Evet Cenâb-ı Hak insanı ihmal etmemiştir. İnsan nev’inin en büyük en ehemmiyetli ve en umumi olan beka duâsını, lika duâsını, ebedî hayatı ve ebedî saadeti, bütün müştemilatıyla beraber âhiretin ve cennetin yaratılmasıyla kabul etmiştir.
Hayatın saadetini lezzetini râhatını istiyorsanız, hayatınızı iman ile hayatlandırınız, feraiz ile ziynetSlendiriniz, günahlardan ictinab ile de muhafaza ediniz.
Hayat, imanın altı erkanına bakıp onları ispat eder. İmanın esaslarının hayat ile kuvvetli alakaları vardır. Hayat sayesinde bunlar bilinir ve anlaşılır. Evet madem bu kâinatın en mühim neticesi ve meyvesi ve yaratılmasının hikmeti hayattır. Elbette bu yüksek hakîkat olan hayat, sadece bu fânî, kısacık, noksan ve elemli olan dünya hayatına münhasır değildir. Belki hayatın mâhiyeti ve ne olduğu hakkıyla anlaşılırsa, hayat ağacının gayesi, neticesi ve en son meyvesi, âhiret hayatı olduğu tahakkuk eder.
Hakîkî hayat, taşıyla toprağıyla hayattar olan cennet hayatıdır. Eğer âhiret ve cennet hayatı kabul edilmeden, sadece dünya hayatına hasrı nazar edilirse, o zaman acib ve garip sanatlarla donatılmış bu hayat ağacının, zîşuur hakkında hususan insan hakkında, meyvesiz, faydasız, hikmetsiz olması lazım gelecektir. Şayet âhiret hayatı olmayıp, sadece dünya hayatı olsa idi o takdirde insanın kıymeti hiç hükmünde kalacaktır.
Eğer âhiret ve cennet hayatı olmasaydı sermaye ve cihazat bakımından serçe kuşundan yirmi derece yüksek ve kâinattaki zîhayat içinde en mühim ve ehemmiyetli varlık olan insan saadet-i hayat cihetinde serçe kuşundan yirmi derece aşağı düşüp en bedbaht, en zelil bir bîçâre olacaktı.
Hem en kıymettar bir nimet olan akıl dahi, geçmiş zamanın hüzünlerini ve gelecek zamanın korkularını insanın başına yağdırmakla onun kalbini sürekli incitir. Bir lezzete karşılık dokuz misli elemleri kattığından, bu akıl insanın başına en musibetli bir bela hükmüne geçer. Netice olarak bu hayattan sonra mutlaka bâkî bir hayat olmalıdır. Demek bu dünya hayatı, âhirete iman rüknünü kesinlikle ispat ediyor. Yüz binlerce hayvanat ve nebâtât çeşitlerinin her sene ölmeleri ve bahar mevsiminde yeniden diriltilmeleri, ihya edilmeleri haşir ve âhiret hayatına binler delil olarak, gözümüz önünde cereyan ediyor.
Bir çobanın bir koyununun ayağı incinse, Cenâb-ı Hak onu ihmal etmiyor, ya merhem veya baytar gönderiyor. Zayıf bîçâre yavrulara halis süt gönderiyor. Yerlerinde tevazuyla durup hareket edemeyen ağaçların rızıklarını ayaklarına gönderiyor. Bütün nebaâtât ve hayvanâtı rubûbiyetiyle terbiye ediyor, onları harika ve mükemmel bir şekilde besliyor, büyütüyor, yetiştiriyor ve nasıl hareket edeceklerini öğretiyor.
Hatta insanın küçücük midesinin beka ve yaşamak arzusuyla yaptığı hususi rızık duasını bilen, işiten ve leziz yiyeceklerle o duanın kabulünü gösterip mideyi memnun eden Cenâb-ı Hakkın insanı bilmemesi görmemesi mümkün değildir.
Evet Cenâb-ı Hak insanı ihmal etmemiştir. İnsan nev’inin en büyük en ehemmiyetli ve en umumi olan beka duâsını, lika duâsını, ebedî hayatı ve ebedî saadeti, bütün müştemilatıyla beraber âhiretin ve cennetin yaratılmasıyla kabul etmiştir.
Bundan anlayalım ki, bu hayatın gayesini rahatça yaşamak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskârane nimetlenmektir” diyenler, gayet çirkin bir cehaletle bu pek çok kıymettar olan hayat nimetini ve şuur hediyesini ve akıl ihsanını hafife alıp ve tahkir edip dehşetli bir küfrân-ı nimet ederler.
Bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebediye olduğu gibi, bir meyvesi de hayatı veren Zât-ı Hayy ve Muhyîye karşı şükür ve ibadet, hamd ve muhabbettir ki bu şükür ve muhabbet, hamd ve ibâdet ise, hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir.
“Hiç mümkün müdür ki: Bir saltanat, bâhusus böyle muhteşem bir saltanat, hüsn-i hizmet eden mutilere mükâfatı ve isyan edenlere mücazatı bulunmasın. Burada yok hükmündedir. Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra vardır.”
Bir yanıt yazın