- Veli ne demektir?
Veli lügatte dost, muhib, yardımcı mânâlarına gelir. Istılahta ise, nefsiyle mücadele ederek mârifet ve ibadetlerle Hak Teâlâ’ya vâsıl olmuş, O’nun mânevî yakınlığına ermiş, dostluğunu kazanmış kimse demektir.
Âlimler, veliliği, umumî velilik (velâyet-i amme), hususî velilik (velâyet-i hassa) olmak üzere iki kısımda ele almışlardır.
Velâyet-i amme: Allah’a îman eden bütün mü’minlerin velâyetidir. Kur’ân’da “Allah îman edenlerin velisidir, onları karanlıklardan nura çıkarır” (Bakara, 257) buyrulmuştur. Bu târife göre her mü’min velidir. Yani Allah’ın dostudur. (Bkz: Molla Câmi, Nefehatü’l-Üns Tercümesi, Huzur y. s. 23 )
Velâyet-i hassa; itaatleriyle Allah’ın dostluğunu kazanmış kimsedir. Velâyet-i hassanın değişik târifleri yapılmıştır. Bu târifler ekseriyetle şu üç madde üzerinde durur:
- Mârifet; Veli ârif-i billah olan kimsedir. Yani o, Allah’ın zât, sıfat, isim ve fiillerini tafsilatıyla bilen, mârifetullaha ve tahkikî îmâna ermiş kimsedir. Fahrettin Râzi “Allah’ın velisi; deliller üzerine bina edilmiş sâhih, doğru bir itikat taşıyan, Şeriata uygun sâlih amelleri işleyen kimsedir” der. (Fahrettin Râzi, Tefsir, Darü’l-Fikr, c. 9, s. 132)
- Takva; Veli, takva sâhibi kimsedir. O, elinden geldiğince farz, vâcip ve sünnetlere riayet eder, haramdan hatta şüpheli şeylerden ve mekruhlardan kaçınır. Allah’a isyan etmez, haram lezzet ve şehvetlerin peşinden koşmaz. (Bkz: Cürcanî, Târifat, Darül-Kitabü’l-Arabî, s. 329). Bir âyette “Dikkat edin, Allah’ın velilerine (dostlarına) korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, îman edip takvâya ermiş olanlardır. (Yunus, 62, 63) buyrulmuştur.
Helâle, harama dikkat etmeyen, şüpheli şeylerden kaçınmayan veli olamaz. Bu bilhassa yeme içme konusunda daha çok ehemmiyetlidir. İbrahim Edhem “Kemâle erenler, ancak midelerine gireni kontrol etmekle kemâle erebilmişlerdir” demiştir. Yahya b. Muaz da “Taat bir hazinedir, anahtarı duâ, anahtarın dişleri ise helal lokmadır” der. Bir başkası da “Sıddıklar mertebesine yükselmek isteyen helâl yemeli ve sünnet üzere amel etmelidir” demiştir.
- Ahlâk; Veli, İlahî ahlâkla ahlâklanmış, Allah’ın kullarıyla iyi geçinen, şefkatli, merhametli, mütevâzi, güzel ahlâk sâhibi kimsedir. Güzel ahlâk velinin en büyük özelliğidir.
***
Bazı mutasavvıflar, “Veli fena fillah ve beka billah makamına ermiş kimsedir” demişlerdir. (Bkz: Molla Câmi, Age, s, 23, 24). Bununla da onun şahsî, nefsanî düşüncelerden, davranışlardan uzak olup her hâlükârda Allah’ın rızası doğrultusunda hareket ettiğini anlatmak istemişlerdir.
Buna işâreten Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Allah buyurdu ki: Kim benim veli bir kuluma düşmanlık ederse, ona harp ilan ederim. Kulum ona farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana nâfilelerle yakınlaşmaya devam eder. Sonra ben onu (bu hallerinden dolayı) severim. Ben onu sevdiğim zaman, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse onu mutlaka veririm. Bir şeyden bana sığınırsa onu mutlaka korurum.” (Buharî, Rikak, Bab, 38)
Hadis-i şerifteki “işiten kulağı, gören gözü” ifadesi mecâzî bir ifadedir. Bununla “O kul, benim namıma bakar, benim namıma dinler, benim namıma hareket eder” mânâsı kastedilmiştir.
