Bu da nerden çıktı?
Neden oldu bu hadise şimdi?
Keşke böyle bir şey olmasaydı?
Falan şahıs hayatımı zindan etmek için mi var?
Başıma gelen bu musîbet olmasaydı şimdi kimbilir ne kadar mutlu olacaktım?
Ve şu hastalık olmasa hayatta ne kadar başarılar elde ederdim!
Hiç beklemediğimiz anda kapımızı çalan musîbetler hiç ummadığımız anda ziyaretimize gelen hastalıklar ve canımızı sıkan bir takım hadiseler işte bu cümleleri bize söylettiren sebeplerdir. Beynimizi kemiren fısıltılar gibi olur bu cümleler. Defalarca zihnimiz ve akabinde dilimiz bozuk plak gibi bıkmadan usanmadan sürekli döner döner tekrar eder bu cümleleri. Oysa kaderin önümüze koyduğu her bir cilve kâinattaki muazzam ahengi tanzim eden ilahî kader programının zincirinden bir halkadır. Kâinatta hiç bir şey yok ki; birbiriyle bağlantılı olmasın. Ayağımıza takılan bir taş, ocağımıza düşen bir ateş -bizler sadece kendimizi alakadar ettiğini zannetsek bile- hakîkatte bütün mevcudat ile alakadardır. Ve hoşumuza gitmeyen ve bizi memnun etmeyen o hadise, keyfimiz kaçmasın diye vuku’ bulmayacak olsa, kâinattaki ahenk bozulacak feleğin çarkları yerinden oynayacaktır. Bu ise yeni baştan bir kader programının tanzimi demektir.
Peki insanoğlunun haddine mi ki “Hatırım için koskoca kâinat programı değişsin!” diyebilsin. Lâkin insan âdeta bunu istiyor, bunu diliyor. Hâlbuki Bedîüzzaman Hazretleri’nin dediği gibi: “Senin ne kıymetin var ki; sinek kanadına müvazi olmayan hevesini tatmin ve teskin için felek çarklarıyla teskin edilsin!”
Basit arzularının hatırı için cüz’î hevesini kâinata mühendis ve mimar yapmak istiyor insan. Başına gelene razı olmamakla farkında olmadan Allah’ına karşı; “Sen bunu bana uygun görmüşsün ama ben bu programı beğenmedim. Bana kalsa daha iyi yapardım (!)” dercesine şirk içeren bir memnuniyetsizlik ile haddini aşıyor. Haddi aşmakla da cehâletini ilan ediyor. Zira âyette de meâlen buyrulduğu gibi; “Muhakkak ki insan; zâlim ve câhildir.” (Ahzab, 72)
YÂ RAB! BİZİ BİZE BIRAKMA
Tevekkül ve teslimiyet noksanlığı içinde heveslerimizin temini için ısrardaki ısrarımız cehalâtimizin en büyük göstergelerinden biridir. Hem hayır mı şer mi olduklarını ne kadar biliyoruz ki istek ve arzularımızda bu kadar ısrar ediyoruz? Hayatımızda hoşumuza gitmeyen şeyler kaldırılıp yerine bizim istediklerimiz konulduğunda mutlu olacağımıza nasıl emin olabiliyoruz? Ya da bize gayb âleminden bir perde açıldı da isteyip durduğumuz şeylerin bizim için hayır olduğu mu gösterildi ki bu kadar ısrarımızda ısrar etmekteyiz? İşte yine Hazreti Üstad’ın cümleleri geliyor aklımıza: “Nerden biliyorsun ki ni’met bildiğin belki senin için nikmettir. (işkenceli cezadır)” Evet belki de cehâlet içinde bize bela ve musîbet olacak şeyi dileyip duruyoruz da elimize geçmedikçe ömrümüzü ağlayıp sızlanmakla ve şikâyetlerle heba ediyoruz. “Sizin hayır zannettiklerinizde şer, şer zannettiklerinizde ise hayır vardır” (Bakara, 216) meâlindeki âyeti nefislerimize ne kadar da sık hatırlatmak gerekiyor.
