Peki, bu kadar güzellik ve iyilik kendi kendine mi oluyor? Bir düşün! Duvara çizilmiş bir harfi mutlaka bir yazan vardır. Çünkü tek bir harf bile bir irade ve bilgiyi temsil eder. Peki, bir harf bile kâtipsiz olmazsa, bir şiiri yazan sıradan biri de değildir. Mutlaka bir ediptir. Bunun gibi her aleti mutlaka bir yapan vardır. En basit bir toplu iğne bile bir ustasız olamaz. Peki, bir fabrika kendiliğinden olur mu? Olabileceğini iddia etmek, akıl ve izan sahibi birisi için imkânsızdır. Bu dünyamız, vücudumuz, hayvanlar, bitkiler, çeşit çeşit canlı cansız sayısız varlık her biri bir harf bile olsa sahipsiz olamaz ki, her birinde birer kütüphaneyi dolduracak hikmet olduğuna ilim adamları şahittir. Sadece kurbağa ile ilgili yazılan ciltlerle eser mevcuttur. Sairlerini kıyas et. Bir de tüm bu ayrı ayrı yaratıklar, belli bir düzende çekip çevriliyor. Tabiat denilen muazzam tuvalde her varlık bir denge unsuru olarak bulunuyor. Bu denge sürekli bozulmak eğiliminde olduğu halde asla bozulmuyor. Vücudumuzdaki 100 trilyon hücreyi aynı amaca hizmet ettiren kuvvet nedir ki, hiç biri bu güce isyan edemiyor? Atomun çekirdeği etrafında elektronları çeviren güç kimse, gökteki gezegenleri de aynı tarzda yakıtsız uçuruyor. Hepsi tek merkezden aynı elden idare ediliyor olmalı ki hepsi birbirinden haberdar gibi davranıyor.
Bak mesela! Düşen bir çekirdeği toprak kucaklıyor, bulutlar oraya koşup yağmuru indiriyor. Çekirdek filizlenip başını yeryüzüne çıkarır çıkarmaz 150 milyon kilometreden güneş imdadına yetişiyor. Öyle bir ışık ve ısı mesajı gönderiyor ki, tam onun yapraklarının anlayacağı dilde. O fidan hemen anlıyor ki; ben bir elma ağacıyım. Bu toprağı yemeli, yağmur suyunu içmeli, güneşin altında pişmeliyim. Elma diye bir meyveyi insanoğluna hediye etmeliyim. Ayrıca havadaki karbondioksiti kullanıp oksijen de üretmeliyim. Çünkü insan denen yaratık, bunun tam tersini yapar. İkimiz de aynı şekilde davranamayız. Birimizin aldığını öbürü vermeli ki denge oluşmalı. Bir de dallarımı biraz yukarıdan başlatmalıyım. Altında gölgelik oluşsun ki insan, hayvan orada istirahat etsin. Sonra dallarımı öyle bir geometrik hesapla uzatmalıyım ki tüm yapraklarım güneşten eşit istifade etsin. Ha güneş de her gün doğmalı. Her gün en az 6-7 saat bana hizmet etmeli. Dünya ise güneş eksenine öyle bir eğimle durmalı ve öyle bir hızda dönmeli ki bir yıl içinde dört mevsim oluşsun. Kış soğuk, ilkbahar ılık, yaz sıcak, sonbahar serin olmalı. Vay be! Elma ağacı sen neymişsin? Her şeyi düşündün be. Sadece düşünmedin hem yaptın, hem de gökteki güneş dâhil herkesi emrinde çalıştırdın. Eh, elma ağacı herkese hükmetti de ne üretti? Elma. Elma o ağacın ne işine yarar? Hiç. Peki, ne olur? İnsan gelir, elmayı dalından çıt diye koparır, katır kutur yer, koçanını arkasına savurur. Nereye düştü diye bile dönüp bakmaz. O zaman bu muazzam mekanizma, esas kime hizmet etti? İnsana. Bu mekanizma içinde insan ne yapıyor? Gerçek anlamda hiç bir şey. E, o zaman bu nasıl iş? Bütün kâinat bize hizmet ediyor. Hiç birine bizim sözümüz geçmezken; elma ağacı güneşe, güneş yağmura, yağmur mevsimlere hükmedebilir mi? Edemez herhalde.
Muhakkak ki saat gibi çalışan bu düzeni koyan ve işlettiren bir Zat var. Bu Zat önce tek olmalı. Yoksa ahenk olmaz. Bu zat, hem bu kâinattaki canlı cansız bütün varlıkların hepsini yoktan var ediyor. Yaratıcı olmalı. Hem onlara birer vazife veriyor. Hiç birini lüzumsuz yaratmıyor. Hikmet sahibi olmalı. Hem de o vazifeyi yapmaları için ihtiyaçları olan her şeyi veriyor. Rızık veren olmalı. Sonra birbirlerini bildiriyor, tanıttırıyor. İlim sahibi olmalı. Aynı sistemin içinde denge içinde çalıştırıyor. Kimse haddini aşmıyor, geriye de kalmıyor. Hepsine gücü yetiyor. Kudret sahibi olmalı. Fevkalade bir mizan ve uygunluk içinde her şey bir takım kanun ve kurallara göre hareket ediyor. Adalet sahibi olmalı. Ve hakeza…
Bir yanıt yazın