Arapça “sebeha” kökünden gelen “tesbih”in çoğulu tesbihâttır. Allah’ı ta’zim etme manasınadır. “Sübhânallah” Allah’ı (c.c.) her türlü ârızlardan, kusur, ayıp ve noksanlıklardan tenzih ederim manasındadır.
Kur’ân-ı Kerim’de tesbih ve kökü çeşitli şekillerde 92 âyette kullanılmış ve bu kavramla meleklerin, insanların ve diğer varlıkların tesbihleri söz konusu edilmiştir.
“Sen Rabb’ini hamd ile tesbih et (O’nu övecek sözlerle an, subhânellâhi velhamdulillâhi de) ve secde edenlerden ol” (el-Hicr, 15/98).
“Melekleri görürsün ki, arşın etrafını çevirmiş olarak Rabb’lerini övgü ile tesbih ederler, anarlar. (O gün) aralarında hak ile hükmedilmiş ve Hamd âlemlerin Rabb’ine mahsustur denmiştir” (ez-Zümer, 39/75).
Hz. Peygamber (sav)’in dilinde tesbih ;
“Dile hafif, mizanda ağır ve Rahman’a sevimli iki cümle (vardır): Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ve hamd ile tesbih ederim. Büyük olan Allah’ı tesbîh ederim, O’nun şânı ne yücedir!” (Muhammed b. Allan Delilü’l-Fâlihîn, Mısır 1971, IV, 210).
“Allahu Teâlâ’nın indinde sözlerin en sevimlisini sana haber vereyim mi? Allahu Teâlâ’nın indinde sözlerin en sevimlisi, şüphesiz ki: Sübhânellâhi ve bihamdihi cümlesidir” (Muhammed b. Allan, a.g.e. IV, 214).
Tesbih, ağaçtan, kemikten, sedef, kehribar, inci, mercan, zümrüt, akik gibi güzel ve kıymetli taşlardan yapılmış ortası delik, toparlak taneciklerin bir ipliğe dizilip uçlarının birleştirilmesi ile elde edilen âlettir.
Tesbihi bugünkü kullandığımız mana ve şeklin dışında, bir ipe dizilmiş boncuk taneleri olarak düşünürsek tarihini çok eskilere dayandırabiliriz. İslâm kültürü dışındaki din ve kültürlerde de tesbihe rastlanır. Budizm’de tesbih kutsaldır. Yahudiler arasında tesbih kullanılmış fakat dînî olarak değil psikolojik açıdan tercih edilmiştir. Hıristiyanlar arasında ise daha önceden kullanıldığı ileri sürülmesine rağmen, Haçlı Seferleri sırasında Müslümanlardan yayıldığı belirtilir. Tesbih, asıl hüviyetini ve sanatlı yapısını İslâm kültüründe kazanmıştır.
Diğer klâsik Türk-İslâm sanatlarında olduğu gibi tesbih de İstanbul’un fethinden sonra yeni bir kıymet kazanmış ve sanat seviyesine yükselmiştir. Şark’tan Garb’a her yere Türk yapımı tesbihler gönderilmiştir. Hediyelerin önem arzeden eşyalardan seçilmesine daima itina gösterilmiştir. Kur’ân-ı Kerim, kılıç, at, kaftan, mücevherat gibi hediyelerin yanında tesbih de mühim bir yer tutar. Osmanlı idaresinde yer almış kişilerin hediye kayıtlarında yahut miras kayıtlarında çok ilginç tesbihler karşımıza çıkmaktadır.
I. Ahmed, Camii şerifini yaptırıp da ilk cuma namazı kılınacağı zaman, bu caminin kaç kişi alacağını merak ederek giren herkese bir ödağacı tesbih hediye edilmesini emretmiş ve bu suretle 86000 küsur tesbih gittiği anlaşılmış. Cami boşalırken de çıkana bir kalenbeki tesbih hediye edilerek yine aynı sayı bulunmuştur.
Tesbih gerek işlenişi gerekse maddesi yönünden, Türk el sanatları arasında diğer sanatlarımız kadar değer taşır. Evrâd ve ezkârın birer İlâhî şifre hükmünde olan sayılarını şaşırmamak ve unutmamak için kullanılan tesbih, belli sayıdaki danelerin kolayca kayabilen dayanıklı bir ip veya ibrişim üzerine dizilmesiyle elde edilir. En küçük tesbih 33 daneli, en çok kullanılanı ve normali 99 danelidir. 500’lük ve 1000’lik tesbihler de vardır.
Tesbihin yapımında kullanılan maddeler oldukça çeşitlidir. Cam parçasından zeytin çekirdeğine, maden ve tahta cinslerine kadar çok çeşitten imâl edilebilen tesbih dâneleri için önemli olan, maddenin çok yumuşak ve de çok kolay kırılabilecek kadar sert olmamasıdır.