Aslında hayatımıza kısa bir bakış attığımızda görürüz ki; irademizin karışmadığı birçok şey bizi memnun ederken irademizin müdahil olduğu pek çok şey de bizi mağdur edegelmiştir. Yaşamımızda karar verip yaptıktan sonra eseflerle pişmanlık duyduğumuz şeylerin listesini bir çıkarsak. Bu ‘keşke’ler listesi kadere rızasızlık gösteren ve kendini hür ve serbest isteyen nefislerimize iradelerimizin zavallılığını oldukça iyi anlatacaktır. Hatta hayırlar güzellikler apaçık ortadayken bile iyiyi, güzeli, doğruyu ve bize uygun olanı seçebilmekte ne kadar âciz ve zavallıdır iradelerimiz. Gözünüzün önüne getirin hayat tablonuzdaki ‘keşke’ler listesini! Tablo ortada değil mi? Ve insan ister istemez şu duâyı mırıldanıyor. “Biz bize kalsaydık acaba ne olurduk! Yâ Rab ne olur bizi bize bırakma! ”
CENNET-ÂSÂ BİR TEFEKKÜR
Allah, hayat denizinin dalgalarında yaşam mücadelesiyle bir çok haller içine soktuğu insanı evirip çevirir ve böylece onu esmâsına ayna yapar. Evet tahammülümüzü zorlayan hadiselerle karşılaşıyoruz, bu kesin. Fakat şahsımıza âit görünse dahi başa gelen tüm hadiseler ulvî ve kevnî kader programına takılmış halkalar olduğu hakîkatini tefekkür eden bir şahıs en perişan haldeyken dahi kaderin büyük payını ayırabiliyor. Ve kendini fevkalade tanzim edilmiş bu mukaddes ahengin kucağına bırakıyor. Böylece musîbet ve sıkıntıları önüne getiren zâhirî sebepler kıymetini kaybediyor. Ümitsizlikleri izâle oluyor ve ileri derecedeki asabiyet hisleri de bu tefekkür ile denge buluyor. Ve şu üç günlük dünyada asabiyetin gereğinden fazla kullanılması ile hasıl olan kin, düşmanlık, haset, cidal ve intikam vs. hisleri teskin oluyor. İnsanın iç âleminde yaşadığı huzur yada huzursuzluk mutlaka çevresine de sirâyet etmektedir. Kaderden kısmetine düşeni teslimiyet ve rıza ile kabul eden insanlar, güzel insanlardır. Ve o güzel insanlar kendilerindeki bu huzuru âdeta güzel bir koku gibi gittikleri her yere götürürler.
Evet bize sıkıntı veren hadiseler günahlara kefâret, ilahî birer ikaz ve gafleti izâle için gelirler. Ve bazı zaman olur ki insan, kuvvetli bir şekilde imtihan olunur. Tâ ki mihenge vurulsun, altın mı bakır mı olduğu ortaya çıksın. Fakat asıl olan; kadere rızâ ile ilâhî Rahmet kucağındaki huzuru elde ettirecek ve bütün kederleri izale edecek cennet-âsâ tefekkürü elde edebilmektir.
Hâsıl-ı kelâm: İşte ilahî muhteşem kader programıyla fevkalade devam eden kâinat tablosu önümüzde. Güneş, bir mekik gibi gece ve gündüz ipleriyle ilâhî nakışları dokuyor. Dağlar, zemin sefinesinde hazineli direkler olarak vazife yapıyor. Gece, ışıldayan yıldızlarla toprak, ise ise tebessüm eden çiçeklerle doluyor. Küçük bir pirenin midesi ile güneşlerin sistemi aynı nizam ile işliyor. Karıncayı emîrsiz, bal arısını yâsupsuz bırakmayan şu İlim, İrade ve Kudret harikası kâinat tablosuna bir bakın! Ve sonra şu cümleleri söyleyin! “Benim basit arzularımın tatmini için feleğin yüksek gaye ve hikmetlerle işleyen çarkları bozulamaz! Semâ sayfasında seyyaratı, bal arısı ve karınca sayfasında hüceyratı yazan ve bunları birbirinden alakasız bırakmayan kader-i ilâhî ve ve Kudret-i ezeliye benim hayat sayfamı da hikmetle yazacaktır. Kâinat programında dengesiz ve abes bulunan bir şey var mıdır ki benim başıma gelen sıkıntılarda hikmetsizlik ve abesiyet bulunsun!”
İnsanın iç âleminde yaşadığı huzur ya da huzursuzluk mutlaka çevresine de sirâyet etmektedir. Kaderden kısmetine düşeni teslimiyet ve rıza ile kabul eden insanlar, güzel insanlardır. Ve o güzel insanlar kendilerindeki bu huzuru âdeta güzel bir koku gibi gittikleri her yere götürürler.
Bir yanıt yazın