Bu öyle bir hâldir ki kişi bakar görmez, işitir duymaz, okur anlamaz olur. Sanki üzerinde ölü toprağı vardır. Üzerini örten elbiseleri, yorganı değil de gaflet örtüsüdür. Sanki gaflet, akıntılı bir nehir, kendisi de küçük bir teknedir. Nehir nereye götürse oraya gider. Ne yol sorulur, ne vasıta, ne de varılacak istasyon.
Cenâb-ı Hakk’ın “Gâfillerden olma!” emriyle hiç gaflette kalmayan bir peygamberin ümmeti olarak gaflet asrında dünyaya geldik. Balıklar misali “Ol mâiler ki derya içredirler, deryayı bilmezler” sırrınca nice yıllar gaflette yaşadık ve gaflette olduğumuzu anlamadık. Ancak gafletten ikaz edildiğimizde gafletin tâ hücrelerimize, en derin hissiyatlarımıza işleyebilen ince ve sinsi bir hastalık olduğunu anlayabildik. Bu sefer de müteyakkız olarak gaflet deryalarındaki seyrimiz başladı. O zaman da anladık ki insan her yaşta, her seviyede gaflete düşebilir ve aldanabilir.
Mübarek, pak vücudu, muazzez, mücellâ, musaffâ rûh-u âlisine âşık olan Resûl-ü Ekrem Efendimiz’in (asm) bütün hücreleri ve zerreleri her zaman gafletten uzak ve hüşyardı. Ne Rabbini ne de ümmetini hiçbir zaman unutmaz ve hayatı boyunca gafletten uzak yaşamaya azamî dikkat ederdi. Hatta Kendisi uyku hâli olan maddi gaflet anını “Ben uyurum ama kalbim uyumaz” diye ifade ediyor. Vücudu ile ruhunu öyle hemhâl etmiş ki, bütün zerreler yüzlerini her an Cenâb-ı Hakk’ a çevirmiş. Bu hâl onun mübarek vücudunu öyle nurlandırmış ki, kesifliğini kaybetmiş ve Ashâb-ı Kiram “Gölgesiz vahyin gölgesiz vücuduna mazhar” bir peygamberle gezmişler, yaşamışlar.
İslâmiyet gafleti aslen “Cenâb-ı Hakk’ı unutmak, emirlerinden habersiz olarak yaşamak” olarak ifade ettiği gibi “dikkatsizlik, ciddiyetsizlik, lâkaytlık” olarak da tanımlamaktadır. Bunun yanında bîhaber olmak, üstüne alınmamak, hiç ölmeyecek gibi yaşamak gibi mânâlar sözlüklerin ifade ettiği ıstılahi mânâlardır. Bu öyle bir hâldir ki kişi bakar görmez, işitir duymaz, okur anlamaz olur. Sanki üzerinde ölü toprağı vardır. Üzerini örten elbiseleri, yorganı değil de gaflet örtüsüdür. Sanki gaflet, akıntılı bir nehir, kendisi de küçük bir teknedir. Nehir nereye götürse oraya gider. Ne yol sorulur, ne vasıta, ne de varılacak istasyon.
GAFLETİN SEBEPLERİ
Elbette ki gaflet bir anda oluveren bir hâl değildir. İnsanlar bir anda gaflete düşmüyorlar. Gafleti hazırlayan sebepler vardır. Bunların başlangıcı ve en önemlisi; alışkanlık kazanmak yani ünsiyet ve peşinde ülfet peyda etmektir. Önce kâinatta meydana gelen eşsiz mûcizevî hadiselere, icraatlara karşı ülfet kazanılır. Bu ülfet perdesi ilk anda aralanmazsa git gide kalınlaşır. Öyle ki gaflet örtüsüne dönüşür. Gafletle yaşamak zamanla sefahate gider ve bir hayat tarzı olarak yerleşir. İnsanlar bu aşamadan sonra bildikleri hâlde yapmamaya ve geciktirmeye başlarlar. Artık zemin hazırdır. Öyle ki “gâfil olmak”, “gâfil avlanmak”, “gaflete düşmek” bu zeminin üzerinde gerçekleşir. İşte, gaybi aşina nazarı ile bizi bu hâllerden ikaz eden Resûl-ü Ekrem Efendimiz “İnsanlar uykudadır (gaflettedir), öldüklerinde uyanırlar!” buyurarak gaflette olanın gâfil avlanacağını haber vermektedirler.
Müslümana hiç yakışmayan gaflet hastalığı bu asırda en çok lakayt kalmak ve ertelemek suretinde görülmektedir. Oysa “Erteleyenler helak oldu”, “Cehennemliklerin ekserisi tevbeyi geciktirenlerdir” hadisleri bu hâlin ne kadar tehlikeli olduğunu ifade etmektedir. Zira “ertelemek” fiili bilip de ertelemek, geciktirmek anlamı ihtiva etmektedir. Yani hadis-i şerif bilip de erteleyenlerden bahsetmektedir. Bu da gafletin ta kendisidir. Bunun tam tersi “Allahtan gâfil olanların arasında Cenâb-ı Hakk’ı anmanın çok büyük mükâfatları netice vereceğine” dair hadisler de mevcuttur.