Tesbih yapımı el sanatları arasında yer alır. Bakır oymacılık, tahta işleri, halı-kilim dokuma, seramik ürünleri gibi sayısız sanatlar içinde tesbihçilik sanatı da bulunur. Günümüzde ihtiyacı karşılayacak tesbihler, bakalit cinsinden fabrikasyona dayalı olarak üretilir. Bunlar pahada değersizdir. Fakat özel taş ve ağaçlardan yapılan tesbihler birer sanat eseridir. Bunlar maddelerinin kıymeti kadar da imâl ediliş şeklinden dolayı değer kazanırlar.
Ecdadımız Kur’ân-ı Kerim’i en güzel yazıyla yazdıkları, en kıymetli maddelerle tezyîn ettikleri, en dayanıklı deriyle ciltledikleri gibi Allah-u Teâlâ’yı zikrederken de en san’atlı ve kıymetli tesbihleri kullanmışlardır. Nasıl bir pul, para, levha koleksiyonları oluşturuluyorsa, sanat değeri taşıyan tesbihler de pek çok kişinin koleksiyonlarında yer almaktadır.
Gerçekten de tesbihi san’atlı olarak işlemek pek kolay değildir. Her ne maddeden olursa olsun bunları el ile aynı büyüklük ve şekilde yapabilmek göründüğü kadar kolay değildir. Bir tesbihçi çırağının ancak yedi seneden sonra kalfalığa geçebilmesi bu mesleğin güçlüğünün ispatına yeter.
İbrişim gibi devamlı sürtünmeye dayanıklı çabuk kopmayan iplere dizilen tesbihin her bir toparlağına “tesbih dânesi/habbesi” denir. Tesbih iplerinin iki ucunun birleştiği yere çekme ve süslü uzunca bir sap ve buna bağlı bir püskül konur. Ağaç, değerli taş veya madenden yapılan bu sapa “imâme” denir. İmâmenin üzerine takılan püskül tire, ipek, gümüş veya altından olabilir. Buna da “kamçı” denir. Bazı tesbihlerde imâmeden itibaren 11. danelerden sonra daha yatsı biçimde “pul” adı verilen daneler bulunur. 33’lük tesbihlerde de pul kullanılabilir. Ayrıca imâmenin ucundaki tesbih ipini toparlayan ve nişâneye benzeyen bir parça daha takılır ki, buna da “tepelik” adı verilir.
Tesbih imalinde kullanılan pek çok âlet ve bir de “tesbih tezgâhı” vardır. Her tesbih ustasının bir tesbih tezgâhına ihtiyacı vardır. Bu tezgâhın yanlarında “tay” denilen iki ayağını tutan kısma “alt ağaç”, ortasında ayar delikleri bulunan ağaç kısmına “delikli peşme”,dönen yuvarlak kısmına “kubbe”, kubbeyi tutan kısmına “kelebek”, teşbihçinin çalışırken ayağını dayadığı ağaçtan kısmına “tezgâh takozu” adları verilir.
Gene tesbihçilerin mecburen kullandığı el tornaları vardır. 0.50×1.00 ebadında ağaçtan yapılmış bir tablo üzerinde birisi hareket etmeyen “rende” diğerine “arda” denir. Taneler bu torna ile işlenir.
Bu âletlerden sonra tesbih ustaları kullanacakları maddeleri önce uzun çubuklar halinde özel testerelerle keserler. Bu testerelerin özelliği de kesilen maddelerin az talaş çıkartmaları için kesen kenarlarının az çaprazlı olmasıdır. Bu çubuklar daha sonra istenilen büyüklükte parçalara bölünür. Bu parçalar da gene özel bir mille ortalarından hassasiyetle delinir. Bu deliklerin tam ortalarından düzgün bir şekilde açılabilmesi tesbihin değeri açısından önemlidir. Delinen taneler daha sonra teker teker kalıpta işlem görür. Rende ve arda dediğimiz kesiciler biley taşı üzerinde az miktar yağlanır. Kalıp ucuna takılan taneler döndürülmeye başladıktan sonra arda ve rende ile şekillendirilmeye başlanır. Bu işlemlerden sonra hepsinin aynı boyda olup olmadığını anlamak için üzerinde delik bulunan bir kemik parçasına geçirilir. Bu son işleme “hadde” denir. Erzurum toprağı adı verilen oldukça yumuşak bir cins taş ovalanarak toz haline getirilir. Bu toza asitsiz zeytinyağı ve gliserin karıştırılarak bir bulamaç elde edilir. Hadde’de boy kontrolünden çıkan taneler bu bulamacın içinde ovularak cilâlanır
Tesbih için yapılan aşınmaya dayanaklı ipler de çeşitli isimler alır. Bunlardan en önemlisi “tahril” adı verilendir. İmâme, nişâne ve pul gibi kısımlar ise sanatçının özel zevkine göre yapılır. Bunlarda da özellik ince, zarif ve göz alıcı olmasıdır. Kamçı adını verdiğimiz, gümüş, altın, ipek ve tireden yapılan püsküller de yine zevke dayalı olarak yapılır.
