DÜNYANIN MERKEZİ: MEKKE
Geçtiğimiz Nisan ayında, İslâm Hukuku ve Jeoloji mevzularında uzman ilim adamları, Katar’ın başşehri Doha’da tertîb edilen “Dünyanın Merkezi Mekke” isimli konferansta bir araya geldiler. Konferansa katılan ilim adamları dünya saat ayarlamasında başlangıç noktası olarak İngiltere’deki Grinviç (Greenwich) yerine Mekke’nin kabûl edilmesini taleb ettiler.(1)
Konferansta Mekke’nin dünyanın tam merkezinde yer aldığının artık ilmî olarak da isbât edildiği ifade edilirken şu deliller sıralandı:
• Mekke, yeryüzünü oluşturan yedi kıt’anın hepsinin etrafından geçen bir dairenin tam ortasında yer almakta.
• Mekke ile aynı meridyen çizgisi üzerinde yer alan yerler, pusulada manyetik iğnenin belirlediği manyetik kuzeyle ve kutup yıldızının belirlediği gerçek kuzeyle uyumlu.
• Mekke’nin meridyen çizgisinde herhangi bir manyetik sapma bulunmamakta. Hâlbuki aralarında Grinviç’in de bulunduğu diğer bütün meridyen çizgilerinde manyetik bir sapma var.
TÂRİH BOYUNCA MEKKE
Mekke-i Mükerreme, Hz. Âdem (a.s.) devrinden beri, dünya târihinde en mühim hadiselerin cereyan ettiği bir şehir olmuştur. Dünya târihini değiştiren dönüm noktaları hep bu şehirde meydana gelmiştir.
Hz. Âdem (a.s.) ile Hz. Havva, dünyaya gönderilmelerinden sonra ilk defa bu mübarek şehirdeki Arafat mevkiinde bir araya gelmişlerdir. Ka’be-i Muazzama’yı ilk inşâ eden de yine Hz. Âdem (a.s.)’dır. Hz. Nûh (a.s.)’ın gemisi, dünyayı dolaşırken Mekke’ye kadar gelmiş, Harem-i Şerif’in etrafında yedi defa dönmüş, daha sonra da Yemen üzerinden geri dönüp Cudi Dağına oturmuştur.(2) Hz. İbrahim (a.s.), oğlu Hz. İsmail (a.s.) ile zevcesi Hz. Hacer’i, Cenâb-ı Hakk’ın emriyle o devirde hiç kimsenin ikamet etmediği Mekke’ye getirip bırakmış, daha sonra da onları Allah’a emanet ederek Filistin’e geri dönmüştür. Cenâb-ı Hakk’ın izniyle Zemzem suyu bu hâdise üzerine ortaya çıkmıştır. Ve binlerce senedir, bu mübarek su Mekke’ye gelenleri hem doyurmakta, hem de susuzluklarını gidermektedir. Hz. İsmail’in kurban edilme teşebbüsü ve Cenâb-ı Hakk’ın semadan bir koç indirmesi gibi dünya tarihine yön veren birçok hadise hep bu topraklarda vukû bulmuştur.
Hz. İsmâil (a.s.), Mekke’de büyümüş ve bu mahalle yerleşen Cürhümîler’den bir kızla evlenmiştir. Sebe’ Sûresi 16. Âyetinde (3) ifade edilen Arim seli sebebiyle Yemen’den ayrılarak Mekke civarına gelen Huzâa kabîlesi, Hz. İsmâil (a.s.)’in soyundan gelenlerin de yardımıyla Cürhümîleri Mekke
topraklarından sürüp çıkarmışlardır. Ancak Cürhümîler Mekke’den ayrılırken Ka’be’ye verilen hediyeleri ve birçok kıymetli eşyayı Zemzem kuyusuna atıp, üzerini toprakla doldurduktan sonra, kuyuyu belirsiz hâle getirmişlerdir. O sebeple Zemzem kuyusu, uzun müddet gizli kalmıştır.
Mekke’nin idaresi yaklaşık üç asır Huzâalıların elinde kalmıştır. Miladî 400’lü senelerde Peygamber Efendimiz’in dedelerinden Kusayy bin Kilâb tarafından Mekke’nin idâresi ve Ka’be’nin muhâfızlığı ele geçirilmiş ve Huzâalılar Mekke’den çıkarılmışlardır. Kureyş’in başına geçen Kusayy, Ka’be’nin etrafında bugünkü Mekke şehrini kurmuştur. Mekke şehrini kuran Kusayy, şehrin idâresi, Ka’be’nin bakımı ve Ka’be’yi ziyârete gelenlere hizmet ile alâkalı bazı vazifeler ihdâs etmiştir. Bu hizmetler Hz. İsmâil (a.s.)’in soyundan gelenler tarafından yerine getirilmiştir. Ancak, Allah’a ibadet için yapılmış olan Ka’be, zamanla Tevhid inancının unutulmasıyla, putlarla doldurulmuştur.
