Allahu Teâlâ mealen şöyle buyuruyor: “O, hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilirse artık şüphesiz ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (1) Yani her kimin gönül dünyası hikmet deryasından nurlu damlalara mazhar olacak bir olgunluğa erişmiş olursa, ona pek çok hayırların kapısı ardına kadar açılmış demektir.
Hikmet kavramının çok mânâları var. “İlim ve onunla amel; eşyanın manalarını tanımak ve anlamak; sözde ve fiilde isabet: Yani herhangi bir hususta kalben veya lisanen şu şöyledir demeli ve öyle yapmalı ve isabet de etmeli, bu bir hikmet olur.” (2)
Risâle-i Nur’da hikmet şöyle açıklanır: “Kuvve-i akliyyenin ifrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı batıl, batılı hak suretinde göstermeye kadar hileli ve aldatıcı bir zekâya malik olur.
Vasat mertebesi ise hikmettir ki hakkı hak bilir hakka imtisal eder, batılı batıl bilir içtinap eder.” (3)
Hayata ve hadiselere hikmet gözüyle bakabilmek için düstur-u hayat edinilmesi gereken hususlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz;
1- Şu âyet-i kerimenin verdiği ölçüye bağlı olarak hayata ve hadiselere bakmak: “(Ey mü’minler!) Hoşunuza gitmediği halde size (düşman ile) muharebe yazıldı (farz kılındı). Olur ki, bir şey hoşunuza gitmezken o sizin için hayırlı olur, bir şeyi de sevdiğiniz halde o da hakkınızda şer olur; Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (4)
Bu âyet-i kerimenin ortaya koyduğu ölçü ve açıya sahip olmak kişiye, hikmet yolculuğunda çok büyük ve önemli adımlar arttıracaktır inşaallah.
2- Şu hadis-i şerifin penceresinden bakarak hadiseleri değerlendirmek: “Erkek olsun kadın olsun mü’min günahsız olarak Allah’a kavuşuncaya kadar kendisinde, malında ve evladında bela eksik olmaz.” (5)
Bu hadis-i şerifin verdiği ölçüyü eline alıp gözüne takan insanlar için bela, musibet ve hastalık gibi hoşa gitmeyen şeyler korkulu rüya olmaktan çıkarlar, hatta zamanla kişi onlara “Hoş safa geldin” diyebilecek bir olgunluğa erişebilir. İşte olayları görünen yüzlerine göre değil de uhrevi neticelerine ve gerilerinde duran güzelliklere göre değerlendirecek bir bakış ve anlayışa sahip olmak, hikmete râm olmuşluğun mühim göstergelerinden birisi olmaktadır.
3- Aleyhissaletü Vesselam’ın beşikte konuşan üç çocuk olayından birisi olarak haber verip anlattıkları şu hadisenin mesajını dikkatle algılamak ve yaşanan pratik hayata uyarlamak. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh Rasulullah’ın şöyle anlattığını rivâyet ediyor:
“Bir zamanlar bir çocuk annesini emiyordu, oradan şahlanmış bir at üzerinde kılık kıyafeti güzel bir adam geçti, onu gören kadın “Allah’ım, şu oğlumu bunun gibi yap!” diye duâ etti.
Çocuk memeyi bırakarak adama doğru yönelip baktı ve: “Allah’ım beni bunun gibi yapma!” diye duâ etti
Sonra tekrar memesine dönüp emmeye başladı. (ResuluIlah Sallallahu Aleyhi ve Sellem anlatmaya devam etti.)
Sonra annenin yanından bir kalabalık geçti, ellerinde bir cariye vardı, onu dövüyorlar ve “Seni zâni seni! Zina yaparsın, hırsızlık yaparsın ha!” diyorlardı. Cariye ise “Allah bana yeter, O ne iyi vekildir!” diyordu.
Çocuğun annesi; “Allah’ım çocuğumu bunun gibi yapma!” dedi Çocuk yine emmeyi bıraktı, cariyeye baktı ve:”Allah’ım beni bunun gibi yap” dedi. İşte burada anne evlat karşılıklı konuşmaya başladılar.
Anne dedi ki: “Boğazı tıkanasıca! Kıyafeti güzel bir adam geçti.
Ben “Allah’ım, oğlumu bunun gibi yap” dedim.
Sen:”Allah’ım beni bunun gibi yapma” dedin.
Yanımızdan cariyeyi döverek, zina ve hırsızlık yaptığını söyleyerek geçenler oldu.
Ben: “Allah’ım oğlumu bunun gibi yapma” dedim.