Tesbih daneleri aynı boyda, şekilde ve büyüklükte olmalı, danelerin üzeri pürüzsüz olmalı, bir danenin deliğinden ancak tek ibrişim geçmeli ve deliklerin her iki tarafının da aynı olması çok önemlidir. İmâmenin boyu 99’luklarda 6 dane boyu olmalıdır.
San’atkârâne yapılmış tesbihler çekildikçe güzelleşir ve daha çok parlar. Kullanılmayan tesbihler üzerinde biriken toz tabakaları sebebiyle matlaşır. Hatta tesbihi cinsine göre yaz tesbihi, kış tesbihi diye ayıranlar da vardır. Yaz sıcağında elde kolayca dolanabilmesi için daha çok kristal, yeşim, akik gibi tesbihler tercih edilir. Hanımlar genellikle küçük dâneli tesbihleri tercih ederler ki, küçük dâneli tesbihleri “zenne” yahut “hanım tesbihi” diye tabir ederler.
Tesbih merkezi olarak Erzurum, Kütahya, Eskişehir, Konya, Ankara, Diyarbakır gibi pek çok yöremiz varsa da İstanbul bu sanatın merkezidir.
İmâl edildiği maddenin cinsine göre bazı tesbih çeşitleri:
Akik: Muhtelif renklerde yuvarlak ve ince renkli tabakalar halinde teşekkül eden bir kalsedondur. Tabiatta büyük parçalar halinde bulunur. Sırmanî cinsi makbuldür.
Anber: Ada balığı ve kaşalot denilen büyük balıkların barsaklarında teşekkül eden güzel kokulu maddedir. Ak ve siyah nevileri vardır. Görünüş olarak güzel olmamalarına rağmen kokularından dolayı tercih edilir.
Bağa: Takriben bir metre boyunda olan, derin ve sıcak denizlerde yaşayan kaplumbağaların kabuğudur. Kalın ve siyaha yakın olanı makbuldür.
Cam: Genellikle saydam ya da yarı saydam, sert bir maddedir.
Eskişehir taşı: Eskişehir’de çıkan ve güzelce cilalanabilen bir taştır. Lüle taşı da denir. Beyaz renklidir, ama kullanıldıkca sararır.
Aynıhür: Krizoberil sınıfına dâhil bir taştır. Kedigözü de denir. Sebebi tabaka halinde renkli olup aralarında beyaz çizgilerin bulunmasındandır.
Fildişi: Pek çok yerde kullanıldığı gibi tesbihte de kullanılır.
İnci: Sıcak ve cereyanlı denizlerde yetişen istiridyelerde bulunur.
Kantaşı: Koyu zeytunî içinde kırmızılıdır. İçinden kiremit rengi damarlar geçer.
Kehribar: Üçüncü zamanda yaşamış çam ağaçlarının fosilleşmiş reçinelerine verilen isimdir. Kırılabilen bir madde olup oldukça şeffaftır. Bir yere sürüldüğü zaman elektriklenerek kendinden hafif maddeleri çeker. Kedi gözü, limoni, sarı, ateşî, buzlu, siyah nevileri vardır. Almanya’nın kuzeyinde Baltık sahillerinde ve Birmanya’da çıkarılmaktadır.
Mercan: Ilık denizlerde yetişir, ağaç şeklinde ve beyaz renktedir. Hava ile temas edince mercan rengi dediğimiz tatlı kırmızılığı alır. Cilalanmaya elverişli olduğu için pek çok yerlerde kullanılmış ve bu arada gayet güzel tesbihler de yapılmıştır.
Naka: Fildişine çok benzeyip deve dişinden yapılan tesbihlere verilen isimdir.
Narçın: Hindistan cevizinden yapılır. Samur rengi makbuldür. Terden çatlar.
Necef: Yani tabii kristaldir. (Kaya billuru da denilir.) Kuartz grubuna dâhildir. Şeffaf ve renksiz olarak teşekkül eder. Umumiyetle fasetalı yapılır.
Sedef: Sıcak ve cereyanlı denizlerde yetişen midye ve istiridye gibi kabuklu deniz hayvanlarının kabuklarının içindeki renkli ve parlak kalkerli maddeden yapılır. Som yeşil renktedir. Fildişi bakır mahlülü içinde bırakılarak elde edilir.
Oltu taşı: Merkezi Erzurum Oltu’dur. Siyah kehribar olarak da adlandırılır. Yumuşak bir linyit çeşididir.