- Veliler Allah’ın dostlarına dost, düşmanlarına düşman olurlar
Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, Allah’ın dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmak da veliliğin şartlarındandır. Peygamberimiz (asm) “Bir kul Allah için sevip Allah için buğzetmedikçe îmanın hakikîsine eremez. Allah için sevip, Allah için buğzettiğinde Allah’ın dostluğuna hak kazanır” buyurmuştur. (Müsned-i Ahmed, c, / Ed-Dürrü’l-Mensur, c. 4, 371)
Başka bir hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Kıyamet gününde -kendini, hiç günahı olmayan, iyi biri olarak gören- bir kul getirilir. Ona şöyle denilir: “Benim dostlarıma dost oluyor muydun?”. Adam “Ben insanlardan selâmette idim.” Ona “Düşmanlarıma düşman oluyor muydun?” denilir. Adam “Yâ Rab! Benimle hiç kimsenin arasında bir şey (anlaşmazlık) yoktur.” Der. Allah Azze ve Celle şöyle der: “(İzzetime yemin olsun ki) dostlarıma dost, düşmanlarıma düşman olmayan rahmetime nail olamaz”. (Dürrü’l-Mensur, c. 8, s. 887, Taberanî’den)
İbn Abbas (ra) şöyle demiştir: “Allah için sev! Allah için buğzet! Allah için düşman ol! Allah için dost ol! İşte bunlarla Allah’ın dostluğuna nail olursun.” Sonra İbn Abbas bu söylediklerine delil olarak şu âyeti okudu “Allah’a ve âhiret gününe îman eden bir topluluğun, -babaları, oğulları, kardeşleri ve akrabaları bile olsa- Allah’a ve Resûlüne karşı gelenlerle dostluk ettiğini göremezsin.” (Mücâdele, 22)
Allah’ın, İsa (as)a şöyle vahyettiği rivayet edilir “Ey İsa! Sen yer ve gök ehli kadar bana ibadet etsen de Allah için (mü’minlere) muhabbetin, Allah için (kâfirlere) buğzun olmasa Allah katında hiçbir kıymetin olmaz.”
Allah’ın sevdiklerine düşman, Allah’ın buğzettiğine dost olanlar, diğer ifadeyle kâfirlerle dost olup mü’minlere düşman olanlar, Allah’ın dostluğuna değil, gazap ve kahrına mâruz kalırlar.
- Veli sünnete riayet edendir
Veliler, velâyet mertebesine ancak sünnet-i seniyeye uymakla ulaşabilmişlerdir. Sünnete riayet etmeyen veli olamaz.
Üstad Bedîüzzaman şöyle der: Velâyet yolları içinde en güzeli, en müstakimi, en parlağı, en zengini, Sünnet-i Seniyeye ittibâdır. Yani, amellerinde ve hareketlerinde Sünnet-i Seniyeyi düşünüp O’na tâbi olmak ve taklit etmek ve muamelât ve fiillerinde ahkâm-ı şer’iyeyi düşünüp rehber edinmektir. (Telvihât-ı Tis’a’dan)
Cüneyd-i Bağdadî “Allah Resûlünün izine (sünnetine) tâbi olanların hâricinde (Allah’a giden) bütün yollar halk için kapalıdır. Bizim bu mezhebimiz (tasavvuf yolu) Kitap ve sünnetle kayıtlıdır” der.
Bir gün dostları Bayezid-i Bistâmî’ye keramet sâhibi büyük bir zâttan överek bahsetmişlerdi. Bunun üzerine:
“Mâdem öyle, bu senâ ettiğiniz zâtın ziyaretine gitmek vâcip oldu,” buyurarak onlarla birlikte methedilen zâtı ziyaret etmek için yola çıktılar. Oraya vardıklarında, o zât da mescide doğru gidiyordu. O zât giderken kıbleye karşı tükürdü. Bayezid-i Bistâmî bunu görünce ziyaretten vazgeçip derhal geri döndü. Bu kadar yol geldikten sonra ziyaret etmeden dönmesinin sebebini sorduklarında, “Böylesine medh ü senâ ettiğiniz bu zât, kıbleye karşı tükürmekle edebe mugayir, sünnete muhalif hareket etmiş oldu. İslâm’ın edeplerine ve sünnetin îfâsına riayet etmeyen bir kimseye ne keramet, ne de velilik isnat edilir!” dedi.