Sen ise, “Allah’ım beni bunun gibi yap” dedin.
Oğlu şu cevabı verdi: “O atlı adam cabbar zâlimin biriydi (Dünyası göz alıcı ve imrendirici ama ahireti berbat idi). Ben de “Allah’ım beni böyle yapma” dedim. “Zina ettin, hırsızlık ettin” dedikleri şu zavallı cariye ise ne zina yapmış ne de çalmıştı. (Mazlum idi, görünen perişanlığının arkasında muazzam kazançlar, bitmez tükenmez mükâfatlar duruyordu.) Ben de “Allah’ım, beni bunun gibi yap dedim.”(6)
4- Büyüklerimiz “Elhamdülillah Ala Külli Hal Sivel Küfr-i Veddalal” (Küfür ve dalalet hariç her şey için Allah’a hamdolsun) mübarek cümlesini düstur edinmişler. Bu cümle dillerinin virdi, ifade ettiği hakikatler ise, düşünce ve anlayış dünyalarının mimarı olmuştur. Bu kısaca şu demektir; gerçek musibet insanın bilihtiyar işlediği günahlar ve irtikâp ettiği dalaletlerdir. Bunlardan Allah’a sığınmak gerekir. Zararı ve acısı dünyada kalan musibetler ise, sabretmek şartıyla musibet olmaktan çıkarlar; nimet ve kazanç olma vasfına inkılâp ederler.
Hadiselere bu gözle bakmak onları neticelerine ve ahirete müteallik kazançlarına göre yerli yerine koymak demektir ki bu yaklaşım hikmet yolculuğunun vazgeçilmez sermayelerinden biridir.
5- Hayatı bir bütün olarak değerlendirmek: Hayat ve her çeşidiyle hayatı dolduran hadiseler bir bütün olarak algılanıp değerlendirilirse hikmetli bir bakış, görüş ve düşünüşe yol bulunabilir. Şöyle ki, hayatta her şey birbirini tamamlar, birbirinin güzelliğini ve nimet olma özelliğini ortaya çıkarır. Onun için, “Eşya zıtlarıyla bilinir” denilmiştir. Yani gece olmazsa gündüzün değeri bilinmez, açlık olmazsa yemenin ve doymanın lezzeti hissedilmez, hastalık olmazsa sağlığın değeri fark edilmez vb. Eğer nimet nimet olarak bilinmezse nimet olma özelliğini kaybeder. Buna mukabil nimetin zıddı (mesela sıhhatin zıddı olan hastalık) onun bilinmesine hizmet ediyorsa o da bir nevi nimet hükmüne geçer.
“Hayat her şeyiyle olabileceği en güzel şekilde yaratılmıştır. Öyle ki daha güzel şekli bulunamaz ve düşünülemez.”
İhya’da geçen şu hikâye de hikmete giden yolu aydınlatan çok parlak bir kandil hususiyeti taşıyor: “Çocuğu olmayan bir kadın zamanın meşhur ve tecrübeli bir hekimine başvuruyor. Tabip onu muayene ettikten sonra 40 gün sonra öleceğini söylüyor Kadın büyük bir üzüntü içinde yemekten içmekten kesilerek 40 günün sonunu bekliyor. 40 günün sonunda hekimin sözünün gerçek çıkmadığını hayret ve sevinçle görüyor. Doğruca hekimin yanına gidiyor. Kendisine 40 gün sonra öleceğini söylemiş olduğunu fakat gördüğü gibi karşısında olduğunu ifade ediyor. Tecrübeli hekim ise, gülümseyerek şu cevabı veriyor: “Şikâyetin malum, sebebi ise vücudun yağ bağlamış olması. Çocuk dünyaya getirebilmen için o yağların erimesi gerekiyordu. Bunun için de 40 gün ölüm korkusu içinde yaşaman icab ediyordu. Başka yolla yağların erimesi de kabil değildi. Artık anne olabilirsin, hayırlı olsun.”
İşte bir imtihan olarak başa getirilen sıkıntılı hadiselere bu hikâyenin ışığında bakılabildiğinde olayların tazyikinin altından kolaylıkla kurtulabiliriz. Şöyle ki: Bu hikâyenin mesajını doğru olarak telakki edebilmiş bir insan şöyle düşünecektir: “Her şeyin sahibi ve idare edicisi olan yüce Mevla kullarını terbiye edip günahlarından arındırmak, onları manevî yüksek makamlara çıkarmak için sebepler yaratıyor.”
