İnsan bu dünyada ev sahibi değil misafirdir. Kendisine ikram edilenleri yer, içer, Veren’e şükreder. Kendisi yapmadığı,yaptırmadığı veya satın almadığı, dolayısıyla kendisine âit olmayan, hatta kirasını bile ödemediği bir evde, belirli bir süre ikamet eden bir kişi ev sahibi değil, misafirdir.
Hem insan kendi evinde her istediğini yapma yetkisine sahip olsa da, misafir olduğu evde aynı yetkilere sahip degildir. Misafir, sadece ev sahibinin izin veridiği şekilde davranabilir. Yoksa kendi evindeymiş gibi her şeyi yiyip içmeye, her odaya rastgele girip çıkmaya kalkışsa hata eder. Ev sahibine karşı saygısızlık olur. Ve bu nezaketsiz misafir ikinci defa davet edilmez.
Bizler de kendimize âit olmadığı halde, belirli bir süre içinde yaşadığımız şu dünyada da ev sahibi değil sadece birer misafiriz. Cenâb-ı Hakk’ın izin verdiği her şeyi yer içer, O’na şükrederiz. Ama izin vermediği hiçbir şeyi yemeye hakkımız olmadığını bilir ve yemeyiz içmeyiz. Yanlışlıkla yersek de hemen dönüp tevbe ederek özür dileriz.
Çünkü içinde yasadığımız şu dünyayı kendimiz yaratmadık, yahut Yaratan’a bedelini ödeyip satın da almadık. Geldik ve gidiyoruz. Demek içinde yaşadığımız şu dünya bize değil Yaratan’a âittir. O yaratmış ve kimseye satmamıştır. Demek ki ev sahibi O, bizler misafiriz.
İste haram ve helale dikkat ederek Müslümanca yaşamak, yani ev sahibimiz olan Allah’ın müsaadesi çerçevesinde yaşamaya çalışmak şu fani dünyada nezaketli bir misafirliktir, biz Müslümanlar bunu tercih ederiz
Yoksa misafir olduğu evde izinli izinsiz her yere girip çıkan ve izin verilmeyen şeyleri de yiyip içmekle ev sahibine karşı edebsizlik eden kaba bir misafir olmak istemeyiz.
Rabbimizin, bu nezaketli misafirliğimizi de dikkate alarak bizleri Cennete de davet edeceğini temenni ederiz. Yoksa nezaketsiz, kaba bir misafiri hangi ev sahibi ikinci defa kabul eder ki?
Dinimizdeki haram ve helallerin temeli, bir şeyin faydalı ve zararlı olmasından önce o şeyin izin verlilip verilmediği ile alakallıdır.
Gerçi izin verilen şeylerin bir çok faydası elbette vardır, yasaklanan şeylerin de bir çok zararı vardır. Ama bu fayda ve zararlar sadece birer hikmettir, yoksa onun emredilmesinin veya yasaklanmasinin hakiki sebebi ve illeti değildir.
İslâmiyet’teki haram ve helallerin temelli Cenâb-ı Hakk’ın izin verip vermemesine bakıyor. Mülk O’nundur. O kendi mülkünü istedigi gibi idare eder, diledigini helâl kılıp bize ikram eder, dilediğini de yasaklayıp nehyeder.
Dünyayı ve içindekilerin istifademize sunulması tamamen Allah’ın ikramıdır. Ev sahibinin misafirine ikramı tarzında… Demek hiç kimse bu dünyadan istifade hususunda hakiki hak sahibi degildir ve Allah’a karşı hak iddia ederek, bu dünyada her istediği şeyi yapma yetkisini kendisinde göremez.
Evet, bütün ahlaksızlığın kaynağı olan “Hayat benimdir, istediğim gibi yaşarım!” “Mal benimdir, istediğim gibi kullanırım!” tarzındaki bir anlayış, iman ile taban tabana zıttır ve hiçbir Müslüman bu anlayışta olamaz.
Bu rezil anlayışı hayat felesefesi haline getiren şu dünya misafirhanesindeki nezaketsiz misafirlerin kulaklari çınlasın!
Bir yanıt yazın