Artık birisi içki içiyorsa cevap, “Bir sebebi var içiyorum!”dur. Birisine kötü sözler sarf etmişse cevap, “Az bile”dir. “İçimden bir ses ‘şu adamı vur’ diyor.” sözleri, şeytandan çok şey öğrendiğimizi, fakat şeytanı çoktan unuttuğumuzu en güzel özetleyen cümlelerdir.
Aşağıda anlatacağımız hikâye, “Ne oldum deme, ne olacağım de!” atasözü çerçevesinde, yaşadığımız asırda ilmin önemine vurgu yaparak, şeytan ve dostlarının düşman olduklarını, bu arada dost postu da giyebileceklerini, yeniden hatırla(t)ma gayretidir. Aralarda hikâyenin akışına göre bazı tahliller ve değerlendirmeler yapılacaktır. Cehennem, dikkatten kaç(ırıl)an şeylerdir.
HEDEFİM HER ŞEYİM
Bersisa isminde bir zat, ıssız bir yere kapanmış, gece-gündüz Allah’a(c.c) ibâdet ediyor ve hiçbir kötülükte bulunmuyordu. Şeytan uzun zamandır bu adama musallat olmuştu. Adamı kandırmak için türlü hilelere başvurmuş, fakat bir türlü kandıramamıştı. Bersisa çok ibâdet eden, muttaki, züht ve takva sahibi bir zattı; ama âlim değildi. Şeytan bir gün, derviş kıyafetinde olduğu halde Bersisa’nın kapısını çaldı ve:
-Ben dünya nimetlerinden uzak, ömrünü Allah’a ibâdetle geçirmek isteyen bir kimseyim. Gayesi sadece Allah’ın rızasını kazanmak olduğunu duyduğum sizinle kalıp, beraber ibâdete devam etmek isterim, dedi.
Bersisa onun arkadaşlığı kabul etti. Beraber ibâdete başladılar. Aradan zaman geçiyor, Bersisa ibâdet ediyor, yiyor-içiyor ve diğer insanlar gibi yaşıyor; lakin şeytan, yemiyor, içmiyor, yatıp uyumuyor ve bütün zamanını ibâdetle (!) geçiriyordu. Bersisa, yeni dostuna hayran kalmıştı. Aradan çok zaman geçmeden dayanamayarak:
-Ey Allah’ın salih kulu, sen bu makama nasıl yetiştin. Ben senelerden beri ibâdet ederim, yiyip içmekten kurtulamadım. Sen ise bütün zamanını ibâdete ayırabiliyorsun. Ne olur bunun sırrını bana da öğret de, ben de senin gibi olayım, dedi.
Senelerdir ibâdet eden bir insan portföyü1 var önümüzde ve karşılaşılan yeni bir durum. “Sahip olunanlara yeni bir şeyler katılabilir mi?” durumu. Olur ki insan kendisine yeni bir hedef çizer ve gereklerini araştırmaya başlar. Fakat hikâyede ince bir nokta var. “Bu makama nasıl yetiştin?” Hâlbuki makam istenilmez, verilir. Bersisa da karşılaştığı bu yeni makama talip durumunda. Şeytan ise, aradığını bulmuş görünüyor. Zira senelerdir kandıramadığı adamda, meğer manevi makam sevgisi varmış. Ah! Ne yazık ki, bazen zehir altın tasta verilir.
Hepimizin zihninden “Adam onun şeytan olabileceğini nereden bilsin?” gibi bir soru geçiyor olabilir. Bunun, yaşanmış ve –değişik şekillerde- yaşanılabilir bir durum olması hasebiyle, kendimize ders çıkarabileceğimiz bir hal olduğunu, yazı boyunca aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir.
BENİM HİÇ GÜNAHIM YOK!
Şeytan: -Ben eskiden günahkâr bir adamdım, diye söze başladı. Günahlarıma tövbe ederek bu makama ulaştım, dedi. Bersisa, iyi de benim hiç günahım yok ki, dedi. Şeytan, bir günah işlersin, sonra tövbe edersin, dedi. Bersisa, peki ne yapayım? dedi.