Yüce Mevla kullarını terbiye edip günahlarından arındırmayı, onları manevî hastalıklarından kurtarıp Cennet’e layık bir kıvama getirmeyi murad ediyor. Onun için onları çok çeşitli bela ve musibetlerin haddelerinden geçiriyor ve O, hangi kulunu hangi belaların haddesinden geçirerek şifaya kavuşturacağını çok iyi bilendir. Hikâyenin mesajını alan böyle düşünür ve bela, musibet hangi tür ve dozda gelirse gelsin hepsine hazırlıklı olur. Geldiğinde de tam bir teslimiyet içinde bulunur.
Hikmet yolunun bir başka manevî kandili de, Hızır Aleyhisselam’ın bindikleri gemiyi delmesi, herhangi bir suçu sabit olmayan çocuğu öldürmesi, kendilerini ağırlamaktan kaçınan köye ait bir duvarı bila-ücret tamir edip sağlamlaştırmasıyla ilgili olarak Hz. Musa Aleyhisselam’a verdiği hikmet dolu cevapları hatırlamakdır.
Az yemek, hikmet ehli insanlarla haşır neşir olmak, ilgili kitapları okumak ve okuduğu ile amel etmek suretiyle gönül dünyasını ışıl ışıl aydınlık bir halde bulundurmak da hikmet ehli olmanın alt yapısını oluşturan önemli bir faktör olacaktır.
Nihâyet hikmet ehli büyüklerimizin hadiseler karşısındaki tavır, tutum ve sözlerini hatırlayıp göz önünde bulundurmak. Menkıbe kitaplarında geçen bir hadise şöyledir:
İbrahim Edhem Hazretleri bir gün sahrada dolaşırken yanına bir zabit geliyor ve yakınlarda yerleşim yeri olup olmadığını soruyor. İbrahim Edhem Kuddise Sırruhu hazretleri ona mezaristanı gösteriyor. Cevaptaki inceliği anlamayan zabit, elindeki değneği ile İbrahim Edhem’in başına vurup yaralıyor. En yakındaki bir köye vardığında köy halkına olayı anlatıyor. Köylüler başını yaraladığı zatın İbrahim Edhem olduğunu hatırlatarak zabiti uyarıyorlar. Zabit hemen geri dönerek İbrahim Edhem’i buluyor. Eline ayağına kapanıp özür dilemek istediğinde Hazret şöyle diyor: “Özür dilemene gerek yok, çünkü sen bana haksızlık yaptın; ben sana sabrettim ve sen sabır yoluyla benim çok sevaplar ve uhrevi kazançlar elde etmeme vesile oldun. Bu itibarla ben senden müşteki değil, bilakis sana müteşekkirim. “
Bir başka manidar örnek Bediüzzaman Hazretleri’nden; hastalanan bir talebesini ziyarete gidiyor. Talebe şifa için duâ talebinde bulunduğunda Hz. Üstad’ın cevabı şöyle oluyor.
“Kardeşim ben senin hastalığının aleyhinde değilim ki duâ edeyim.”
Bu hadiseler üzerinde dikkatle düşünüldüğü zaman hikmete râm olma noktasında büyük dersler ve kazanımlar elde edileceğinde şüphe yoktur.
Bakara, 2/269
Hak Dini Kur’an Dili, C. 1. ss. 916-917.
İşaretül İcaz. S. 20.
Bakara. 2/216.
Riyazussalihin – Peygamberimizden Hayat Ölçüleri, C. 1, s. 269, Hadis no: 50
Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi. C. 14, Hadis no: 4994.
“Çocuğu olmayan bir kadın zamanın meşhur ve tecrübeli bir hekimine başvuruyor. Tabip onu muayene ettikten sonra 40 gün sonra öleceğini söylüyor Kadın büyük bir üzüntü içinde yemekten içmekten kesilerek 40 günün sonunu bekliyor. 40 günün sonunda hekimin sözünün gerçek çıkmadığını hayret ve sevinçle görüyor. Doğruca hekimin yanına gidiyor. Kendisine 40 gün sonra öleceğini söylemiş olduğunu fakat gördüğü gibi karşısında olduğunu ifade ediyor.
Tecrübeli hekim ise, gülümseyerek şu cevabı veriyor: “Şikâyetin malum, sebebi ise vücudun yağ bağlamış olması. Çocuk dünyaya getirebilmen için o yağların erimesi gerekiyordu. Bunun için de 40 gün ölüm korkusu içinde yaşaman icab ediyordu. Başka yolla yağların erimesi de kabil değildi. Artık anne olabilirsin, hayırlı olsun.”
Bir yanıt yazın