Onun şöyle dediği de rivayet edilir “Adam seccadesini suya serse, havada bağdaş kurup otursa bile, Allah’ın emir ve nehiylerine uyup uymadığına bakmadan bunlara aldanmayınız.”
- Kişi kendisinin veli olduğunu bilir mi?
Velinin kendisini bilip bilemeyeceği tartışılmıştır. Şu târif bu konuda en güzel târiftir.
Bazı veliler vardır ki, onların veli olduğunu hem halk, hem de kendileri bilir. Bazıları da vardır ki, onlar kendilerinin veli olduğunu bilirler, fakat halk bilmez. Bazen de halk veli şahsı bilir, fakat kendisi veli olduğunu bilmez. Bazı veliler de vardır ki, onlar kendilerinin veli olduğunu bilmedikleri gibi, halk da bilmez.
- Tarikata girmeyen veli olamaz mı?
Bazı mutaassıp tarikat müntesipleri bir tarikata girmeyenin veli olamayacağını iddia etmişlerse de bu doğru değildir. Çünkü İslamiyet’te şer’i deliller Kur’ân, sünnet, icmâ, kıyas olmak üzere dörttür. Bu dört aslın hiç birinde böyle bir iddiaya delil olabilecek bir şey yoktur. Hatta büyük veliler “Allah’a giden yollar mahlûkatın nefesleri adedincedir” diyerek meşhur tarikatların hâricinde de Allah’a giden yolların olduğuna işaretler etmişlerdir.
- Veli ve Keramet
Olağanüstü hârika olaylar peygamberlik dâvâ eden peygamberden zuhur ederse, ona mûcize denilir. Eğer peygamberden değil de sâlih, mü’min bir zâttan sudur ederse, ona da keramet denilir.
Kur’ân ve sünnette keramete dair pek çok delil vardır. Örneğin, Ashâb-ı Kehf’in 309 sene uyuması (Kehf, 9, 26), Süleyman (as)ın veziri Asaf’ın, Belkıs’ın tahtını bir anda Yemen’den Şam’a getirmesi (Neml, 40), Hz. Meryem’e yazın kış meyvesi, kışın yaz meyvesinin gönderilmesi (Âl-i İmran, 37) bunlardan bazılarıdır.
Sahâbelerden de kerametkârane pek çok hâl nakledilmiştir. Muhammed Yusuf Kandehlevî “Hayatü’s-Sahâbe” adlı kitabının son cildinde bunları tafsilatla anlatır. (Bkz: Hayatü’s-Sahâbe, Divan y, c. 4, s. 235-358)
Keramet, sâlih bir zâtın veli olduğunu gösterir. Fakat velinin keramet göstermesi şart değildir. Hatta kerameti görülmemiş olan bir velinin, kerameti açık olan veliden üstün olması bile mümkündür. En büyük keramet istikamettir, denilmiştir.
İmam Rabbanî şöyle der: Hârikaların ve kerametlerin zuhuru velâyet şartından sayılmaz. Zira velâyet Yüce Sultan Allah’a yakınlıktan ibarettir; mâsivayı unuttuktan sonra evliyasına onu ikram eder. Bir şahıs vardır ki, kendisine bu yakınlık ihsan edilir, ama gaybî işlere ve hâdiselere ittılâ verilmez. İkinci bir şahıs da vardır ki; bu yakınlık kendisine verilir; gaybî işlere ve olan hâdiselere ittılâ da verilir.
Bu iki şahıs Allah’ın veli kullarından ve yakınlık devleti ile müşerref olanlardır. Gaybların keşfi bunların velâyetinden bir şey artırmadığı gibi, gaybları keşfetmemek dahi onların velâyetlerinden bir şeyi noksanlaştırmaz. Çoğu zaman gaybî işlere muttalî olmayan muttalî olandan daha faziletlidir. Hatta kıdem yönünden ondan daha ileridedir. (Mektubat, Çile y. 1978, c. 2, s. 1225.)