“Benim hiç günahım yok!” Ne kadar yanlış bir cümle değil mi? İsmet sıfatlarına rağmen, peygamberlerin bile kullanmadıkları bir cümle. Buna benzer çok cümleleri, maalesef –sıklıkla- kullanmaktayız. “Ben zaten biliyorum.” “Ben hiç hata yapmam.” “Elimi sallasam ellisi” gibi. Bu nevi cümleler daha da çoğaltılabilir. Bu güya özgüven yüklü cümleler, yanlışa düşebileceğimizin en zahir alametleridir. Her türlü şeytanî ve insanî kandırmaya müsait olduğumuzun delilleridir.
Hedefe kilitlenmek, bazen yıldızı tutmaya çalışmak gibidir. Baş hep yukarda olduğundan, ayak çukurdan hiç çıkamaz. Şeytanın harmanında buğday yok. Diyor ki: “Harmanını boşalt; belki yaz gelir de sen de harman yaparsın?”
Şeytan: “Şu adamı öldür!” dedi.
Lütfen dikkat! Yemeğe tuzla başlama, demiyor. Şu adamı öldür, diyor. Çıta ne kadar yüksek değil mi? İhale burada kalmayacak belki, fakat
sıfırlanmayacak da. Zira arzuyla istenen bir hedef var önde. Bazen bu tür arzular ve beklentiler, insandaki aceleciliğin de sevkiyle “Olsun da nasıl olursa olsun” noktasına kadar gelebilir. Bazen hikmet illetin2 önüne geçip, bazı yanlışları netice verdirebilir.3
Bersisa, “Mümkün değil, yapamam” dedi. “O zaman şu aşağıdaki kötü kadınlarla zina et” dedi şeytan. Bersisa, “Bu da olmaz” dedi. Şeytan bu kez, “O zaman tebdil-i kıyafet meyhaneye gidersin. Kimse seni tanımaz. Orada bir kadeh içki içersin. Sonra da tövbe edersin” dedi.
Tekrar dikkat lütfen! Kimseye tanınmama fikri, Allah’ın bizi her zaman görüyor ve biliyor olduğu hakikatini nasıl da unutturuverdi. Daha üçüncü adımdaki hile makul geldi. Akla –cerbezeyle4- kabul ettirilen bir mesele, bir anda bilinen çok doğrularından üzerine çıkıverdi. “Evet ya, bunu hiç düşünmemiştim.” dedirtti. Hedefe kilitlenmiş ve hadiseyi yaşıyorken gayet makul gelebilen (!) bu durum, dışarıdan bakıldığında nasıl da acı değil mi?
Hani insanlar bazen film seyrederler. Seyredenler, kötü karakterin hamlesinden haberdar olduğu için, iyi karakteri yönlendirmeye çalışırlar. “Arkana bak!”, “ileri kaç!” gibi. Filimdeki adam onu duymaz ama o, “Tüh! O kadar da söyledim.” diye dövünür. Dövünür de; zaman şeridinde oynadığı kendi filmindeki kötü karakterin (şeytan ve türleri) hilelerini haber veren melek ilhamını duyar da, duymazdan gelir.
SON PİŞMANLIK FAYDA VERMEZ
Bersisa, tebdil-i kıyafet meyhaneye gitti ve bir kadeh içki istedi. Meyhanecinin kendisi olmadığından hanımı bakıyordu. İçkiyle sarhoş olan Bersisa, kadına sarkıntılık etti. Olayın üzerine kocası geldiğinden ve hadisenin duyulmasını istemediğinden kocasını da öldürdü. Fakat hadise duyulmakta gecikmedi. Bersisa’yı yakalayıp mahkemeye çıkardılar. Katil olduğu için, idam edilerek öldürülmesine karar verildi. Bersisa idam sehpasına çıkmış, artık ip boğazına geçirildikten sonra onu kurtaracak hiç kimse yoktu.
Eğri cetvelden düz çizgi çıkmaz. Doğruya yanlışla gidilmez. Ateş, ucundan yakaladığı zaman bütün birikimi alıp gidebilir. İnsan bir kere tökezlemeye görsün, bundan sonra olaylar ardı ardına gelir.
Şeytan karşıda göründü. Bersisa:
-Ey Allah’ın sevgili kulu beni bu düştüğüm halden kurtar, diye şeytana yalvarmaya başladı. Şeytan: “Seni ancak bana secde etmen şartıyla kurtarabilirim” dedi. Bersisa: “-Görüyorsun ip boğazıma geçirilmiş, nasıl secde edebilirim” deyince de: “-İşaretle secde edebilirsin” dedi. Bersisa başıyla işaret ederek secde etti ve imansız olarak öldü.