Nasıl gaflette olmak, gafletle yaşamak bir hâl üzere ise, gafletten ikaz ve teyakkuzda bulunmak da bir hâl üzeredir. Ancak haberdar olmak, dikkatli olmak ve ciddi olmakla bu hâl üzere kalınabilir. “Gafletten ikaz olmak”, “gaflet perdesini yırtmak” ve “Gafleti dağıtmak” da her an insanı Rabbisini hatırlamada müteyakkız kılacak hâl ve hareketlerle hayatını doldurmasına, kıymetlendirmesine bağlıdır. İşte bu hâldendir ki ehli gaflette hakîkî Müslümanları celbedecek hâller bulunmaz. Zira onların hayatında kendilerine Rablerini, peygamberlerini ve ölümü hatırlatacak eserler bulunmaz. Eser yoksa müessir de, müessire giden yol da yoktur.
GAFLET PERDESİ NASIL KALKAR?
Yaşadığımız hayata baktığımızda bizi gaflete alıştıracak ve o gaflette yaşatacak nice hâller görülür. Gezdiğimiz sokaklardan, konuştuğumuz insanlara kadar çoğu hâl bize, insanlığımızın gereğini hatırlatacak şeyleri unutturur. Ulvî hislerimizi uyutur. Evet, “Gaflet, hissi iptal ediyor. Ve bu zamanda gaflet öyle bir derecede iptal-i his etmiş ki, bu elim elemin acısını ehli medeniyet hissetmiyor”.
Medeniyetin eczaları ve mutlu, zevkli, çağdaş bir hayatın anahtarları diye sunulan tarzlar, aslında gaflet vadilerindeki sefahat hayatlarının anahtarları olarak bilerek veya bilmeyerek kullanılıyor. Çoğu zaman elim neticelere sebebiyet veren bu “hiç ölmeyecekmiş gibi yaşanan” hayatlarda gaflet, zamanla yerleşmekte ve kurtulması oldukça zor olmaktadır. “Mevtin ikazatıyla o gaflet perdesi parçalansa” bile ancak bazı kalplerde derin etkiler bırakabilmekte, zamanla eski hâllere yeniden dönüşler olmaktadır.
Ehli hidâyette de gafletin tezâhürü farklı şekillerde olmaktadır. İstenilen değil de istenen hayat tarzları sanki tahkik ehli olmadan, “bu kadarı yeter” nevinden bir hâl almaktadır. Öyle ki kütüphaneleri dolduran kitaplar seneler geçmesine rağmen alt nesillere, ilk alındıkları gün gibi yepyeni olarak miras bırakılmakta ve bununla övünülmektedir. Bu konuda gaflet öyle bir hâl almıştır ki sanki ibâdet; “eserleri tetkik edip yaşamak yerine koleksiyonunu yapmak” hâline dönüşmüş.
Oysa bütün İslâm tarihi, peygamberler ve velilerin hayatı bize göstermiştir ki gaflet perdesi ilmî hassasiyet arrtıkça kırılıyor, parçalanıyor. Yani iman ve Kur’ân hakîkatleri ne kadar mütâlaa edilir ve bu konulara vukufiyet ne kadar artarsa gafletten ikaz da o kadar ziyadeleşir. Zira iman hakikatlerindeki hassasiyetin arttırılması, ciddiyetin arttırılmasına sebebiyet verecek ve en küçük bir sünnet-i seniyye dahi ihya edilerek Resûl-ü Ekrem akla getirilecek, oradan Vahdaniyete pencereler açılacak ve her şeyin üstünde Cenâb-ı Hakk’ın sikkesi görülebilecektir. Tahkik ehline yakışan da böyle bir tarzdır.
Ehl-i İrfan olarak hayatımıza sinsice ilişen ve bizim için çok kıymetli olan zaman hazinemizi boşa harcatan, “rahatça yaşamak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskârane nimetlenmek” adı altında “hayat nimetini ve şuur hediyesini ve akıl ihsanını istihfaf ve tahkir edip, dehşetli bir küfran-ı nimete” sebebiyet veren “gaflet” hâllerimizi yeniden gözden geçirelim. Gafletten ikaz olmak için müteyakkız kalalım.
“İnsanlar uykudadır (gaflettedir), öldüklerinde uyanırlar!”
Hadîs-i Şerif
Bu zamanda gaflet öyle bir derecede iptal-i his etmiş ki, bu elim elemin acısını ehli medeniyet hissetmiyor
Bir yanıt yazın