Şahmaksud: Sarı ve filizi renklerde bir taştır. Yeşil rengi makbuldür.
Yeşim: Jad denilen tirşe rengindeki taştır. Dayanaklılığı ve kendine has bir sertliği olmasına rağmen kırılması da o kadar güç olmayan bir taştır. Sathı cilalanınca yağlı bir yumuşaklık ve parlaklık gösterir. Ana vatanı Hotan (Orta Asya) olan yeşim doğuda mukaddes sayılır. Yağmur taşı adı da verilir. Beyazdan koyu yeşile kadar bir renk serisi gösteren bu taştan pek çok tesbih yapılmıştır.
Yıldız: Kedigözü ve aşk taşı diye de adlandırılır.
Yüzsürü (Yüsürü): Bağa’ya benzer renkte salyangoz kabuğu gibi tabaka üzerine sarılmış bir görünüşü vardır, oldukça serttir.
Zergerdan: Gergedan ve buna benzer hayvan boynuzlarından yapılır. Yarı saydamdır. Kahverengi ve siyah renklidir.
Abanoz: Tropikal bölgelerde yetişen bir grup ağacın odunudur. Rengi siyahtır. Sert bir ağaç cinsidir.
Demirhindi: Koyu kahverengi renktedir. Baklagiller familyasından yaprak dökmeyen bir ağaçtır. Anayurdu Afrika’nın tropik kesimleri olmakla birlikte çeşitli bölgelerde (özellikle Hindistan ve Mısır’da) süs amacıyla ya da yenebilen meyveleri için yaygın olarak yatiştirilir.
Düveydari: Çok hoş kokulu olduğu için tesbih yapımında tercih edilir.
Gül ağacı: Hind ve Mısır gül ağaçları makbuldür. Kerestesinin rengi ve kokusu güle benzediğinden gül ağacı denmiştir.
Kalenbek: Anavatanı Endo-nezya’dır. Hoş kokulu bir sandal ağacı cinsidir.
Kan ağacı: Koyu borda renktedir.
Kuka: Narçıl kökünden yapılan bir mamulâttır. Tesbihi makbuldür. Ayrıca fincan, zarf, kâse yapılmaktadır.
Maverd: Çok güzel kokuludur. Bu yüzden tesbih yapımında kullanılan bir madde olmuştur.
Nebik: Sakız ağacı.
Öd ağacı: Zambak türünden, uzun süreli bir bitki olup, yüzden fazla çeşidi vardır. Afrika’nın tropikal bölgelerinde ve Asya’da yetişmektedir. Tahtasının hoş bir kokusu olduğu için hem muhtelif cins eşyalar yapılış hem de dini törenlerde yakılması adet halini almıştır.
Pelesenk: Tropik bir ağaçtan elde edilen siyah renkli sert bir ahşaptır. İnce marangozluk ve mobilyacılıkta kullanılırdı. Tesbih’te de çokca kullanılmıştır.
Sandal: Kerestesi sert ve kokulu olan Sandal ağacı, Endonezya, Malezya ve Güney Hindistan ormanlarında yetişir. Rengi genellikle sarımtraktır ve keskin bir kokusu vardır.
Sırçalı Kuka: Hindistan veya Malaya’nın yerli ağacı zannedilmekle beraber daha ziyade tropik bölgelerin mahsülüdür. Çok sert olan kabuğundan tesbih, küçük taşlar ve fincan zarfları yapılmıştır. Siyaha yakın renkleri de vardır. Ağaç tesbihler arasında en değerlilerinden biridir. Bu nedenle bu cins birçok tesbih yapılmıştır.
Yılan ağacı: Adını yılan derisi biçimindeki deseninden alır. Güney Afrika, Fransız Guyanası ve Amazon ormanlarında yetişir. İlk kesildiğinde kırmızımsı bir renkte olan dokusu havayla temas ettikçe kahverengiye dönüşür. Oldukça sert olan yapısından dolayı çalışması çok zor bir ağaç türüdür.
Zeytin ağacı: Zeytin veren açıkça sarı renkte bir ağaçtır. İnce marangozlukta mobilya yapmak için kullanılan güzel cilalanabilen bir ağaçtır.
Murat-Nuhoğlu, Muallâ. Türk-İslâm Kültüründe Tesbih ve Tesbih Sanatı, Ankara, 1995.
Parlak, Tahsin. Erzurum’da Oltu Taşı ve Kuyumculuk Sanatı, Oltu, 2001.
Arvas, Ahmet Sırrı. Mucebince Amel Oluna, İstanbul, 2004.
Yazıcı, Nesimi. “Din ve Sanat Açısından Tesbih”, Diyanet Dergisi, c. 18, s. 3 1979.
Bir yanıt yazın