İlim altyapısı olmadan çokça ibâdet ediyor olmak yeterli bir Müslümanlık olmadığını hep beraber gördük. Yanlış bir adım, bütün birikimi -insanı imansızlığa götürünceye kadar- elden alabilir. Son pişmanlıklar da fayda etmez. Bundan dolayıdır ki, ilmî bir alt yapıyla sağlamlaştırılmış ve ibâdetlerle takviye edilmiş Sünnet-i Seniye çerçevesinde bir hayatı fark etmeli ve hayatımızda yaşanılır kılmalıyız. Cenab-ı Hak cümlemizi muvaffak kılsın. Amin!
NÜKTE: Abdülkadir Geylani (K.S.), bir gün mihrapta oturmuş zikir ve murakabe ile meşgulken gaipten bir ses gelir: “Ey Abdülkadir kulum! Ben senden bütün amel yükümlülüklerini kaldırdım.” Abdülkadir Geylani (K.S.) bu sözü duyar duymaz, sesin geldiği yöne elindeki tesbihi kurşun gibi fırlatarak, “Defol lanetli şeytan!” diye haykırır. Foyası ortaya çıkan şeytan, “Ben bu şekilde nice abidleri, nice zahidleri yoldan çıkardım. Ama sen bir an olsun tereddüt edip tuzağa düşmedin. Nasıl anladın beni?” diye sorar. Abdülkadir Geylani (K.S.), hepimizin ibret alması gereken şu sözlerle cevap verir şeytana: “İki şeyle tanıdım seni. Birincisi akaid ilmi. Bu ilimle biliyorum ki, Allah bir yönden hitap etmez; O her yerdedir. Oysa senin sesin bir yönden geldi. İkincisi fıkıh ilmidir. Buna göre de, -peygamberler dahil- hiç kimseden amel mecburiyeti kaldırılmamıştır.”
1. Sahip olunan şeylerin yatırım sonucu oluşturduğu toplam değeri.
2. Bir hükmün hikmeti ayrıdır, illeti ayrıdır. Hikmet ve maslahat ise; tercihe sebebdir, icada medar değildir. İllet ise, vücuduna medardır. Meselâ: Seferde namaz kasredilir, iki rek’at kılınır. Şu ruhsat-ı şer’iyenin illeti seferdir, hikmeti ise meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat hiç olmasa da namaz kasredilir. Çünki illet var. Fakat sefer bulunmasa, yüz meşakkat bulunsa, namazın kasredilmesine illet olamaz. İşte şu hakikatın aksine olarak, şu zamanın nazarı ise, maslahat ve hikmeti illet yerine ikame edip ona göre hükmediyor. (Sözler Mecmuası, 155)
3. Üniversite imtihanını kazanmış başörtülü bir hanım düşünelim. Durum o ki, okula örtüyle girmek yasak; örtüyü çıkarmak, dinen yasak. Birisi dese ki: “Sen okula gitmezsen, doktor olmazsan bizim analarımızı, bacılarımızı kim tedavi edecek?” Bu durumda bu örtülü bacımızın ne yapması gerekir? Lütfen cevaplarınızı e-posta adresimize gönderiniz. İlerleyen aylarda, hep beraber paylaşırız.
4. Kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabâvettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya malik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder; bâtılı bâtıl bilir, içtinap eder. (İşaratül İ’caz)
Senelerdir ibâdet eden bir insan portföyü var önümüzde ve karşılaşılan yeni bir durum. “Sahip olunanlara yeni bir şeyler katılabilir mi?” durumu. Olur ki insan kendisine yeni bir hedef çizer ve gereklerini araştırmaya başlar. Fakat hikâyede ince bir nokta var. “Bu makama nasıl yetiştin?” Hâlbuki makam istenilmez, verilir. Bersisa da karşılaştığı bu yeni makama talip durumunda. Şeytan ise, aradığını bulmuş görünüyor. Zira senelerdir kandıramadığı adamda, meğer manevi makam sevgisi varmış. Ah! Ne yazık ki, bazen zehir altın tasta verilir.
Bir yanıt yazın