“Sakınmak kaderi değiştirmez. Duâ ise inen belaya da henüz inmemiş belaya da fayda verir. Bela iner ve duâ ile karşılaşınca kıyamet gününe kadar birbiriyle mücadele eder, vuruşurlar.”
Kader ve cüz-i ihtiyarî, İslâmiyet’in ve imanın nihâyet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerinden olduğu için burada geniş geniş kaderden bahsetmeyeceğiz. Bizim temas edeceğimiz mesele duâ-kader ilişkisidir. Bu meselenin iyice anlaşılabilmesi için önce kaderle ilgili terimleri tanımlamakla başlayalım:
Kader: Cenâb-ı Hakk’ın kâinatta olmuş ve olacak her şeyin evsafını ve havassını ve sâir geleceğini ve geçmişini ezeli ilmiyle bilip Levh-i Mahfuzunda takdiri ve yazmasıdır.
Kaza: Allah’ın ezelde takdir ettiği şeyin ve emrinin zamanı gelince, Allah’ın takdirine göre yaratılmasıdır.
Atâ: Bağışlama, lütuf.
İrâde: Dilemek, bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç.
Kader Allah’ın her şeyi bilmesi ve yazması, kaza ise bu yazılanların vukua gelmesi olduğuna göre aşağıdaki soruları nasıl cevaplandırırız?
– Duâ etmekle kader ve kazanın önüne geçilebilir mi?
– Duâ ile kader ve kaza değişmezse, duâ etmenin ne mânası var?
– Duâ, kader ve kazaya yani Allah’ın yazdığına rıza gösterme edebine aykırı değil mi?
Şimdi akla gelen bu sualleri cevaplandırmaya çalışalım.
Duâ etmekle kader ve kazanın önüne geçilebilir mi?
İbn-i Ömer’den (ra) rivâyet edilen bir hadiste, Peygamber Efendimiz: “Duâ inen belada da fayda verir, henüz inmemiş belada da. Öyle ise ey Allah’ın kulları, duâyı bırakmayınız.”1
Diğer bir hadiste; Sevban (ra) Resûlullah efendimizden (sav) şöyle rivâyet etmiştir: “Kaderi sadece duâ engeller. Ömrü sadece iyilik uzatır. Ve kişi (bazen) yaptığı bir günahtan dolayı (kendisine takdir edilmiş) rızıktan mahrum edilir.”2
Duânın kaderi engellemesi konusunda Bediüzzaman Hazretleri şöyle der: “Cenâb-ı Hakk’ın atâ, kaza, kader namında üç kanunu vardır. Atâ, kaza kanununu bozar, kaza da kader kanunu bozar. Meselâ: Bir şey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın infazı, kaza demektir. O kararı iptal edip hükmü kazadan affetmek, atâ demektir. Evet, yumuşak bir otun köklerindeki damarları katı taşı deldiği gibi, atâ da kaza kanununun kat’iyetini deler. Kaza da ok gibi kader kanununun kararını deler. Demek atânın kazaya nispeti, kazanın kadere nispeti gibidir. Atâ, kaza kanununun şümulünden ihraçtır. Kaza da kader kanununun külliyetinden ihraçtır. Bu hakikate vâkıf olan ârif, Ma’budu olan Hâlık’ına (Ya İlâhî! Hasenâtım senin atâ’ndandır. Seyyiâtım da senin kaza’ndandır. Eğer atâ’n olmasa idi, helâk olurdum) der.”3
Buna bir misal verecek olursak Yunus (as) ve kavmi buna güzel bir misaldir. Ninovalılar Yunus (as)’a inanmayıp Allah’a âsi olmuşlardı. Ninovalıların iman etmemekte ısrarlarından dolayı Yunus (as) onların aleyhinde duâ etti. Cenâb-ı Hakk Yunus (as)’a kavmi hakkında bedduâ etmemesini ve kırk gün imana davet etmesini ve inanmazlarsa azap göndereceğini söylemesini emretti. Otuz yedi gün davet ettiği halde iman etmemelerine binâen üç gün sonra azap gelecek alametleri de şunlardır diyerek oradan ayrıldı. Alâmetler vuku bulunca Ninovalılar hata ettiklerini anladılar ve Yunus (as)’mı aradılar, bulamadılar. Rablerine iltica ettiler. Yalvardılar yakardılar, tevbe ve nedamet ettiler. Rableri de onları, duâ ve nedametlerinden dolayı bağışladı ve üzerlerinden azabı kaldırdı.
