti adına Müslümanların izleri görülebilmektedir.
9- Nefs-i emmare, her insan için düşmandır. İlla düşman görmek isteyen önce nefsine bakmalıdır. Eğer insan bu ayrıntıyı farkedemezse, kendisini İlah gibi görmeye kadar gidecektir. Bu hali farkettiren ve benliğini kıran, ancak orucun tatlı açlığıdır.
Ramazan ayının bütün dünya barışına vesile olması temennisiyle Ramazanınızı tebrik eder, ahiret adına en kârlı ticaret yapmanızı temenni ederim. Allah (cc), dünyanın başındakilerin aklına akıl, kalblerine iman, dünya barışı ve insanlığın hakiki selameti adına hayırlı işlerinde muvaffakıyetler versin. Amin!
Bir yanıt yazın