- Veliler mâsum mudur?
Peygamberler mâsum yani günahsızdırlar. Allah onları günah işlemekten korur. Veliler için, “mâsum değil mahfuzdur” denilmiştir.
Yani Allah onları günah işlemekten muhafaza eder. Bununla beraber onların da günah işleyebilecekleri, bunun mümkün olduğu söylenmiştir.
Beyazıd-ı Bestamî’ye “Mürşid olan şeyh zinaya giriftar olur mu?” diye sorduklarında “Evet, olur” demiştir.
Bazı âlimler Peygamberimiz döneminde bazı sahâbelerin hatalarını buna delil olarak göstermişlerdir. Hiçbir veli sahâbe derecesine çıkamaz. Onlar Velâyet-i Kübra makamındadırlar. Bununla beraber onların içinden hırsızlık yaptığı için eli kesilen, zina ettiği için recmedilen kimseler olmuştur. (Bkz; Muhammed Halid Ziyaeddin, Risâle-i Hâlidiye, s. 26).
Velâyet-i Kübra makamındaki sahâbelerden bu ve benzeri hatalar sudur ederse, diğer velilerden de hatalar sudur edebilir. Fakat onlar bu tür günahlarda ısrar etmez, hatalarını anlayıp tevbe ve istiğfarla Allah’a yönelirler. Hatasında ısrar eden zâten veli olamaz.
- Veliler her şeyi bilir mi?
Veliler, Allah’ın kendilerine bildirdiği şeyi bilir, bildirmediği şeyi bilmezler.
Veliler Allah’ın ilhamına mazhar olarak, bazı gizli şeylerden haberdar olabilirler. Peygamberimiz (asm) “Sizden önceki ümmetlerde kendilerine (Allah tarafından ) söz söylenen (ilham edilen) kimseler vardı. Eğer ümmetimden de biri varsa o mutlaka Ömer’dir” (Müslim, c. 2, s. 1864, Hn. 2398. Buharî, c. 4, s. 149, Tirmizî, c. 5, s. 622, Hn, 3693, Çağrı yayınları). Buharî’nin başka bir rivayetinde de “Sizden önce İsrailoğulları içinde bazı kimseler vardı ki, peygamber olmadıkları halde kendilerine (Allah tarafından) söz söylenir, konuşulurdu.” buyrulmuştur.
Veliler Allah’ın ilhamına mazhar olurlar, fakat bu onların her şeyi bildiği mânâsına gelmez. Veliler, -hatta peygamberler bile- bir şeyi Allah bildirirse bilirler, bildirmezse bilmezler.
Tebük Seferi esnasında bir ara Peygamber Efendimizin devesi Kasva kayboldu. Sahâbîler onu bir süre aradılarsa bulamadılar.
Münâfıklardan biri “Şaşılacak şey!
Muhammed, peygamber olduğunu söylüyor, gökten haber veriyor, fakat devesinin nerede olduğunu bilmiyor!” diye söylendi.
Münâfığın bu sözü, Allah tarafından Peygamberimize ulaştırılınca, “Vallahi, ben ancak Allah’ın bana bildirdiğini bilirim, ondan başkasını asla bilemem!” buyurdu ve ilâve etti:
“Şimdi Allah bana bildirdi ki Kasva, filan ve filan dağların arasındaki vâdidedir; yuları bir ağaca takılmış olarak duruyor. Hemen gidiniz, onu bana getiriniz.”
Sahâbîler, Peygamberimizin târif ettiği yere gittiklerinde, deveyi aynen yuları bir ağaca dolanmış hâlde buldular ve alıp getirdiler. (Salih Suruç, Peygamberimizin Hayatı, Nesil y. 2009, c. 2, s. 610)
Bu rivayet peygamberlerin ve velilerin gaybı Allah bildirirse bileceği, bildirmezse bilemeyeceğinin delilidir.
Bir yanıt yazın