“Zünnûn’u da (balık sâhibi Yûnus’u da an)! Hani (kavmine) kızan biri olarak, (bizden izinsiz) gitmişti de kendisini (bu yüzden) aslâ sıkıştırmayacağımızı sanmıştı; derken (balığın karnında) karanlıklar içinde (kalıp): “Senden başka ilâh yoktur; seni tenzîh ederim! Gerçekten ben (nefsine) zulmedenlerden oldum!” diye nidâ etmişti.
Nihâyet (biz de) onun duâsını kabûl ettik ve onu kederden kurtardık. İşte, müminleri böyle kurtarırız.”4
Âyette ifade edildiği gibi denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı gece dağdağalı, karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette bulunan Yunus (as) Rabbine münacat etti. O münacatı, o duâsı ona süratle vasıta-i necat oldu. Eğer bütün insanlar ona yardımcı olsalardı yine de hiçbir şey yapamazlardı. Çünkü o vaziyette esbap bil-külliye sukût etmişti. Ancak ona o halde necat verecek öyle bir zât lâzım ki; hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semaya geçebilsin ve onu sahili selamete çıkarsın. Hükmü hem geçti hem sahil-i selamete çıkardı. Demek esbabın tesiri yok… Tesir ve nusret ancak Allah’tandır.
Yunus (as) kavminin küfürlerinden dolayı azaba çarptırılmaları kader, azabın gelmesi kaza, onların yaptıklarından pişman olup nedametle Rabb-i Rahîm’lerine yalvarıp yakarmaları, Rablerinin de onların üzerinden azabı kaldırması onlar için atâ idi. Yunus (as) Rabbinden izin almadan hizmet yerini terk etmesinden dolayı balığın karnına hapsedilme hükmü kader, balığın Yunus (as) yutması kaza ve Yunus (as)’ın münacatı ise ve Rabbinin onu kederinden kurtarması ve yüz binden fazla ümmete kavuşması ise atâdır.
Duâ ile kader ve kaza değişmezse duâ etmenin ne manası var?
Madem Allah kaderimi ezelde takdir etmiş öyleyse değişmez deyip kadere dayanarak duâ’dan vazgeçmek bir kaderiyecilik olur bu ise yanlıştır. Bunun yerine duâyı da Allah’ın takdirinin bir parçası kabul edip duâ etmek daha makuldür.
İmam-ı Gazali hazretleri bu konuda şöyle der: “Olaylar önceden sebep sonuç birbirine bağlanmıştır. Sebeplerin sonuçları ortaya çıkarması zaman içinde meydana gelir. İyilik veya kötülüğü takdir eden bunlar içinde bir sebep takdir etmiştir. Duâ kötülüğün giderilmesi veya iyiliğin tedariki için bir sebeptir. Duânın bir faydası da kalpte Allah inancının kökleşmesini sağlamasıdır ki bu da ibâdetin amacıdır.”5
Âişe validemizden (rah) rivâyet edilen bir hadiste: Resûlullah Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: “Sakınmak kaderi değiştirmez. Duâ ise inen belaya da henüz inmemiş belaya da, fayda verir. Bela iner ve duâ ile karşılaşınca kıyamet gününe kadar birbiriyle mücadele eder, vuruşurlar.”6
Ezelde duâ ile takdir edilmiş şeyler yine duâ ile vuku bulacaktır. Kader (alın yazısı)’nın olaylara göre bir üstünlüğü varsa, yani olaylar kadere göre şekilleniyorsa Allah’ın irade ve kudretinin de kadere bir üstünlüğü vardır. Allah’ın irade ve kudreti kaderde yazılı olan şeye taalluku olmasa o şey vuku bulmaz. Burada esas olan irade ve kudrettir. Allah (cc) kaderde yazmış olduğu şeyi illâ vuku bulduracaktır denemez. Aksinin iddia edilmesi Allah’ın kendi takdir ettiği şeylere mahkûmiyetini ortaya koyar. Bu ise ulûhiyetin şe’nine (şanına) ve itikada zıttır. Bizim burada yapacağımız şey duâ ile kudreti celp etmektir.