Kusayy’ın vefatından sonra Mekke’nin idaresi ve Ka’be’nin muhafızlığı, oğlu Abdimenâf’a, ondan da oğlu Hâşim’e geçmiştir. Hâşim ticaret için gittiği Şam seferinde vefat edince, vazifelerini kardeşi Muttalib devralmıştır.
Hâşim, Medine’de Hazrec kabilesinin Neccar oğulları kolundan Selmâ ile evlenmiş ve Şeybe isimli bir oğlu olmuştur. Selmâ Medine’den ayrılmadığı için Şeybe, Medine’de dayılarının yanında büyümüştür. Hâşim vefât edince, amcası Muttalib Şeybe’yi Mekke’ye getirir. Mekkeliler, Muttalib’in yanında, tanımadıkları bir çocuk görünce, Şeybe’yi Muttalib’in kölesi zannederek, ona Muttalib’in kölesi ma’nâsında “Abdülmuttalib” demişlerdir.(4) Bu sebeble Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’in dedesi Şeybe, Abdülmuttalib olarak anılmıştır. Muttalib’den sonra Mekke’nin idaresi Abdülmuttalib’e geçmiştir. Meşhûr Fil Vak’ası da Abdülmuttalib’in idaresindeki Mekke’de vukû bulmuştur.
KUR’ÂN-I KERÎM’DE MEKKE
Mekke’ye günahları eksilttiği veya giderdiği ve orada zulüm yapanları helâk ettiği, zorbaların, zalimlerin boyunlarını kırdığı, kibir ve gururlarını yok ettiği, insanlar orada toplanıp biriktiği için Mekke ismi verilmiştir.(5)
Mekke, Kur’ân-ı Kerîm’de çok değişik isimlerle yer almaktadır. Sırasıyla sayarsak; Mekke, Bekke, Ümmü’l Kurâ, Beled, Belde, Harem-i Emin, Maâd (dönülecek yer), Karye…vb gibi isimlerle zikredilmektedir.(6)
MEKKE’NİN MEVKİİNİN EHEMMİYETİ
Peygamber Efendimiz (a.s.m.), Mekke’nin fethi günü: “Şu belde ki, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı gün haram kıldığı bir beldedir. Burası Allah’ın haram kılmasıyla kıyamet gününe kadar haramdır. Biline ki, burada savaş benden önce hiçbir kimseye helal değildir. Gündüzün bir vakti dışında bana da helal değildir. Burası Allah’ın haram kılmasıyla kıyamet gününe kadar haramdır. Buranın dikeni koparılmaz, avı ürkütülmez, yere düşmüş buluntu bir mal da sadece sahibini bulmak için alınır, yaş otu da koparılmaz.”(7) buyurmuşlardır.
Cenâb-ı Hakk dünyayı ilk yarattığı andan itibâren Mekke-i Mükerreme şehrini mübârek ve mukaddes bir belde kılmıştır. Bu mübârek beldenin husûsiyetlerine göz attığımızda ise tam tersi bir manzarayla karşılaşmaktayız. Eğer maddeler hâlinde sıralayacak olursak konu daha iyi anlaşılacaktır:
• Mekke, yengeç dönencesi üzerinde olup dünyanın en sıcak şehirleri arasındadır. Güneş ışınları aylarca dik açıyla düştüğünden sıcaklık çoğu zaman dayanılmaz derecelere ulaşmaktadır.
• Yağışlar çok düzensiz olup, ya hiç yağmur yağmamakta, ya da çok yağdığı için seller meydana gelmektedir.
• Tamâmen çöl ve dağlarla kaplı olduğu için çok az bitki türü yetişmektedir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’de de ekinsiz bir vadi olarak tasvîr edilmektedir.(İbrahim Sûresi 37. Âyet)
Kısacası zâhirî sebeblere bakıldığında bir kişinin Mekke-i Mükerreme’ye gitmesi, oraya yerleşmesi veya orayı ziyâret etmesi pek mümkün görünmemektedir. Peki, neden dünyanın her yerinden her sene milyonlarca insan bu topraklara gelmek, buraları ziyâret etmek ve birkaç hafta bile olsa ikâmet etmek için can atmaktadır? Neden ömründe bir kere dahi bu mübârek beldeyi ziyâret eden kendini dünyanın en bahtiyâr insanı saymaktadır? Cevâbı elbette ki çok basit. Çünkü Mekke’ye bu kudsiyeti ve mübarekliği veren bizâtihi Cenâb-ı Hakk’dır. Daha sonradan insanlar tarafından mübârek bir şehir nazarıyla bakılarak bu hâle gelmemiştir. O’na bu konumu veren kâinâtın sâhibidir. Kâinâtta hiçbir şeyde tesâdüf olmadığı gibi, Mekke’nin konumu ve mevkii de bir tesâdüfün eseri değildir.
Bir yanıt yazın