Kısaca Kader, kulun nasıl hareket edeceğini ve buna karşı İrade-i İlâhî’nin ve Kudret-i Mutlaka’nın nasıl taalluk edeceğini bilir. Kulun fiilinin vücut bulmasında ilim sıfatının tesiri yoktur. Olsa idi kul o fiilinde mahkûm olurdu. Sırrı teklif (imtihan) bozulurdu. Öyleyse kudretin celbiyle, iradenin taalluku ile kader kaza olmadan atâ olabilir. Fakat o olayda kulun cüz-i ihtiyarisi sadece bir şart-ı adidir.
Önemli olan kudretin celbidir.
Duâ, kader ve kazaya yani Allah’ın yazdığına rıza gösterme edebine aykırı değil mi?
(Ey Resûlüm!) De ki: “Eğer duânız olmasa, Rabbim size ne diye ehemmiyet versin?”7 meâlindeki âyette ifade ettiği gibi bizi biz yapan ubûdiyetimizi en güzel gösteren duâdır. “Duâ eden âdem anlar ki: Birisi var; onun hatırat-ı kalbini işitir, her şeye eli yetişir, her bir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder.” Başımıza bir keder veya sıkıntı geldiği zaman elbette Rabbimize sığınacağız, ona münacat edeceğiz. “Biz, o münacat ile birinci maksadımız günahlardan gelen manevî ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için ubûdiyete mani’ olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat mûterizâne ve müştekiyâne bir surette değil, belki mütezellilâne ve istimdadkarâne bir surette iltica edilmeli. Madem onun rubûbiyetine razıyız, o rubûbiyeti noktasında verdiği şeye rıza lâzımdır. Kaza ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda Ah! Of! deyip şekva etmek kaderi tenkittir, rahmeti ittihamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur kırar. Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış el ile intikam almak için o eli istimal etmek, nasıl kırılmasını tezyid ediyor. Öyle de musibete giriftar olan âdem, itirazkarâne şekva ve merak ile onu karşılasa, musibetini ikileştirir.10
Her türlü günahı işlerken Allah’ı unutup başımız dara girdiği zaman Allah’ı hatırlayıp da âyette ifade edilen “İnsana nimet verdiğimiz zaman (şükürden) yüz çevirir, yan çizer. Ona kötülük dokunduğu zaman da bol bol duâcıdır.11 Hâlbuki insan (bazen öfkelenerek, bazen bilmeyerek) hayra olan duâsı gibi (kendi aleyhine olarak) şerre duâ eder. Çünkü insan, (işin sonunu düşünmez ve) çok acelecidir.”12 şeklinde bir ubûdiyet olmamalı…
Sonuç olarak, kimin başına bela, kaza, keder gelmişse Rabbimize sığınmanın da vakti gelmiştir, duâ etmek ilham olunmuşsa icâbet etmek de ona bahşolunmuştur. Zira Allah-ü Zülcelâl Kur’ân-ı Kerim’inde: “(Habîbim, yâ Muhammed!) Kullarım sana benden sorarsa, şüphe yok ki ben (onlara) pek yakınım. Bana duâ ettiği zaman duâ edenin duâsına cevap veririm; öyle ise onlar da benim için (davetime) icâbet etsinler ve bana îmân etsinler; tâ ki hak yolu bulsunlar.”13
1_Ahmed b. Hanbel 5/493; Tabarâni, Kebir 30/ 103
2_Ahmed b. Hanbel 5/277; İbn Mace, 90
3_Mesnevî Nûriye 184
4_Enbiya Sûresi 87-88
5_İhyayı Ulûm-id Din c.1, s.958
6_Hakim 2/294, Kudai no: 859, 860
7_Furkan 77
8_Lem’alar 8
9_Fussilet 51
10_İsra 11
11_Bakara 186
Bir yanıt yazın